“Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla 190 gündür tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı hakkında istinaf mahkemesinin verdiği tahliye kararı, ifade özgürlüğü ile yargı pratiği arasındaki gerilimi bir kez daha görünür kıldı.
Gazeteci Fatih Altaylı, YouTube kanalındaki bir yayında kullandığı ifadeler gerekçe gösterilerek “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla tutuklanmasının ardından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin kararıyla tahliye edildi. Daire, Altaylı’nın 190 günlük tutukluluk süresini, delillerin toplanmış olmasını ve kaçma şüphesinin bulunmadığını dikkate alarak, tutukluluğun devamını gerektiren koşulların ortadan kalktığına hükmetti.
Tutuklama Süreci Ve İlk Hüküm
Altaylı, 22 Haziran’da tutuklanarak Silivri’deki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na gönderilmişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu yayının erişime engellendiğini ve programın yayından kaldırıldığını açıklamış, tutuklama kararında “milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması” gerekçeleri öne çıkarılmıştı.
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, karar duruşmasında Altaylı’yı 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırmış, “kaçma şüphesi” ve “adli kontrolün yetersizliği” gerekçeleriyle tutukluluğun devamına karar vermişti. Bu karar, basın ve hukuk çevrelerinde tutuklamanın cezaya dönüşmesi eleştirilerini beraberinde getirmişti.
İstinafın Gerekçesi: Tutukluluk Ölçüsüz Mü?
Altaylı’nın avukatları Metin Sinan Aslan, Emine Rezzan Aydınlıoğlu ve Ömer Teker’in yaptığı istinaf başvurusu üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, tahliye kararında dikkat çekici bir değerlendirme yaptı.
Kararda; suçun niteliği, delillerin toplanmış olması, tutuklulukta geçirilen süre ve ceza miktarı birlikte ele alındı. Mahkeme, tutuklamanın artık “ölçülülük” ilkesini aşar hale geldiğine işaret eden bir çerçeve çizdi. Bu yaklaşım, Türkiye’de özellikle ifade özgürlüğü kapsamındaki suçlamalarda tutuklamanın istisna olması gerektiği yönündeki evrensel hukuk ilkesini hatırlattı.
Basın Özgürlüğü Tartışması Yeniden
Altaylı’nın tahliyesi, yalnızca bireysel bir dava sonucu olarak değil, basın ve ifade özgürlüğü açısından da sembolik bir eşik olarak değerlendiriliyor. Uluslararası gazetecilik standartlarında, bir gazetecinin yaptığı yayın nedeniyle uzun süreli tutuklu yargılanması, “caydırıcı etki” yaratan bir uygulama olarak kabul ediliyor.
Bu dava, Türkiye’de yargının, özellikle siyasi içerikli suçlamalarda, tutukluluğu bir tedbir mi yoksa fiili bir cezalandırma aracı mı olarak kullandığı sorusunu yeniden gündeme taşıdı.
- NHY / Anka Haber Ajansı











