Tabuta benzeyen jandarmanın ring aracından, içi erzak dolu çöp poşetiyle indim. Silivri’ye yakışmayan yakıcı güneş yüzüme tokat gibi vuruyordu. Bakmayın, sadece 5 aydır tutukluyum; utanıyorum söylemeye ama güneşin ve dört duvarsız gökyüzünün başımı döndürmesine engel olamadım. Bir böceğin deliğine kaçtığı gibi girdim 9 No’lu’nun kapısından. Bir önceki gelişime göre değişmişti 9 No’lu Hapishane. Duvarlar boyanmış, arama bekleme kabinleri yenilenmişti. Yılda bir ziyaret ettiğim baba evine gelmiş gibiydim; yenilenen avize, sehpa, halı misali…
Yüzünde mahcubiyet saklı bir gardiyan karşıladı beni. Torbalarımı kenara bırakıp “kapı altı” denen bekleme odasına geçtim. “Üzerinde bir şey kalmasın” demeye kalmadan bir sigara tutuşturdum hemen. “Sigara yasaktı,” dedi gardiyan. “Hadi ya, burada kim bilir kaç sigara söndürdüm… Ne zaman yasaklandı?” dedim. Saçma, gereksiz bir cevap verdiğimi düşündüm. Köşeye geçip kameranın görmediği noktada sigaramı tellendirdim. Tel örgülü pencereye yaklaştım; pencere aralığında, ilk tutukluluğumda kırıp attığım, ikinci tutukluluğumda da hâlâ aynı yerde bulduğum kırık küpemi aradım. Bulamadım. İki yıl sonunda pencere aralığı temizlenmişti.
Kapı açıldı. Mahkûm kabule geçerken “Yine mi geldin?” diyen gardiyanı buldum karşımda.
“Ne zaman tutuklandın?”
“Mayısta abi.”
“Daha yeni mi buraya getirdiler?”
“Yeni geldim.”
“Çok kilo vermişsin.”
“Zayıftım be abi zaten,” deyip gülümsedik.
Mahkûm kabulde işim çok kısa sürdü; zaten önceki tutukluluklarımdan bilgilerim kayıtlıydı. Gardiyan poşetleri kontrol ederken kolayı gördü.
“Aa kola,” dedi.
“Burada yok kola bak.”
“Al iç istiyorsan.”
“Yok, biz dışarıda içiyoruz; sen iç.”
Ne denir ki…
Eşyalarım kaydedildikten sonra X-Ray’den baba evine girer gibi usulca geçtim. Kokusu bile aynıydı bu hapishanenin. Yine aynı şeyi söyleyeceğim ama baba evinde kapıyı araladığınızda her seferinde duyduğunuz aynı koku gibiydi. İlk tutukluluğumda beni karşılayan yatağımı, çarşafımı ayarlayan gardiyan yine karşıladı.
“Her şeyin hazır.”
“Eyvallah abi.”
“İyi misin, nasılsın? Yine niye geldin?”
“Yine aynı şeyden aynı yere geldik abi.”
“Hahaha, hatırlıyorsun değil mi, ilk geldiğinde ben karşılamıştım seni. İkincisinde giderken görememiştim ama.”
“Darısı buna artık…”
Poşetleri sırtladım. Han kapısı ardıma kapandı. İlk kez gördüğüm gardiyanla dört duvar arasına yürümeye başladık.
“Çok seviyorlar seni,” dedi gardiyan.
“Gelip gidiyorum ya ondandır,” dedim, burukça güldük.
Tek kişilik hücrenin önüne geldik. Demir kapı açıldı. Baba evindeki odama adımımı attım; her şey yerli yerindeydi, değişen bir şey yoktu. Hemen bir sigara yaktım. Demir kapının mazgalı açıldı.
“Ya sen mi geldin yine, gazeteci?”
“Geldim geldim. Bir öncekinde tahliye haberimi sen vermiştin, hatırladın mı?”
“Haa, doğru doğru.”
“İyi misin?”
“İyi iyi, çok yoğunuz artık.”
“Tabii, öylesinizdir.”
Temizlik malzemelerini istedim. Koğuş alışkanlığı ya… Günde üç çekpas atmak, bahçeyi, hücreyi yıkamak lazımdı. Kimse yoktu: ne Abdülhalit, ne Toso Dayı, ne Ortodoks Aslan, ne Speedy, ne Eser, ne de Başkan…
“Malta yasak!” diye bağırdım.
“Herkes bölmelere, temizlik…”
- Yeniden “Baba Evi” - 11 Ekim 2025
- Sizi Unutmayacağım, Sizi Ölümsüzleştireceğim - 4 Ekim 2025