Türkiye siyasetinde uzun yıllardır bir sis perdesi ardında sürdürülen “çözüm süreci” tartışmaları, bu kez oldukça dramatik ve alışılmadık bir şekilde gündeme geldi: PKK, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı. Ancak bu açıklamanın zamanlaması, arka planı ve biçimi, yeni bir dönemin başladığını müjdelerken aynı zamanda eski hesapların yeni şekillerde yeniden açıldığını düşündürüyor.
Olağanüstü Kongre: PKK, Sahneden Çekildiğini İlan Etti
5–7 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Olağanüstü 12. PKK Kongresi, örgütün feshi ve silah bırakma kararıyla sonuçlandı. Açıklamada, örgütün tarihi misyonunu tamamladığı, Kürt meselesinin artık silahlı mücadeleyle değil, demokratik siyaset yoluyla çözülmesi gerektiği vurgulandı. Bu kararla birlikte, PKK adıyla yürütülen tüm çalışmaların sona erdiği ilan edildi.
Bu kararın mimarı olarak gösterilen isim ise hiç şaşırtıcı değil: Abdullah Öcalan. 27 Şubat’ta İmralı Adası’nda DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşme sonrası yayımlanan çağrısında Öcalan, örgüte “tarihi görevini tamamladı” diyerek silah bırakma ve örgütsel fesih önerisinde bulunmuştu. Karar, hem PKK kamuoyuna hem de Türk siyasetine bir “yeni sayfa” olarak sunuldu.
TBMM’ye ve Topluma Çağrı
PKK’nın açıklamasında dikkat çeken bir başka nokta ise “bu kararın uygulanmasının Önder Apo’nun süreci yönetmesine” bağlanmış olması. Açıklama, meclise, hükümete ve topluma açık bir çağrı içeriyor: Demokratik siyasete alan açılması, hukuki güvencelerin oluşturulması, Öcalan’ın süreci yönetecek pozisyona getirilmesi.
Bu, yıllardır İmralı’da tecrit altında tutulan bir siyasi figürün, doğrudan yeniden merkezi bir aktör olarak konumlandırılması anlamına geliyor. Açıklamada kadınların, gençlerin ve Kürt halkının öz örgütlülük temelinde “komünal demokratik toplumu inşa etmesi” gerektiği de vurgulanıyor. Bu söylem, Öcalan’ın 2013-15 çözüm sürecinde geliştirdiği “demokratik konfederalizm” doktrinine yeniden atıf yapıyor.
Bahçeli’nin Gölgesindeki Barış: Gerçek Dönüşüm mü, Siyasi Manipülasyon mu?
PKK’nın açıklaması kadar şaşırtıcı olan bir diğer gelişme ise bu sürecin önünü açan aktörlerden birinin, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli olması. Ekim 2024’te TBMM’de DEM Partili yöneticilerle el sıkışarak dikkat çeken Bahçeli, 22 Ekim’de yaptığı açıklamada Öcalan’a seslenmişti:
“Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey olmaz diyenlere sesleniyorum. Şayet tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini haykırsın.”
Bu açıklamalar, sadece MHP tabanı için değil, Türkiye’deki tüm siyasi gözlemciler için şok etkisi yaratmıştı. Yıllarca “İmralı ile pazarlık” iddialarını vatan hainliğiyle eş tutan bir siyasi çizginin, birdenbire Öcalan’ı meşru bir aktör olarak tanımlamaya başlaması, 2025 Türkiye’sinde artık siyasetin bildik ezberlerle açıklanamayacağını gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bahçeli’ye verdiği açık destek ise bu sürecin bir “koalisyon mutabakatı” çerçevesinde yürütüldüğünü düşündürüyor.
Sorular ve Belirsizlikler
PKK’nın silah bırakması, kuşkusuz ki Türkiye açısından önemli bir gelişmedir. Ancak açıklamadaki vurgu, bu sürecin Öcalan’ın liderliğinde yürütülmesi gerektiğini özellikle belirtmektedir. Bu da süreci, klasik anlamda bir “teslimiyet” değil, “pazarlıklı bir dönüşüm” olarak sunmaktadır.
Peki, bu karar Kürt siyasi hareketinin tamamını kapsıyor mu? Türkiye sınırları dışındaki PKK bağlantılı yapılar – özellikle Suriye’deki YPG ve SDG – bu kararın neresinde duruyor? Örgütün askeri kapasitesi gerçekten tasfiye mi ediliyor, yoksa yeni bir yapı mı doğuyor?
Ayrıca, siyasi iktidarın özellikle seçim sürecinde yaşadığı baskıyı hafifletmek, uluslararası meşruiyetini artırmak ve içerde “barış hamlesi” kartını yeniden açmak için bu süreci kullanması da olası. Daha da ötesi: İmamoğlu’nun tutuklandığı, muhalefetin bastırıldığı ve toplumsal muhalefetin yeniden kabardığı bir dönemde bu “barış hamlesi”, kamuoyunun dikkatini başka bir yöne çekme hamlesi de olabilir mi?
Yeni Bir Sürecin Eşiğinde miyiz?
PKK’nın fesih ve silah bırakma kararı, Türkiye’de yakın tarihinin en dramatik başlıklarından birinin kapanışı olabilir. Ancak bu kapanış, yalnızca yeni bir perdenin açılışı anlamına da gelebilir. Türkiye toplumu, bu süreçte bir kez daha şu soruyla yüzleşmek zorunda: Barış, gerçekten toplumsal bir uzlaşma mı, yoksa iktidarın yeni siyasal mühendisliği mi?
Ve daha da önemlisi: Kürt sorunu, bir kez daha sadece “tepedeki aktörler” üzerinden mi tartışılacak, yoksa bu kez gerçekten halkın katılımına dayalı bir demokratik çözüm süreci mi inşa edilecek?
- NHY / DW Türkçe, TBMM
- Beyoğlu Belediyesi CHP’de Kaldı: Çelik ve Karaahmetoğlu’ndan İlk Açıklamalar - 22 Ağustos 2025
- Tanrıkulu, Edirne Cezaevi’nde Demirtaş ve Mızraklı’yı Ziyaret Etti - 22 Ağustos 2025
- Akademide Liyakat Krizi: Konya’da Çaycı Genel Sekreter Oldu - 22 Ağustos 2025