“12 Eylül, bize sadece acı değil, direnmeyi de öğretti.”
12 Eylül 1980 sabahı, Türkiye tarihinde derin bir kırılmanın adıdır.
Bir ülke bir gecede susturuldu.
Caddelerde tanklar yürürken, insanların zihinlerinden umut, kalplerinden güven geçti.
O gün sadece yönetimler değil, yaşamlar da değişti.
Kimileri okul sıralarında, kimileri evinde, kimileri sokakta yakalandı o sabaha.
Ve o günden sonra hiçbir şey, hiçbirimiz için eskisi gibi olmadı.
Ben o zaman 15 yaşında bir lise öğrencisiydim.
Lise ikinci sınıfa gidiyordum.
Henüz dünyayı tanımaya çalışırken, adalet, eşitlik, insanlık gibi kavramların kitaplarda kaldığı bir döneme düştüm.
39 gün boyunca gözaltında kaldım, işkence gördüm. Aklınızın kabul etmediği işkenceler. Bir çocuğa bu işkenceler yapılır mı dedirten işkenceler.
O 39 gün, bir insanın yaşarken defalarca ölebileceğini öğretti bana.
O yaşta, işkence kelimesinin ne anlama geldiğini kendi bedenimde öğrendim.
Okula üç yıl devam edemedim.
Ama asıl ara, okuldan değil hayattan verilmişti sanki.
O yılların izleri, zamanla silinmedi; aksine sessizlikle derinleşti.
Aradan tam 45 yıl geçti.
Bugün 12 Eylül 2025.
O karanlık günlerin üzerinden neredeyse yarım asır geçti ama bazı acılar hâlâ taze.
Kendime sormadan edemiyorum: Ne değişti?
İnsan için, insan onuru için iyi olan ne gelişti?
Evet, artık darbe yok; ama o darbenin bıraktığı izler hâlâ aramızda dolaşıyor.
Çünkü 12 Eylül sadece bir askeri müdahale değildi; bir zihniyetin, bir korku kültürünün topluma işlenmesiydi.
O zihniyet, insanları birbirine yabancılaştırdı.
İnsan, insandan çekinir hale geldi.
Korku, bir yönetim biçimi olarak değil, bir yaşam biçimi olarak benimsendi.
Bugün 2025’te teknoloji gelişti, bilgiye erişim kolaylaştı, dünya küçüldü.
Ama hâlâ insanın insana güveni kırılgan.
Hâlâ bir cümle kurarken “acaba yanlış anlaşılır mıyım” kaygısı taşıyoruz.
Bir düşünce belirtmek, bazen en zor eylem haline gelebiliyor.
Bu, 12 Eylül’ün bıraktığı en kalıcı miraslardan biridir: Suskunluk.
Bir ülkenin üzerinden geçen en ağır sessizlik, işte bu suskunluktur.
12 Eylül, toplumun hafızasına sadece acı değil, aynı zamanda öğretilmiş çaresizlik duygusunu da kazıdı.
İnsanlar, bir şeyleri değiştirebileceklerine inanmayı bıraktı.
Oysa gerçek özgürlük, sadece düşünmekle değil, düşündüğünü dile getirmekten korkmamakla başlar.
45 yıl sonra bile, bu basit gerçeği tam olarak öğrenemedik.
Bugün, gençler başka bir dünyanın hayalini kuruyor.
Fakat onların umutlarına da geçmişin gölgeleri düşüyor.
Toplumsal hafıza hâlâ tam anlamıyla yüzleşemediği bir geçmişin yükünü taşıyor.
Okullarda, televizyonlarda, meydanlarda o günlerin konuşulmaması, unutulmasını sağlamıyor; aksine, o sessizlik içinde büyüyor.
Çünkü unutulan her acı, bir gün başka bir biçimde geri döner.
Bazen düşünüyorum:
O günlerde yaşadıklarımızdan gerçekten ders alabildik mi?
Adaletin, vicdanın, insana saygının kıymetini kavrayabildik mi?
Yoksa yalnızca şekil değiştirip aynı döngüyü yeniden mi üretiyoruz?
Eğer bir toplum, geçmişindeki acıları yalnızca anmakla yetinir ama onlardan ders çıkarmazsa, tarih daima kendini hatırlatır.
Bugün geçmişi konuşmak, suçlamak değildir.
Konuşmak, insan kalmanın, hafızaya sahip çıkmanın bir yoludur.
Çünkü hatırlamak, bir direniştir.
Unutmak ise, sessiz bir kabulleniş.
Ben hatırlamayı seçiyorum.
Çünkü o günlerin tanığı olarak biliyorum:
Unutmak, sadece geçmişi değil, geleceği de karartır.
Bir ülke, kendi gençliğini koruyamadığı sürece geleceğini de koruyamaz.
12 Eylül bunu bize en acı biçimde gösterdi.
Ama hâlâ umut var.
Çünkü her şeye rağmen yazan, düşünen, hatırlayan insanlar var.
Her yıl 12 Eylül geldiğinde, o günleri unutmayan birkaç ses, bu ülkenin vicdanı oluyor.
Belki azız, ama varız.
Ve var olmak, sessiz kalmamaktır.
Benim kuşağım, korkuyu da, umudu da öğrendi.
Şimdi geriye kalan, o iki duygunun arasında insanca bir yaşam kurabilmek.
Biliyorum, geçmişi değiştiremeyiz.
Ama geleceği, geçmişin acılarından öğrenerek inşa edebiliriz.
O yüzden diyorum ki:
12 Eylül’ü unutmayalım, ama onun karanlığında da donup kalmayalım.
Hatırlayalım, anlayalım, anlatabilelim.
Çünkü hatırlamak, iyileşmenin başlangıcıdır.
Ve belki de bu topraklarda bu gün yapılabilecek en onurlu şey, birbirimizi anlamaya çalışmak ve gerçek Barışı getirmektir.
- 12 Eylül 1980’den 12 Eylül 2025’e: Hatırlamak İyileşmenin Başlangıcıdır - 11 Ekim 2025
- 21. Yüzyılda Yeni Bir Eksen Çağı Mümkün mü? – Arslan Özdemir - 10 Eylül 2025
- Eksen Çağı ve Günümüze Etkileri - 3 Eylül 2025