Türkiye’de televizyon tartışma programları, uzun süredir kamusal aklın üretildiği alanlar olmaktan çıkıp, ideolojik sadakatin yeniden dolaşıma sokulduğu mecralara dönüşmüş durumda. Yandaş kanallarda son günlerde yaşanan tartışmalar, bu dönüşümün yalnızca görünür tezahürlerinden biri. Asıl mesele, bu tartışmaların iktidar yanlısı mecralarla sınırlı kalmayacak kadar derin, yaygın ve yapısal olmasıdır. Zira medya alanında yaşanan kriz, yalnızca iktidara yakınlık ya da uzaklık üzerinden değil; muhaliflik biçimlerinin de giderek benzeştiği bir hegemonya sorunu üzerinden okunmalıdır.
Yandaş medyada gözlenen tablo büyük ölçüde nettir. Yorumculuk faaliyeti, eleştirel düşüncenin geliştirilmesine değil, iktidar söyleminin yeniden üretilip meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Farklı isimler, farklı programlar ve farklı başlıklar altında dolaşıma sokulan şey, gerçekte aynı ideolojik çekirdeğin tekrarından ibarettir. Bu çekirdekte hakikat, ampirik veriye, analitik çözümlemeye ya da tutarlı bir metodolojiye değil; sadakate, hizalanmaya ve politik pozisyon almaya dayanır. Böyle bir ortamda tartışma, fikirlerin karşılaşması olmaktan çıkar; bir tür onay ve teyit mekanizmasına indirgenir.
Ancak mesele yalnızca yandaş medya ile sınırlı değildir. Muhalif kanalların giderek benzer bir işlev görmeye başlaması, krizin çift yönlü ve daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Muhalefet adına konuşan pek çok yorumcunun, eleştiriyi belirli bir eşikten sonra sürdürememesi; analitik derinlik tükendiğinde ulusalcı, milliyetçi ve güvenlikçi söylemlere yaslanması, bu krizin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Bu refleks, görünürde iktidara karşıt bir konumdan konuşsa da, gerçekte iktidarın kurduğu ideolojik çerçevenin dışına çıkılamadığını, hatta çoğu zaman onunla örtüşen bir dil üretildiğini ortaya koymaktadır.
Her Konuda Konuşabilen Yorumcu Figürü ve Bilginin Aşınması
Bu sürecin merkezinde, modern medya düzeninin ürettiği “her konuda konuşabilen yorumcu” figürü yer almaktadır. Bu figür, uzmanlık alanlarının sınırlarını muğlaklaştırmakla kalmamakta; bilginin niteliğini, güvenilirliğini ve kamusal değerini de aşındırmaktadır. Ekonomi, hukuk, dış politika, sosyoloji ve güvenlik gibi farklı epistemolojik alanlar, aynı kavramsal araçlarla ve benzer retorik kalıplarla ele alınmaktadır. Sonuç olarak tartışma, disiplinler arası bir zenginlik üretmek yerine, disiplin dışı bir yüzeyselliğe hapsolmaktadır.
Bu durum yalnızca bilginin değil, eleştirinin de itibarsızlaşmasına yol açmaktadır. Çünkü eleştiri, tutarlılık, yöntem ve kavramsal berraklık gerektirir. Kendi içinde çelişkili, metodolojik temeli olmayan ve büyük ölçüde duygusal reflekslerle şekillenen yorumlar, iktidarın eleştirisini güçlendirmek bir yana, onu dolaylı biçimde tahkim eder. Muhalif söylem, bu noktada paradoksal biçimde iktidarın ihtiyaç duyduğu “kontrollü muhalefet” alanını yeniden üretmiş olur.
Muhalif Söylemin Güvenlikçi Kapanı
Muhalif yorumcuların her sıkıştıklarında “anti-iktidar” ya da “Erdoğan karşıtlığı” söylemini, ulusalcılık, milliyetçilik ve güvenlikçi politikalarla tahkim etmeleri, muhalefetin demokratik iddiasını ciddi biçimde zora sokmaktadır. Bu durum, eleştirinin yönünü iktidarın belirlediği gündemlere sabitlemekte; muhalefeti, kendi alternatif dilini ve siyasal öngörüsünü kuramaz hale getirmektedir. İktidarın ürettiği kavramlarla konuşan bir muhalefetin, o iktidarın hegemonik alanının dışına çıkabilmesi mümkün değildir.
