Yakasının beyazını alamamış olanlar!

Üniversiteden mezun olmuş ama bir türlü beyaz yakalı olamamış olanlardır AVM çalışanları. “Parlak” görünürler ama “sönük”türler… AVM’de çalışmak bütün gün günışığını göremeyip, rüzgârı hissedememektir… Günlük yaşamımızda önemli bir yer tutan fakat çok da fark etmediğimiz detaylarıyla AVM’leri, AVM çalışanlarını ve çalışma koşullarını eğitimci Nuray Türkmen’e sorduk.

Kendinizden biraz bahseder misiniz?

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yetişkin Eğitimi Bölümü’nde doktora yapıyorum. Doktora tezim AVM çalışanlarının öğrenme deneyimleri üzerine. Aynı zamanda Ankara Dayanışma Akademisi üyelerinden biriyim.

Ankara Dayanışma Akademisi…

Bir grup akademisyenin üniversite dışında kendi programını oluşturduğu ve bir tür akademik faaliyet yürüttüğü zemin. Akademisyenlerin dayanışma ağı da diyebiliriz.

Nedir AVM biraz anlatır mısınız?

Kentte yaşayanların kimi zaman alışveriş yapmak kimi zamansa yalnızca “gezinmek” ya da “eğlenmek” amaçlı gittikleri AVM’ler, yoruculuğundan çoğu zaman yakınılsa da neredeyse hepimizin bir şekilde uğradığı mekânlar. AVM’lere daha yakından baktığımızda her ne kadar esas odak tüketim gibi görünse de tüketim odağını güçlendirebilecek pek çok kurucu unsurun daha çok olduğunu fark ederiz rahatlıkla. AVM sermayesinin sözcüsü ve uygulayıcısı olan İK (İnsan Kaynakları) tarafından çeşitli kampanyalarla duyurulan sosyal sorumluluk projeleri, özel günlerde yapılan çeşitli etkinlikler, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere AVM’nin çeşitli yerlerine yerleştirilmiş olan kitap, giysi, pil kutuları, çevre duyarlılığı gerekçesiyle parayla satılan alışveriş poşetleri gibi daha pek çok “duyarlılık”, “sorumluluk” değerleriyle yüklü bir dünya ile sarmalar tüketiciyi bu mekânlar.

AVM HAYVAN SEVGİNİZE SESLENİR!

Nasıl sarmalar peki?

Hasta olduğu yüzlerinden ve doğrudan hareketlerinden anlaşılabilecek bir çok AVM işçisi hasta olmasına rağmen yarım gün dahi izin alamazken bir bakmışsınız AVM’nin restoran katına şöyle bir pano konmuştur. “Sevimli dostlarımız aç kalmasın diye tabağınızda kalanları hayvan barınaklarına götürüyoruz. Bu yüzden yemeklerin içine kürdan çatal vb. bırakmayınız.”

AVM hayvan sevginize seslenir. Mesai saati akşam 10’da bitmesine rağmen son müşteri çıkana ve reyonlar, kabinler toplanana kadar çıkışın 11’e kadar sürebildiği ve bu yüzden uyumadan, çoluk çocuğunu görmeye yetişemeyen binlerce AVM işçisi vardır. Oysa aynı AVM çocuk sevginize seslenir. Bir bakmışsınız AVM’nin bir köşesinde “kimsesiz çocuklar için yardım kutusu” vardır.

.

AVM’de gün içinde şatafat sağlam tutulsun ve görsele halel gelmesin diye tüketilen onca enerji kaynağına rağmen bir bakmışsınız AVM’nin bir köşesine “geri dönüşüm kutuları”, “pil kutuları” konmuştur. AVM çevre duyarlılığınıza seslenir. AVM’de çalışan onca işçi kendi düğünleri için dahi beş gün bile izin alamazken bir bakmışsınız AVM nişanlıları, evlilik planları yapanları, yuva kuranları “Evlilik Günleri”ne davet etmektedir. AVM evliliğin ve ailenin kutsallığına seslenir.

