Yarıştırmayı Değil Anlaşılmayı Bekleyen Çocukların Çığlığı

2018-2019 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 18 Ocak 2019 tarihinde sona erdi, 920 bin 524’ü resmi eğitim okullarında, 200 bin 701’i de özel okullarda olmak üzere toplam 1 milyon 121 bin 225 öğretmen  ve 18 milyona yakın öğrenci yarıyıl tatiline girdi.

Girdi de nasıl girdi?

Çoğunun hafta sonları bile çalınan, her gün okul çıkışı bir dizi ödevle eve gönderilip gündüzleri yetmezmiş gibi gecelerine de ipotek konulan çocuklarımızın şimdi de 15 günlük tatilleri alınmak isteniyor ellerinden; “daha fazla başarı” adına verilen ödevlerle.

Veli, öğretmen, okul ve sistem çocuklardan sürekli olarak daha fazlasını istiyor ama çocuklarımızı mutlu edecek neler yapabiliriz, neyi verebiliriz sorularına tıkıyorlar kulaklarını.

Oysaki çocuklarımız çok şey istemiyorlar onlardan; sadece anlaşılmayı ve hiç değilse on beş günlük tatillerine dokunulmamasını, başarıyı ya da başarısızlığı tek başına notlarla ölçülmemesini istiyorlar.

Piyasalaşan, itibarsızlaştırılan, bilimden, sanattan, doğadan kopan eğitim sistemi ilgi yaratmadan, somut düşünme çağında olan çocuklarımıza soyut kavramlarla bilgilendirmeye çalışıyor; zihinsel, duygusal, bedensel gelişimini   gözardı ederek.

Adı “özel” olan, aslında özel olmasını paradan alan ve giderek kamusal eğitim hakkını ikinci plana atan özel okulların çoğu, eğitim adına yapılabilecek tüm olumsuzlukları yapıyorlar. Öğrenci kaybetmemek adına çocukları kolaya alıştırıyorlar, keşfetme, araştırma, deneme ve yanılma yoluyla gerçeklere ulaşma istek ve cesaretlerini kırıyorlar.

Şişirilmiş notlar bunun en tipik örneğidir. Biraz çaba gösteren öğrencilerin karne notu ortalamaları 90-100 arasında. En düşük notları 50. Bu yüksek notlara aldanan öğrenciler, yeterli olduklarını düşünerek daha fazla çaba harcama yolunu seçmiyorlar, kısa süreli hafızalarındaki bilgilerle geleceği kazanacakları yanılgısına düşüyorlar.

Evet; karneler alında, kimisi sevinirken kimisinin sevinci karneye takıldı. Kıyaslamalar, aşağılamalar, abartılı ödüllendirme ve cezalandırmalar yaşanıyor çoğu evde.

Onların duygu ve düşüncelerine saygılı olan,  yaş aldıkça içimdeki öldürmediğim çocuğu daha fazla sevip, koruyarak; sevgileri karnelerine takılan tüm çocukların, gençlerin duyulmayan sesi olarak, onlar adına içimdeki çocuğu konuşturmak  istiyorum:

“Bizi biz olarak sevin, başkasıyla kıyaslayarak değil.

Bizdeki farklılığı keşfedin, başkasıyla yarıştırarak değil.

Bize destek olun ama beklentilerinizi dayatarak değil.

Bağlılık isteyin bizden ama bağımlı kılarak değil.

Söz hakkınızı kullanın ama sözümüzü keserek değil.

Zor günümüzde yanımızda olun ama başımıza kalkarak değil.

Sorumluluk isteyin bizden ama sorumsuzluk yaparak değil.

Davranışımızı eleştirin ama kişiliğimizi yaralayarak değil.

“Yalan söylemek kötüdür” diyin ama yalan söylemeyi sizlerden öğrendiğimizi unutarak değil.

Koruyun, kollayın bizi ama kanatlarımızı kırıp tek başımıza uçmamızın önüne geçerek değil.

Karnemizdeki zayıf notlara tepki verin ama başarısızlığımızın  sayılardan ibaret olmadığını da bilin.

“Çok çalışmalı” diyen öğretmenlerimize kulak verin ama başarısızlığımızın asıl nedenin de öğretmenlerimizin hatalı öğretme yöntemlerinde yattığını da bilin.” 

Çocuklarımızın yaşam sevinçlerinin karnelere takılıp kırılmadığı, bilimden, felsefeden, sanattan, edebiyattan kopulmadığı, doğru-yanlış arasına sıkıştırılıp nefeslerinin kesilmediği, “dindar ve kindar nesiller” yetiştirmek amacıyla körpe beyinlerin hurafelerle doldurulmadığı, laik ve demokratik bir sistemin kurulduğu günleri hep birlikte görmek ve yaşamak umuduyla hoşça kalın diyorum.