Bilimsellik, her konunun herkes tarafından konuşulabilir hale gelmesi anlamına gelmez. Aksine, bilimsellik; konuların kendi bağlamı, yöntemi ve kavramsal çerçevesi içinde ele alınmasını gerektirir. Farklı düşüncelerin dolaşıma girmesi, iktidarın dayattığı gündemlerin sorgulanması ve bu gündemlerin dışına taşan alternatif bir dilin inşa edilmesi olmaksızın, muhalefetin kendi ayakları üzerinde durabilmesi mümkün değildir. İktidarın dilinden kopamayan bir eleştiri, ne kadar sert olursa olsun, dönüştürücü bir siyasal etki yaratamaz.
Medya Alanında Hegemonik Benzeşme
Bu noktada karşımıza çıkan temel sorun, medya alanında yaşanan hegemonik benzeşme sürecidir. Yandaş ve muhalif kanallar, ideolojik olarak karşıt gibi görünseler de, tartışma biçimleri, sınırları ve kabulleri bakımından giderek birbirine yaklaşmaktadır. Her iki alanda da aynı isimlerin sürekli dolaşımda olması, ekranların bir tür kapalı devre sistemine dönüşmesine yol açmaktadır. Bu durum, kamusal tartışmanın çoğullaşmasını değil; aksine daralmasını ve tekdüzeleşmesini beraberinde getirmektedir.
Muhalif medyanın en temel açmazı da burada ortaya çıkar: İktidarı eleştirirken, onun kurduğu kavramsal dünyayı aşamamak. Güvenlik, beka, ulus ve tehdit söylemleri, eleştirel bir süzgeçten geçirilmeden yeniden üretildiğinde, muhalefet kendi siyasal iddiasını da zayıflatmış olur. Eleştiri, iktidarın dilini ödünç aldığı ölçüde, eleştiri olmaktan çıkar ve bir tür tersinden meşrulaştırmaya dönüşür.
Kaçınılmaz Olan: Biçimsel Değil, Zihinsel Bir Dönüşüm
Bugün gelinen noktada ihtiyaç duyulan şey, basit bir ekran yenilenmesi, format değişikliği ya da yüz rotasyonu değildir. Asıl ihtiyaç, medya tartışmalarının epistemolojik ve ideolojik zemininin köklü biçimde yeniden düşünülmesidir. Yorumculuğun kanaat üretmekten ziyade bilgi üretmeye, polemik yaratmaktan ziyade açıklamaya yönelmesi zorunludur. Aksi halde medya, yalnızca gürültünün, öfkenin ve tekrarın dolaşıma sokulduğu bir alan olmaya devam edecektir.
Türkiye’de medya krizi, iktidarın baskıcı politikalarıyla derinleşmiş olsa da, muhalif alanın kendi sınırlarını sorgulamadan bu krizden çıkması mümkün değildir. Değişim ertelendikçe, ekranlarda dolaşan söylemler daha sert ama daha boş, daha yüksek sesli ama daha az ikna edici hale gelmektedir.
Bugün yaşanan tartışmalar, bu tıkanmanın artık gizlenemez olduğunu göstermektedir. Kamusal aklın yeniden inşası, ancak eleştirel düşüncenin kendi konfor alanlarını terk etmesi, iktidarın dilinden kopması ve alternatif bir hegemonik anlatı kurma cesaretini göstermesiyle mümkün olabilir. Aksi halde medya, yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de kendini tekrar ettiği bir aynaya dönüşecektir.
- Yandaşlık, Muhaliflik ve Yorumculuğun İdeolojik Tıkanması - 31 Aralık 2025
- Deprem Sonrası Övünç: Adaletin Yerine Konut Sayısı Konabilir Mi? - 27 Aralık 2025
- Irkçılık ve Kadın Düşmanlığı: Aynı Karanlığın İki Yüzü - 24 Aralık 2025
















