İbn Arabî’nin Hakikati: Evrenin Birliği ile Yeryüzünün Mücadelesi Arasında

İbn Arabî’nin düşüncesi, yüzyıllar öncesinden bugüne seslenen bir evren tahayyülüdür. Onun “vahdet-i vücûd” diye kavramsallaştırdığı anlayış, var olan her şeyin tek bir hakikatin farklı suretleri olduğunu söyler. Bir taşın ağırlığında, bir kuşun kanat çırpışında, insanın kalbinde yankılanan aşkta aynı özden pay olduğunu iddia eder. Görünürde birbirinden ayrı duran, hatta kimi zaman birbirine zıt gibi gözüken olguların altında, tek bir akış vardır: varoluşun bölünmez bütünlüğü.

Bu bütünlüğü kavramak için İbn Arabî gökyüzüne bakar, yıldızların hareketini çözer, insanın içine döner ve kalbin derinliklerinde sırlar arar. Oysa aynı manzaraya bir başka gözle bakıldığında, o yıldızların yalnızca devasa kütleler olduğu, enerjilerini maddenin kendi yasalarıyla sürdürdüğü görülür. Kalbin çarpıntısı, yalnızca duygunun değil, aynı zamanda kasların ve damarların ortak ritmidir. İbn Arabî’nin “hakikatin tezahürü” dediği şey, bir başka düzlemde, doğanın kendi deviniminden ibarettir. Bu yüzden onun sözlerinde bir yandan mistik bir çağrı duyulurken, diğer yandan insanı ve evreni kendi maddi varlığı içinde kavramaya elverişli bir alan da açılır.

İnsana dair söyledikleri de böyledir. İnsan, onun gözünde Tanrı’nın yeryüzündeki aynasıdır. Her insanda ilahî olanın bir kıvılcımı vardır. Fakat aynı tabloya toplumsal bir gözle bakıldığında, insanın esasen emekle, dayanışmayla ve tarihsel mücadelelerle var olduğu anlaşılır. İnsan kendi dünyasını elleriyle kurar, doğayı dönüştürür, barınaklar, yollar, kentler yapar. Kalabalıkların ortak çabasıyla inşa edilen bu dünya, aynı zamanda insanın kendi özünü keşfettiği sahnedir. İbn Arabî’nin işaret ettiği “içsel yolculuk”, belki de bu kolektif emeğin bilinçlere yansıyan izdüşümüdür.

Onun için aşk, varoluşun en güçlü deneyimidir. Aşk insanı parçalar, yeniden kurar, sınırları aşır ve özüne yaklaştırır. Aşkı ilahî bir mertebe gibi anlatır. Ancak aşk aynı zamanda insanın maddi bağlarının da en sahici göstergesidir. Bir annenin çocuğuna duyduğu şefkat, bir işçinin arkadaşına gösterdiği dayanışma, bir toplumun zulüm karşısında kenetlenmesi de aşkın farklı suretleridir. Yani aşk yalnızca göğe bakan bir gözle değil, yeryüzüne bakan bir gözle de kavranabilir.

İbn Arabî’nin evren tasavvuru, zamanın dışında ve mutlak bir hakikat gibi görünür. Fakat her düşünce, tıpkı insan gibi tarihseldir. Onun sözleri Endülüs’ün çalkantılı coğrafyasında, doğu ile batının kesiştiği bir dönemde ortaya çıktı. Farklı kültürlerin, dinlerin ve iktidar mücadelelerinin arasında şekillendi. Bu nedenle onun eserlerindeki evrensel çağrı, bir yandan da kendi çağının gerilimlerini yansıtır. Vahdet-i vücûd, toplumsal parçalanmışlığa karşı bir bütünlük arayışının da adıdır belki.

Bugün onun düşüncesine yeniden bakarken, insanlığın karşı karşıya olduğu krizleri göz ardı edemeyiz. Su kaynaklarının tükenişi, savaşlar, eşitsizlikler, emeğin sömürüsü… Tüm bunlar, varlığın birliği fikrine yabancılaşmış bir dünyanın göstergeleri. İbn Arabî’nin diliyle, varlık parçalanmış; materyalist bir gözle ise, insan emeği ve doğa sömürülmüştür. Her iki okuma da bizi aynı soruya götürür: Nasıl yeniden bütünleşeceğiz?

Belki yanıt, onun mistik sözleriyle doğrudan değil, o sözlerin derininde saklı olan sezgiyle bulunabilir. Evren tek bir akıştır; insan bu akışın ayrılmaz parçasıdır. Bunu anlamak, yalnızca göklere dönük bir arayış değil, aynı zamanda yeryüzünde eşitlik, özgürlük ve dayanışma için verilen mücadelenin de temelidir.

İbn Arabî’nin sözleri böylece birer metafizik düşünce olmanın ötesine geçer; tarihin, toplumun ve doğanın bağrında yeniden okunabilir. Onun “hakikat” dediği şey, bir başka dille, maddenin sonsuz hareketidir. Bu hareketi kavrayabilmek için ise yalnızca mistik sezgi değil, kolektif akıl, tarih bilinci ve ortak eylem de gerekir. Çünkü insanın hakikati, göğün ötesinde değil, yaşadığı dünyanın içinde saklıdır.