Uygarlık için Anti-Tez

Öncelikli olarak şunu söylemeliyim ki; kimse yazının başlığına bakıp, uygarlığı yerinden yurdundan edecek sihirli bir söz söyleyeceğimi düşünmesin. Ben de kendimce Bedreddinem işte… Umarım ki bir gün birisi söyler o sihirli sözü; ben söyleyebilirsem çok daha iyi olur tabii. Tüm arzum bu…

İnsanın standartlaşması; düşüncenin, davranışın, üretimin, tüketimin ve tabii ahlakın da standartlaşmasını getiriyor beraberinde. Tüm insanlığı bu temelde eşitleme/aynılaştırma uğraşı, uygarlığın temel talebi. Parolası kâr, işareti tüketim… Uygarlığı omuzlayan bir hayat yok düşlerimin arasında. Kim yeğlemez ki, gözleri iri, ince parmaklı, geniş kalçalı bir hayatı omuzlamayı. Aşağıdaki yazı böylesi bir ”düş” dünyasının ürünü olarak okunmalıdır.

Dile düşmeden eş-dost arasında, huzursuzluktan, huzura öyle varmak isterim. Bütün bir hayatın karşılığı ölüm değil mi sonuçta! Ölümsüzlükle lekelenmiş hayatın içindeyiz sanki; hayal dünyasının sınırsız ülkesinde… Sahiden, geçelim artık bizi o sahte öğütlerle besleyen uygar zamanları. Zira, zaman dar, vakit yakın… Yeni bir yer bulmalı kendimize; bizi diri bir şehvetle bekliyor gelecek. İhtimaller ülkesinde, imgeden, imajdan, moda hallerden medet umuyor insanlar hâlâ. 

Farkındayım, bugüne kadar az konuştum, çok sustum. Şimdi bana bir mucize gerek, karanlığın karnında sıyrılmış bıçak gibi parlayan. Onca insan yürürken ganimetin içinde, kim vermişti bana yaşadığım bu hayatın tarifesini. Öyle bir ses, öyle bir koku, öyle bir endam esintisi gelmeli ki, bilinmeyen uzaktan sezgilerim ayaklansın; beni yeniden bana anlatsın. Uygarlığın sihri bozulsun. Yaklaşan kışa, her türlü soğuğa karşı beni korusun. Bu hayatın bana tahsis ettiği yer geçmişte kalsın. Biliyorum, öldürücü bir talep bu, uzaklaştıkça parlayan.

Hangi dinî ayet beni dağıttı da toparlanamıyorum; bu mudur hisseme düşen pusula? Kalemden, kelamdan, sözden anlayan var elbette şehrimde; Zülfükâr’dan anlayan da… Hangi yurt yakışırdı bana, şık bir elbise gibi. Biliyorum ben de gençtim vaktiyle; şimdi fazlasıyla orta yaş durağındayım. “Durağındayım” dediğime bakmayın; duran bir şey yok hayatta. İnsanın aynı suya iki kez giremediği bir ortamda, anayurt toprağına kürek çekiyoruz işte.

Uygarlığın vaatleriyle işim yok artık. Bana yeni zamanlar takvimi gerek. Ölüm sözcüğüyle azalmak yerine, sevmek sözcüğüyle çoğalmak gerek. Baksanıza, yoksul bronzlaşıyor sokaklarda. Çaresizlik, kış mevsiminde, üzerinde askılı yaz giysisi gibi duruyor. Beni itaatsiz kılan günler işte bu günler. Bu günlerde tükendi tabiat ana; sözümüz tükenmemişti daha. Artık itibarlı kişilere itinalı davranışlar benim için kullanılmış eşyadan farksız. Uygarlığın tüm olasılıklarının dışına çıkmak tek amacım. Her türlü sınavda tek seçeneğim “hiçbiri”. Vardır elbette bunun bir açıklaması; tasarlanmış bir tercihtir bu zira.

Düşünüyorum da, bahar yağmurlarıyla yıkanmış, güneşle durulanmış, dudakları taze, kaşları özenle alınmış, her yanından sağlık fışkıran, her durumda doyumsuz bir seyir tadı veren bir yaşam gerek bana. Bana, kâbesi insan, mekânı zaman, ruhu nehir insan öyküleri gerek. Silahları çatılmış bir uzlaşmadan bahsetmiyorum; harfleri çatılmış haysiyetli bir yaşamdan söz ediyorum. İşte bunun için sevmiyorum uygarlığı. Çünkü bedenim öteki ülkesine gitmeden çok gülelim istiyorum; herkes kendi lisanıyla konuşurken bile. Niye yalan söyleyeyim, bunları önce kendim, sonra herkes için istiyorum. Her canlı, hayata aşkla bağlansın diye. Belki sebatkâr kaplumbağanın adımlarından yavaştır adımlarım; hız insanın ruhunu öldürür, biliyorum. Amaç elbette hedefe varmak ama daha da önemlisi o “kutlu” yolda yürümek. Farkındayım, çoğunluğa göre aksi istikametteyim; evet ama çiçekler ve böceklerle eşit mesafede, aynı yöndeyim.

 Uygarlığın sloganı olan, vatan, millet, bayrak, din ve tüm bunları kutsayan ideolojiler “alın ananızı da gidin”. Zira, soframıza tüm kötülükleri buyur edenler sizlersiniz. Leonardo Cohen bir şarkısında: “Herkes biliyor iyi adamların kaybettiğini/ Herkes biliyor bu dövüşün hileli olduğunu” diyordu. Onlar; kadın, kız, erkek; zengin, yoksul ayrımı yapan, cinsiyete göre ahlâk besleyen, barışı kınayan, savaşı kutsayan adına uygarlık dediğimizdir.

 Biliyorum, bazılarınız, elinde ne varsa, onu düzeltmeye, denetlemeye, kontrol etmeye çalışıyor. Onlara sözüm, uygarlığın içinde kalarak onu düzetmezsiniz. O, dönüp- dolaşıp sizi denetler, düzetir, kontrol eder.

 Öğrenelim artık bu dövüşün hileli olduğunu.

 Uygarlığınızı alın gidin!

Sonra…?

Sonrası iyilik sağlık…

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)