Türkiye’nin Yeni Margarini Olarak Kolejler

Doğa Koleji’ndeki ketenpereyi duymayan kaldı mı? Tüm Türkiye’de 130 fazla okulunda 10 bin civarında kişiyi çalıştıran kolej maaşlarını ödeyemeyen öğretmenlerin “grev”iyle gündeme geldi. Belki daha da gündeme gelmezdi ama Doğa Koleji’ni başka bir özel üniversite satın almak istemesi nedeniyle bu haberlerin gündeme taşındığı da söyleniyor; ben söyleyenin yalancısıyım.

Köle‘jlerde Öğretmen Olmak

Doğa Koleji’ndeki öğretmenlerin greve gittiğini söylediğime de bakmayın.  Vakıf üniversiteleri de dahil özel okullarda sendikalaşma “fiilen” yasak. O yüzden büyük çoğunluğu, MEB’de atanamadığı için  asgari ücrete komşu ücretlerle köle gibi çalışmak zorunda bırakılan, köle’j  hocalarının -bu arada Doğa Koleji’nde derslere girmeyen hocaların da- “grev” yaptıklarından değil, olsa olsa iş bıraktıklarından söz edebiliriz. Bu hocaların çoğu zaman öğretmenlik işinin dışında okulun sekreterya vb. işleriyle de uğraşmak zorunda bırakıldıkları da bir köle’j gerçeği. Çoğu köle’jin sadece okulun açık kaldığı süreler içinde sözleşme yaptıkları,  resmi tatile denk gelen dersler  ve yazın ödeme yapmaya yanaşmadıkları  da cabası. Her yıl kendilerine dayatılan ve imzalamak zorunda bırakıldıkları sözleşmeleri notlarımıza ekleyelim. Devlet okullarında çalışan öğretmenlerin sorunları az mı diyeceksiniz ki haklısınız. MEB ya da kolej, öğretmenlerin çok ciddi sorunları oldukğu aşikar; ancak köle’jlerde emekleri hergün biraz daha acımasız koşullarda sömürülen öğretmenlerin durumlarının çok daha vahim olduğu da ortada.

Aslında, eğitimi bir yurttaşlık hakkı olarak değil de piyasada alınır satılır bir  mal, bir meta olarak kurguladığınızda hem öğrenci velilerini birer sağmal inek hem de eğitim emekçilerini birer modern köle haline getirdiğimiz unutturulmak isteniyor. Türkiye’de, bir kavram, bir popüler kültür kavramı, bir kültür endüstrisi  metaı olarak “kolej” o kadar popüler bir simge;çocuğunu kolejde okutmak” o derece “çocuğun eğitimine önem vermek” anlamına gelen bir orta-üst sınıf tavrı haline getirildi ki, kolejleri sorgulamak da “servet düşmanı” olmakla, “eski kafalılıkla” eşanlamlı halde sunulur hale geldi.

“Zeytinyağlı Yiyemem Aman”

Margarin II. Dünya Savaşı sonrası kemikleşen iki kutuplu dünyada ABD hegemonyasında sıkışıp kalan  dünyada American way of life‘ının  Türkiye’deki sembol gıdalarından biri. Süt tozu margarinle neredeyse eşzamanlı olarak hayatımıza giriyor ama onun kadar fazla kalmıyor. Belki biraz form değiştirip caffe cream olarak 1980’lerden sonra yeniden arzı endam ettiğini söyleyebiliriz.

Eline, üzerine toz şeker serpilmiş bir dilim  sana yağlı ekmek tutuşturulup sokağa salınan 70’ler kuşağı çocuğu olarak margarinin 80’lerdeki macerasının canlı tanıkları arasında yer aldığımı da söylemeden geçmeyeyim.

Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk, 1994’te vefat ettiği tarihe kadar yıllar, Türkiye’nin margarine alıştırılmasına karşı çıkmış, bunu bir gıda terörü olarak tanımlamış. Fikirleri değişsin diye  ABD’ye davet edilerek ikna edilmeye çalışılmış, profesör yapılmamış, suikaste uğramış bir isim. Soner Yalçın, hocanın CIA’nın hedefinde olduğunu söylüyor OdaTv‘de 2014’te yayınlanan bir yazısında.

