Anti-Entelektüalizm Bir Virüstür: Demokrasiyi İçerden Çürüten Küresel Bir Tehdit

Eğitim felsefecisi Michael A. Peters, anti-entelektüalizmi yalnızca bir kültürel eğilim değil, kamuoyunu enfekte eden ve demokrasiyi içeriden çürüten bir “virüs” olarak tanımlıyor; McCarthycilikten Trumpizme uzanan hatta, düşünce karşıtlığının nasıl sistematik bir siyasal silaha dönüştüğünü tarihsel ve teorik bir çerçevede ortaya koyuyor.

McCarthycilikten Post-Truth Çağına Uzanan Hat

Yeni Zelandalı akademisyen ve eğitim felsefecisi Michael A. Peters, “Anti-Intellectualism Is a Virus” başlıklı kapsamlı makalesinde, anti-entelektüalizmin her çağda ve her kültürde farklı biçimler alarak yeniden üretildiğini savunuyor. Peters’e göre bu olgu, 1940’ların sonu ve 1950’lerde ABD’de Joseph McCarthy öncülüğünde yürütülen Kızıl Korku (Red Scare) sürecinde açık biçimde kurumsallaştı.

Kanıta dayanmayan “ihanet” ve “komünizm” suçlamalarıyla akademisyenlerin, yazarların ve kamu görevlilerinin hedef alınması, Peters’e göre yalnızca bir güvenlik refleksi değil; entelektüel faaliyetin sistemli biçimde itibarsızlaştırılmasıydı. Bu süreçte anti-entelektüalizm, dinî fundamentalizmle ve popülist milliyetçilikle birleşerek ilerici siyasal akımları bastırmanın aracı haline geldi.

Hofstadter, Marcuse Ve Kamusal Entelektüelin Gerileyişi

Peters, analizini Richard Hofstadter’in klasik eseri American Life’ta Anti-Entelektüalizm üzerinden derinleştiriyor. Hofstadter’in, Amerikan kültüründe “eğitimli sınıflara duyulan halkçı kuşkuya” dikkat çektiğini hatırlatan Peters, bilginin demokratikleşmesinin paradoksal biçimde entelektüel düşmanlığı da büyüttüğünü savunuyor.

Makale, 1960’larda Herbert Marcuse ve Frankfurt Okulu’nun etkisiyle ortaya çıkan “organik entelektüel” figürünü, özgürlükçü ve dönüştürücü bir karşı örnek olarak ele alıyor. Peters’e göre Marcuse, düşünce ile eylemi birleştiren nadir figürlerden biriydi; ancak bu damar, sonraki yıllarda hem sağ popülizm hem de sol içi anti-entelektüalizm tarafından zayıflatıldı.

Sağdan Ve Soldan Anti-Entelektüalizm

Makale, anti-entelektüalizmin yalnızca sağ siyasete özgü olmadığını da vurguluyor. Peters, “aktivizmcilik” (activismism) olarak tanımlanan ve teoriyi küçümseyen bir sol pratik biçiminin de düşünsel çoraklaşmaya yol açtığını belirtiyor.

Bu yaklaşımda “eylem”, kendi başına bir ahlaki üstünlük kriterine dönüşürken, sistem analizi, tarihsel bağlam ve teorik tartışma gereksiz görülüyor. Peters’e göre bu durum, özellikle neoliberalizm karşıtı mücadelelerde ciddi bir stratejik körlük yaratıyor.

Yeni Medya, Fake News Ve Anti-Entelektüel Replikasyon

Peters, anti-entelektüalizmi bir “virüs” metaforuyla açıklıyor: Kendi başına yaşamayan, ancak kamusal söylem içinde çoğalarak etkisini artıran bir yapı. Dijital medya ekosistemi, bu virüs için ideal bir taşıyıcı görevi görüyor.

Post-truth (hakikat-sonrası)” siyaset, sahte haberler, Twitter merkezli siyasal iletişim ve güçlü lider kültü, Peters’e göre çağdaş anti-entelektüalizmin başlıca araçları. Donald Trump örneği üzerinden, basit, dürtüsel ve saldırgan söylemin, düşünceye dayalı kamusal tartışmanın yerini aldığına dikkat çekiliyor.

Çözüm: Kamusal Eğitim Ve Eleştirel Pedagoji

Makalenin temel savı net:
Anti-entelektüalizmin panzehiri, eleştirel düşünceyi, kamusal tartışmayı ve demokratik pedagojiyi merkeze alan bir eğitim anlayışı.

Peters, öğretmenleri ve akademisyenleri yalnızca bilgi aktaran değil, “kamusal entelektüeller” ve hatta filozoflar olarak konumlandırıyor. Çünkü ona göre, “zararlı fikirler sorgulanmadığında, yalnızca yanlış değil, yıkıcı olurlar.”


Kaynak:

  • Michael A. Peters, Anti-Intellectualism Is a Virus, 2018
  • Richard Hofstadter, Anti-Intellectualism in American Life
  • Herbert Marcuse, One-Dimensional Man
  • Brian Ott, “Donald J. Trump and the Politics of Debasement”
  • Peters, Rider, Hyvönen & Besley (2018), Post-Truth Politics