Bu seslenişlerin hepsi bize esasında şunu söyler: “Burası yalnızca sizin para harcayacağınız ve tüketeceğiniz bir mekân değil; buradaki varlığınla aynı zamanda hem eğlenerek sosyalleşip hem de maneviyatını güçlendirebilirsin sayın ‘ziyaretçi’.”

AVM KÜLTÜRÜ ARTIYOR

AVM’lerin işleyişini bize biraz anlatır mısınız?

2017 verilerine göre Türkiye’de toplam 397 AVM var ve Ankara, içinde en fazla AVM bulunan ikinci kent. Tam 38 AVM var Ankara’da. AKP döneminde AVM sayısında büyük bir artış oluyor. İnsanların dışarda sosyal yaşamlarını geçirebileceği alanlar yok. Dolayısıyla AVM’nin kendisi bir tüketim alanı ve bir tür de sosyalleşme mekânı olarak organize ediliyor. AVM’ler sadece bir ürün satışı üzerinden değerlendirebileceğimiz mekânlar değil. AVM’lerde çocuklar için oyun alanları, sinemalar, cafeler, çeşitli etkinlikler ve projeler yapılıyor. Örneğin “evlilik günleri” gibi…

İnsanların aslında pek çok “sosyal ihtiyacı”nı karşılamaya yönelik organizasyonel bir işleyiş de var. AVM’lerin kendisi, örneğin bir tüketim stratejisi ile hareket etmiyor. Sosyal ve kültürel yaşam stratejisi ile hareket ediyor örneğin tiyatrosu olan AVM’ler bile var.

Yapılan bu dizi etkinliklerle amaç tüketim odağını güçlendirmek mi?

Sadece tüketimi güçlendirmek değil… Şöyle, AVM müdavimi olma denilen bir şey var. Şimdi AVM müdavimi olma sadece tüketim üzerinden gerçekleştirilecek bir olgu değil. Sizin orda bir sosyallik geliştirmeniz gerekiyor. Bir kimlik edinme… Mesela yaşlıları görüyorsunuz sabah saatlerinde AVM’ye gittiğinizde. Gün boyunca oradadır yaşlılar. Özellikle sabah saatlerinde orada zaman geçirir ya da başka bir ifadeyle zaman öldürür. Önceden ne yaparlardı bu insanlar? Bir parka giderlerdi en azından. Şimdi ise özellikle yeşil alanların azalmasıyla AVM kültürü artıyor.

AVM’LER ZORUNLU TERCİH!

Yeşil alanların azalmasıyla AVM kültürü arttı diyebilir miyiz o halde?

Kentin mekânsal işleyişi nedeniyle yaşlılar kendilerine çok fazla sosyalleşme alanı yaratamıyor. Dolayısıyla bu kesim sosyalleşme bakımından dışarıda kalıyor. Özellikle çocuklu kadınlar AVM’lerde en çok rastlanan kesim. Çocuğu olan bir kadın Ankara’da nereye gidebilir? Kadının çocuğuyla gidebileceği mekanlar sınırlı olduğu için AVM’yi tercih ediyor. Yeşil alanlar kentin dışında ve onun için şahsi aracının olması gerek. Araban olsa dahi gittiğin yerde çocuk bakımı yapabildiğin bir yer yok. Oysa ki AVM’de çocuk bakım odası var. Orada bir restorana gidersin çocuk tuvaleti vardır. Emzirme odaları var. Çocuk sandalyesinin olması bile kadını rahatlatır. Kızılay’da çocuk arabalarını sürebileceğin bir kaldırım yok. Kentin içinde sürekli mücadele etmen gerekiyor. Çocuk arabasını bir yerden kaldırıp başka bir yere koymak kadın için çok yorucu. AVM’nin içerisi bu açıdan daha “pratik”, daha “güvenli”, daha “tehlikesiz”… Bir süre sonra o ışıklardan ve sesten çocuk yorulur ve uyur… Çocuk uyurken kadın gider alışverişini yapar ya da bir mekânda kahvesini içer. Böyle bir olanak “sunuyormuş” durumu yaratılıyor aslında.

