Atatürk Havalimanı katliamı davasında verilen ve Yargıtay bozmasıyla şekillenen kararlar ile bu kararları haberleştiren gazetecilere açılan soruşturmalar, Türkiye’de IŞİD’le mücadelenin hukuki tutarlılığına ve siyasi iradenin gerçek önceliklerine dair ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Yargı Kararları Ne Söylüyor, Ne Söylemiyor?
Atatürk Havalimanı’nda 28 Haziran 2016’da 45 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı IŞİD saldırısına ilişkin dava dosyaları, yıllar sonra hâlâ yalnızca adalet arayışının değil, devletin terörle mücadele pratiğinin de tartışma başlıklarından biri olmayı sürdürüyor. Yerel mahkemenin, aralarında Djamel Slimani’nin de bulunduğu sanıklar hakkında “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve çok sayıda “tasarlayarak öldürme” suçundan verdiği ağırlaştırılmış müebbet kararları, Yargıtay tarafından önemli ölçüde bozuldu.
Yargıtay’ın bozma gerekçelerinde dikkat çeken nokta, bazı sanıkların doğrudan saldırının faili değil, örgüt üyeliği ya da yardım suçları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönündeki tespitler oldu. Bu yorum, hukuki teknik açıdan tartışılabilir olsa da, kamuoyunda “katliam dosyasında fiili sorumluluğun daraltıldığı” algısını güçlendirdi. Nitekim bozma sonrası Djamel Slimani dışındaki sanıkların tahliye edilmesi, IŞİD gibi hiyerarşik ve hücre tipi çalışan bir örgütle mücadelede “fail” tanımının ne kadar dar tutulduğunu da gözler önüne serdi.
Belgeyle Haber Yapan Gazeteciye Soruşturma
Gazeteci Alican Uludağ’ın NOW TV’de yayımlanan ve mahkeme belgelerine dayanan haberi de tam bu noktada yeniden gündeme geldi. Uludağ’ın aktardığı üzere, söz konusu haber tahliyeleri belgeleyen resmi kararlara dayanıyordu ve Slimani’nin tahliye edilmediği, yalnızca mahkûmiyet kararının bozulduğu bilgisi açıkça ifade ediliyordu. Buna rağmen, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla soruşturma başlatması, tartışmayı yargı pratiğinin ötesine taşıdı.
Bu adım, terörle mücadelede asıl tartışılması gereken hukuki ve siyasi tercihler yerine, bu tercihleri görünür kılan gazeteciliğin hedefe konulduğu yönündeki eleştirileri güçlendirdi. Belgelerle yapılan bir haberin, saldırının ardından yaşanan yeni bir IŞİD eylemi sonrasında “kamu düzenini bozma” gerekçesiyle soruşturma konusu yapılması, devletin reflekslerinin nerede yoğunlaştığına dair de önemli bir gösterge sundu.
Yargıdaki Teknik Ayrımların Sahadaki Karşılığı
Yargıtay kararlarında öne çıkan “doğrudan icra” ile “yardım etme” arasındaki ayrım, ceza hukuku açısından anlaşılır olabilir. Ancak IŞİD gibi ideolojik motivasyonu yüksek, lojistik ve insan kaynağı açısından ağ yapısıyla hareket eden bir örgüt söz konusu olduğunda, bu ayrımın sahadaki karşılığı hayati sonuçlar doğuruyor. İstanbul’dan Suriye’ye militan sevkiyatı, güvenli evlerin temini, iletişim ve lojistik destek gibi faaliyetlerin “asli fail” kapsamı dışında tutulması, yalnızca geçmiş davaları değil, gelecekteki riskleri de doğrudan etkiliyor.
Yalova’da üç polisin şehit olduğu son saldırı, bu risklerin teorik olmadığını acı biçimde hatırlattı. Hukuki süreçlerde yaratılan her boşluk, radikal örgütler açısından yeni hareket alanları anlamına geliyor. Bu nedenle mesele yalnızca “kim ne kadar ceza aldı” sorusu değil; devletin, bu tür örgütleri bütünlüklü biçimde hedef alıp almadığı sorusudur.
Siyasi İrade Ve Görünmeyen Koruma Algısı
Belgeler ve yargı kararları birlikte okunduğunda, kamuoyunda güçlenen bir başka algı da göz ardı edilemez: IŞİD ve benzeri İslamcı örgütlerin, bütün radikalliklerine rağmen siyasetin öncelikli hedefleri arasında yer almadığı düşüncesi. Bu algı, yalnızca tahliyelerle değil, davaların yıllara yayılan seyri, suç vasıflarındaki daraltmalar ve eleştirel haberciliğe yönelik baskılarla besleniyor.
Terörle mücadelede kararlılık, yalnızca operasyonel başarılarla değil; yargı süreçlerinin tutarlılığı, şeffaflığı ve kamuoyunu ikna edici niteliğiyle ölçülür. Aksi hâlde ortaya çıkan tablo, “korunuyorlar mı?” sorusunu meşrulaştırır ve toplumsal güven duygusunu aşındırır.
Yeni Yalova’lar Kaçınılmaz Mı?
Bugün gelinen noktada asıl mesele, geçmişte verilen kararların hukuki doğruluğundan ziyade, bu kararların geleceğe nasıl bir zemin hazırladığıdır. IŞİD dosyalarında fail tanımının daraltılması, örgütsel bağların tali görülmesi ve bu süreci haberleştiren gazetecilerin soruşturma tehdidiyle karşılaşması, yeni saldırıların önünü kesecek bir caydırıcılık üretmiyor.
Aksine, hukuki boşluklar ve siyasi sessizlik birleştiğinde, yeni Yalova’ların “istisna” değil, “olasılık” hâline gelmesi riski büyüyor. Terörle mücadele, yalnızca güvenlik güçlerinin sahadaki çabasıyla değil; yargının cesareti, siyasetin netliği ve basının özgürce soru sorabilmesiyle anlam kazanır.



Kaynaklar:
– Atatürk Havalimanı saldırısı dava dosyaları ve Yargıtay bozma kararları
– Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı basın açıklaması
– Alican Uludağ’ın NOW TV’de yayımlanan haberleri ve sosyal medya paylaşımları
– Resmî mahkeme karar belgeleri












