Zaman satıyoruz!

Piyano, taş gramofonlar, radyo, keman, şamdan, lamba, fincan, biblolar, tablolar, pikap, masa, çakmak, köstekli saatler… Her birinin ayrı bir hikâyesi var. Her dönem ilgi gören antikacılık da şu ara piyasa durgun olsa bile hatırı sayılır bir hareketlilik var. Bulması zor ve maliyetli olan bu eski eşyaların yenileri yapılmak istense dahi geçmişi olan, anısı olanların önüne geçmiyor. Babasından devraldığı mesleği büyük bir aşkla yapan Neslihan Öğüt, “Biz aslında hikâyeler, biriktiriyoruz ve aynı zamanda zaman satıyoruz. Zaman hiçbir şey ile satın alınmaz. Ama ben zaman satıyorum.” dedi.

Gramofonlar, taş plaklar, köstekli saatler, fötr şapkalar…   Eşyaların ruhu bohem bir hava yaratmış.. Burada olmak zamanın peşi sıra sürdürülen yolculuğun düşü gibi… “kayıp ve yakalanan zaman” bir arada… Burası zamanın izinde, geçmişin izleri ile geleceğin düşleri arasında mekik dokuyan bir mekân… Geçmiş bitmemiş!.. Zaman; şarkıların, resimlerin, kitapların ve umutların içinde sonsuz bir nehir gibi yenilenerek akıyor… Ankara’nın Küçükesat Mahallesi’nde bulunan BabaAntik dükkanı zamanı yakalamaya çalışan mekânlardan… Baba Antika, Ankara’nın en sevilen ve yeşil semtinin ortasında kendine yer bulmuş… Babası Mösyö Cevdet yaşamını kaybedince baba mesleğini büyük bir aşkla yapıyor Neslihan Öğüt. Öğüt ile sohbet ederken beynimde İbrahim Okçuoğlu’nun çevirisiyle yayınlanan Julies Fuçik’in hayatını anlatan “Dar Ağacından Notlar” kitabından satırlar uçuşuyor. Kitap, Fuçik’in tutsaklık koşullarında küçük kağıtlara yazdığı ve bin bir zorluklarla dışarıya ulaştırdığı notlardan oluşuyor. Julies Fuçik’in eşi ve aynı zamanda yoldaşı olan Agustina Fuçik bu notları tek tek bularak bir araya getirerek oluşturmuş bu kitabı. Zamanı en iyi tarif eden kitaplardandandır “Dar Ağacından Notlar”…

Zamanı şöyle tarifler Fuçik:

“Bir insanın hayatında öylesine çok gün yok. Ama yine de günlerin çabuk daha çabuk geçmesini istiyor insan. Uçup giden, durdurulamaz olan, sürekli damarlarını sağan zaman, ne gariptir ki senin dostundur. Yarın dün oldu. Yarından sonraki gün bugün oluyor. Ve yine geçip gitti. Zaman, acıkmış gibi, hayatımın küçük kesimlerinden son parçayı kopartıyor…”  Bir de  “Zamana Karşı” filmini es geçemeyeceğim… Yapımcılığını ve yönetmenliğini Andrew Niccol’un yaptığı filmde de  insanlar birbirine zaman satıyor… Para yerine zaman satılır… Otobüse biniyorsunuz ya da yemek yiyeceksiniz  hayatınızdan yani zamanınızdan veriyorsunuz… Yaptığınız günlük bütün aktiviteler zamanınızdan yani yaşamınızdan gidiyor. “Zamana Karşı” filmi her bir saniyenin yaşamda ne kadar önemli olduğunu sarsıcı bir şekilde dile getiriyor.

MESLEĞİ BABADAN DEVRALMIŞ

Babadan antikacılık mesleğini devralan Neslihan Öğüt, Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun. SGK’dan emekli olan Öğüt, “Antikacılık çok keyifli bir iş ama insanların önce karnını doyurması gerekiyor” diyor. Önceliklerin zamanla değiştiğini belirten Öğüt, antikacılığın artık lüks olduğunu belirterek, “Eskiden lüks değildi. Çünkü eskiden insanlar yaşamayı seviyordu. Ama artık öyle değil. İnsanların önce karnını doyurması gerekiyor. Ekonomik istikrarsızlık nedeniyle bizim işlerimiz de azaldı sekteye uğradı” dedi.

MÖSYÖ CEVDET…

Öğüt, antikacılıkla 4 yıldır ilgilendiğini belirterek,  antikacılığı şöyle tarifliyor: Yaşamak ve yaşatmak… Antikacılığın babasından kaldığını ifade eden Öğüt şöyle konuştu:

“Benim babam İtfaiye Meydanı’nda Mösyö Cevdet Öğüt diye anılırdı. 2015 yılında babamı aniden kaybedince kendimi birdenbire dükkanda buldum. Anlamadığım bir işti antikacılık. Devredeyim ya da satayım diye düşünürken kendimi burada buldum. Babamı kaybettikten sonra 3 yıl boyunca onun yaşadığı mekânda babamı yaşatmaya çalıştım. Daha sonra bir tık daha ileri gitmek istedim ve Küçükesat’ta da bir antika dükkanı açtım. Ama İtfaiye Meydanı’ndaki dükkan da hâlâ aktif.”