ÇOK ÇATIŞMALI…

Kentin içinde çocuklu kadınlar ve erkeklerin, yaşlıların, gençlerin, engellilerin zaman geçirebileceği mekânlar olsa AVM’lere ihtiyaç olmazdı. Dolayısıyla zorunlu bir tercih diyebiliriz. AVM’ye giden herkes aslında hep şikayet eder. Işıklardan ve sesten yorulduğunu ifade eder. Kısacası insanlar AVM’lerden genelde dertlenerek çıkar…

AVM seni görece kısa vadede rahatlatan bir durum yaratsa da aynı zamanda yorucu. Bu yorgunluk AVM müdavimi olanın bile şikayet ettiği bir durum. Ama bir zorunluluktan dolayı gidilen AVM’ler bir süre sonra alışkanlık haline geliyor. Ve sen bir süre sonra şikayet etmeden gitmeye başlıyorsun. Ya da şikayet etsen de keyif almaya başlıyorsun. Çok çatışmalı bir mekan aslında. Hissiyat açısından…

AVM’de zeminler kaygan ve parlaktır. Çok kaygan da değildir tabi, zemin ona göre tasarlanmıştır. Yani yürürken ne çok hızlı ne çok yavaş gidersin. Çünkü eğer hızlı gidersen mağazaların vitrinlerindeki görüntüleri kaçırabilir ve böylesi bir durumda satın alma edimin azalabilir. Yavaş da hareket edemezsin, özgürmüşsün ya da serbestmişsin hissiyatı verir. Bir yandan da seni o ışıklarla ve seslerle boğar. Bunun kendisi de aslında bir performanstır. O şatafatla seni cezbedip içine çeker. Bir süre gezdikten sonra o cezbedicilik yorgunluğa dönüşür.

Aslında bir çatışmalı süreç. Dışardaki olanaklar azaldıkça senin oraya gitmen kaçınılmazdır.

BİR TRANS AVM’YE GİREMEDİ!

AVM’de herkes içeri giremez. Bir inşaat işçisi para çekmek için AVM’deki bankamatiklere gitmek istiyor ama üzerindeki işçi tulumu boya içinde olduğu için içeri alınmıyor. Çünkü kıyafeti uygun değil! Nasıl bir uygunluk peki bu? Para harcayabilme / harcayamama yani tüketme / tüketmeme potansiyelini taşıyabilme uygunluğu. Herkesin girebileceği alanlar gibi görünse de aslında orada da sınırlar var. Örneğin Kızılay AVM’ye bir transın giremediğini de biliyoruz. Bu anlamda cinsiyetçi uygulamalar da az değil.

.

Dolayısıyla görüntü olarak serbest ve özgür mekânlar olarak tasarlansa da aslında öyle bir şey yok. AVM ideolojik bir yer. Orda yapılan etkinliklere ve mağazalara bakıldığında AVM’nin ideolojisini çıkarabilirsiniz.

AVM işçilerinin sorunları nelerdir?

İlk göze çarpan şey güvencesiz ve esnek çalışma. Güvencesiz ve esnek çalışma özellikle 1970’lerde başlayan ama 1990’lardan sonra Türkiye’de de ivmesini yükselten bir çalışma rejimi. AVM çalışanları da bu rejimin göbeğinde olan kesim. Aynı zamanda bu kesim şöyle bir özelliği de var: Beyaz yakalı olarak tabir ettiğimiz ama aslında yakasının beyazını alamamış olanlar!.. Yani üniversiteden mezun olup bir türlü beyaz yakalı olamayanların AVM’de çalıştığını görüyoruz. Üniversite mezunu çok fazla insan var ama daha çok kurumsal yerlerde. Uluslararası kurumsal yerlerde üniversite mezunları daha fazla ama tek tek mağazalarda lise mezunları ve iki yıllık üniversite mezunları var. En azından benim çalıştığım Nata Vega ve Anatolium AVM’leri açısından durum böyle.

