12 Eylül 1980, yalnızca bir askeri darbe değildi; Türkiye’nin toplumsal dokusunu, siyasal yaşamını ve ekonomik düzenini köklü biçimde dönüştüren bir kırılmaydı. O gün tankların gölgesinde ezilen yalnızca siyaset değil; işçiler, öğrenciler, köylüler, kadınlar, aydınlar, yani toplumun bütün direnç damarlarıydı.
12 Eylül’ün “devleti kurtarma” adıyla yapılan müdahalesi, aslında halkın elinde filizlenen özgürlük umutlarını boğma girişimiydi. Aradan geçen 45 yıl, bu darbenin yalnızca bir tarihsel kesit değil, hâlâ yaşayan bir düzen olduğunu gösteriyor.
Baskının Kurumsallaşması
Darbenin hemen ardından yüzbinlerce insan gözaltına alındı, on binlerce kişi işkenceden geçti, sendikalar kapatıldı, dernekler dağıtıldı, kitaplar yasaklandı. Ancak asıl kalıcı darbe, 1982 Anayasası ile geldi. Bugün hâlâ yürürlükte olan ve defalarca “makyajlanan” bu anayasa, halkın değil, cuntanın eseriydi.
İfade özgürlüğünden örgütlenme hakkına, üniversitelerin özerkliğinden yargının bağımsızlığına kadar her alanı kuşatan kısıtlamalar, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda önünü tıkayan en büyük prangalardan biri oldu. Bugün sık sık duyduğumuz “yasakçı zihniyetin” kökleri tam da burada yatıyor.
Ekonomide Neoliberal Dönüşüm
12 Eylül yalnızca siyasi alanı değil, ekonomik düzeni de yeniden şekillendirdi. Darbenin hemen ardından Turgut Özal’ın hazırladığı neoliberal politikalar devreye sokuldu. İşçi hakları budandı, grevler yasaklandı, sendikaların eli kolu bağlandı.
Bu politikalarla birlikte sermaye sınıfı güçlenirken, emeğin payı hızla eridi. Türkiye’nin bugün hâlâ yaşadığı güvencesizlik, taşeronlaşma ve sendikasızlaştırma politikalarının kökeninde 12 Eylül vardır. Yani darbe, yalnızca bir siyasi vesayet değil; aynı zamanda neoliberal ekonominin önünü açan bir toplumsal mühendislik projesiydi.
Kültürel ve Toplumsal Etkiler
12 Eylül’ün etkisi yalnızca yasal düzenlemelerle sınırlı kalmadı. Toplumun ruhuna işleyen bir korku, sessizlik ve apolitiklik hali yaratıldı. “Siyasetten uzak dur” telkini, aslında toplumu teslim alma projesinin parçasıydı.
Bu dönemde yükseltilen milliyetçi-mukaddesatçı söylem, farklı kimliklerin görünmez kılınmasına, Kürt sorunundan Alevilerin hak taleplerine kadar birçok alanın bastırılmasına yol açtı. Bugün hâlâ demokratik hak mücadelesi veren kesimlerin karşısına çıkan duvar, o dönemin mirasıdır.
Bugüne Kalan Miras
12 Eylül’ün üzerinden 45 yıl geçti, ancak darbenin gölgesi hâlâ üzerimizde. İfade özgürlüğüne açılan davalarda, işçilerin en temel haklarının engellenmesinde, muhalif siyasetçilerin tutuklanmasında hep aynı zihniyetin izlerini görmek mümkün.
Bugün darbecileri yargılamakla övünenler bile, onların inşa ettiği düzenin koruyuculuğunu yapıyor. Gerçek bir yüzleşme, ancak 12 Eylül’ün kurduğu antidemokratik yapıların kökten değiştirilmesiyle mümkün olabilir.
Hesaplaşmadan Özgürlük Olmaz
Türkiye, 12 Eylül’le gerçek anlamda hesaplaşmadıkça, özgürlük ve demokrasi yolunda kalıcı bir adım atamaz. Bugün yaşadığımız her kriz, her baskı dalgası, her özgürlük kaybı, aslında 1980’de başlayan sürecin farklı biçimlerde sürmesidir.
12 Eylül yalnızca bir tarih değil; bitmeyen bir darbedir. Onunla hesaplaşmak, yalnızca geçmişle değil, bugünle ve gelecekle hesaplaşmak demektir.
- İmamoğlu’nun Diploma Davası Başladı: İlk Duruşmada “Yüksek Lisans” Yanıtı - 12 Eylül 2025
- Akademisyenlerden “Demokrasi Onurumuzdur” Çağrısı - 12 Eylül 2025
- 12 Eylül: Bitmeyen Darbenin Gölgesi - 12 Eylül 2025