BABAM BU İŞİN PİRİDİR

Öğüt, “1940 doğumlu olan babam PTT’den emekli olduktan sonra antikacılığa başlıyor. Bu işin piridir babam. Kafasında fötr şapkası, deri montu kendine özgü çok farklı bir kişiliği vardı. Bilgi küpüydü muhteşem bir adamdı. Şöyle bir anısı var sizinle paylaşmak isterim… Bilkent Üniversitesi’nden röportaj yapmak için babama geliyorlar dükkandan kovmuş onları. Sonrasında yönetmeni babamı bir şekilde ikna etmiş. Çok güzel bir röportaj yapıldı babam ile ilgili. Belgeselin ismi “Mösyö” Belgesel Türkiye’de yayınlanmadı. Yurt dışında yayınlandı. 2013 yılında çekilen belgesel 5 tane ödül aldı. Babam müzik dinlemeyi gramofon ile uğraşmayı şarkı söylemeyi çok severdi.” diye konuştu.

KULAÇ ATIYORUZ

Küçükesat’taki mekânı daha yeni açtıklarını belirten Öğüt, “Asıl gerçek dükkan İtfaiye Meydanı’ndaki dükkan asıl gerçek hayat da orası. Hergele Meydanı denilir İtfaiye Meydanı’na. Aslında orijinal kelimesi “Her gelen Meydanı.” Ankara’ya her gelen İtfaiye Meydanı’na gelirmiş. Orası çok kozmopolit. Çok renkli bir yerdir. Oranın insanları da inanılmaz renklidir. Orada parası olan da var parası olmayanda. Orada bir ürünü bir daha bulma şansın yoktur asla bulamazsın.” dedi.

Büyümeye çalıştıklarını ve bu nedenle Esat’a da dükkan açtıklarını belirten Öğüt, “İtfaiye Meydanı’nda yüzüyorduk burada kulaç atıyoruz.” dedi.

HİKAYE BİRİKTİRİYORUZ

“Her eşyanın bir hikayesinin olduğuna inanıyorum” diyen Öğüt, “Mesela bende bir radyo vardı. Radyonun üzerine çay ya da kahve dökülmüş. Radyoya bakarken bazen diyorum ki kimler burada hangi haberleri ve hangi müzikleri dinledi. Bu radyonun sahibi öldü mü yaşıyor mu çok ünlü biri mi diye bir sürü soru aklıma takılıyor. Bütün eşyaların mutlaka bir hikâyesi vardır. Biz aslında hikâyeler, biriktiriyoruz ve aynı zamanda zaman satıyoruz. Zaman hiç bir şey ile satın alınmaz. Ama ben zaman satıyorum.” dedi.

Antikacılıkta en çok taş plakları çok sevdiğini belirten Öğüt, taş plaklardan koleksiyonu olduğunu ifade ederek şöyle konuştu:

“Analog kayıtlar çok hoşuma gidiyor. 1960-65 yıllarında taş plağın üretimi bitti. Gerçek insan seslerini dinlemek beni çok keyiflendiriyor. Ben de bulunma halini seviyorum taş plakların. Antikayı yıl ve hikâyeler belirliyor. Ürün az basılır bu bir antika sayılır. Bin tane ürün basılmıştır sizin elinize bir tanesi geçmiştir. 80 milyon kişinin içinde bir tane ürün size muhteşem bir duygu. Mesela taş plakta alacağınız en yeni ürün 50 yıllıktır. Düşünsenize 50 yıl önce yapılmış bir ürünü satıyorum. Bir şeye antika diyebilmek için bir tarih zamanı süzgeci içinden geçmiş olması hem de en azından belli bir sanatsal özelliği olması gerekir. Bir eşyaya antika diyebilmek için üzerinde bir iş, emek sanatsal bir özellik olması gerekir.”

PARASI OLAN HERKESE ÜRÜN SATMIYORUM!

Antikacılığın ruhunu doyurduğunu belirten Öğüt, “Herkesin sahip olamadığı eşyalara sahip olduğumu düşünüyorum. Bu durum tabi ki bir farklılık yaratıyor. Paranızın olması sizin bu eşyaları satın alabileceğiniz anlamına gelmiyor. Mesela herkes parasını bastırıp her ürünü alamaz. Çünkü o ürünü alacak kişiyi benim sevmem ve o kişinin aldığı ürünün kıymetini bildiğine inanmam lazım. Ürünü alan kişi ilk önce o ürünü hak edecek. Geçmişten geleceğe taşıyorsunuz. İnsanlar ölüyor ama eşyalar ölmüyor. Keşke her ürünün hikâyesini bilebilsem…” dedi.