 “MÜŞTERİ” DENİLMİYOR!

Bu arada başka bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. AVM’lerde “müşteri” kelimesi pek kullanılmıyor, “ziyaretçi” deniliyor. Çünkü müşteri denilirse doğrudan tüketici olarak görmüş/algılatmış olursun. Ama ziyaretçi diyorsun ve orayı organizasyonel bir mekân olarak algılatıyorsun. Dolayısıyla sen burayı ziyaret ediyorsun, etkinliklerde bulunuyorsun, bizim etkinliklerimize katılıyorsun. Bu yüzden alışveriş ve tüketimi öne koymadan “Sayın ziyaretçilerimiz” diye hitap eder her zaman.

AVM’DE PATRONUN KİM OLDUĞUNU GÖREMEZSİN

AVM’de çok fazla işveren göremezsiniz. Patronun kim olduğu bilinmez. Senin patronun yöneticindir aslında. Oysa yönetici ile senin aranda da çok fark yoktur. Yöneticin senden 200- 300 TL daha fazla para alır. Sadece ‘yönetici’ ünvanını vererek orayı denetlemeni sağlar. İşveren ortada yoktur. Çoğu mağaza, zincirdir. Burada bir muhatabiyet sorunu da vardır her zaman. Diyelim ki sen işle ilgili bir sorun yaşıyorsun, işverene ulaşamazsın. Ulaşsan da “Sen yöneticinle kendi aranda çöz” der. Aslında esnek ve güvencesiz çalışmanın bir özelliğidir bu durum.

Peki AVM çalışanlarının bir örgütlülüğü var mı?

Zincir kurumsal mağazalarda bir tek örgütlülüğü olan IKEA. IKEA’da da Türkiye Kooperatif, Ticaret ve Büro İşçileri Sendikası (Koop-İş) örgütlü. Aslında çoğu sendikalı. Sendika IKEA işvereni ile ortak karar alıyor. Sözleşmelerine baktığımız zaman çok fazla işçi yararına karar göremiyoruz. Bir sendika işveren yararına çalışmaz, işçi yararına çalışır. Bunun için vardır. Sendika işverenin bütün istediğini yapmasına rağmen yine de işverende bir sendika karşıtlığı var. ‘Sendika olmazsa daha iyi olur’ diyor işveren.

NEFES ALAMIYORUM

AVM çalışanların meslek hastalıkları var mı?

AVM işçisi gün sonunda çıktığı zaman (mesela bir kış günüydü hiç unutmuyorum, gerçekten hava çok soğuktu) montlarının önlerini kapatmıyor. Çünkü o kadar kapalı ve havasız bir mekânda çalışıyorlar ki kendilerini rüzgara karşı savuruyorlar. Dışarıdaki havanın derecesi ne olursa olsun onu teneffüs edip rahatlamak istiyorlar.

Bir açık havaya çıkma ve rahatlama hissi. Çalışanlar, “Hava istiyorum, rüzgar istiyorum nefes alamıyorum” diyor fiilen. Dışarı çıktığında bunu daha çok hissediyor, çünkü bir zaman sonra içeriye alışıyor. Bunun dışında gün boyunca ayakta kalıyorlar, oturup dinlenebilecekleri fiziksel ortam, zaman vs. çok az. Tüm bunlara bağlı olarak AVM çalışanlarının meslek hastalığı genelde baş ağrısı, fıtık ve varis ile ilgili problemler olabiliyor.