Osman Nuri Koçtürk Hocanın, nam-ı diğer Tarhana Nuri‘nin- CİA’nın hedefinde olup olmadığını bilemeyeceğim ama bir sosyal medya paylaşımında “Zeytinyağlı yiyemem” denilerek halk zeytinyağına düşman edildi. “Basma fistan giyemem” denilerek yerel kıyafetlerimiz küçümsetildi. Peki ne moda yapıldı? Diyen soner Yalçın’ın doğru söylemediğini iddia edebilirim.  Bir kere “Zeytinyağlı Yieyemem” isimli türkünün Muzaffer Sarısözen tarafından 2 Kasım 1954 tarihinde Bursa yöresinden derlenmiş olduğunu TRT Müzik Dairesi THM repertuarı kayıtlarına bakarak söyleyebilirim.  Margarin ise bu tarihlerde Türk mutfağına çoktan girmiş bile. Sonuçta bu şarkının ABD emperyalizminin bir oyunu olmaması,  ülkenin yeme alışkanlıklarının ABD çıkarları dorultusunda bilinçli olarak değiştirilmeye çalıştığı gerçeğini değiştirmiyor. Dönemin ünlü margarin markalarının “sağlık” anlamına gelen “Sana”, diğerine de Latince “yaşam” anlamına gelen “Vita”  olduğunu da notlarımıza ilave edelim.

Kamucu Eğitim ve Zeytinyağı.

Türkiye’de özel okulların oldukça eski bir tarihi var. Hüseyin Şimşek, Bilig dergisinde yayınlanan Osmanlı Devletinde Özel Okullar ve İlk Türk Özel Okulunun Tarihçesine Dair Yeni Bilgiler başlıklı  çalışmasında “Bir yandan belirli bir kesimde oluşan talebi karşılama, diğer yandan alt düzeydeki okulların ıslahı konusunda gösterilen direnci aşacak bir formül bulma düşüncesi[nin], özel okulların doğuşunu hazırla[dığını]” belirtir. Şimşek’e göre, “19. yüzyılın ikinci yarısında şahıslar eliyle bazı özel okullar açılmış, bu okullar hızlı biçimde ve rekabet halinde kısa sürede yaygınlaşmıştır. Örneğin 1882 yılına ait Devlet Salnamesinde dokuz özel okuldan bahsedilirken, beş yıl sonra bunların sayısı nerdeyse iki katına (onyediye) çıkmıştır. Özel okullar bu dönemde resmi okullardan daha fazla gelişme göstermiş[tir.]…Örneğin 1870’li yıllarda Müslümanlar ile gayr-i Müslim nüfusun yaklaşık yarı yarıya olduğu Selanik’te okul sayıları bakımından bir dengesizlik bulunmaktadır. Bu yıllarda şehir merkezinde Müslümanlara ait 22 sıbyan mektebine karşılık, 18 Hristiyan ve 12 Yahudi mektebi bulunmaktadır.

Makalede Abdi Kamil Efendi tarafından açılan Şemsülmaarif adındaki mektebin  ilk özel okul olduğunu belirtiliyor. İlk özel okul olrak Medrese-i Hayriye ya da  Mekteb-i Osmanî isimlerini zikredenler de var. Sadece bir bilgi. Mustafa Kemal‘in de gittiği Şemsi Efendi Mektebi de  1873 yılında açılmış özel okullardan.

Eğitimin özelleştirmesilmesine ve özel okullara yönelik tepkiler de en az bu okulların tarihi kadar eski ve çeşitli.  Şemsi Efendi’nin okulunun başına gelenler de belki bu tepkiler arasında  sayılabilir. Şemsi Efendi bir ara elde kalan öğrencilerinin tek tek evlerine uğrayarak eğitime devam etmeyi bile deneyecek.

Paralı üniversitelere, 1962 de eğitime başlayan özel yüksekokullara yönelik sosyalist tepkilere ve kamucu eğitim taleplerine, bir başka ifade ile  eğitimde margarin yerine zeytinyağının tavsiye edilmesinin tarihi ile ilgili olarak   1968’li yılları beklemek gerekecek.  İlk tepkiler değilse de yaygın tepkilerin bu yıllarda örgütlenmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Ben, TMMOB Maden Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi başkanlarından Hürriyet Demirhan‘ın Sendika.org‘taki makalesinden yararlanarak aktarayım ama siz bu konuda Benim derlediğim Türkiye’nin 1960’lı Yılları kitabında Gökhan Atılgan Hocanın makalesini de okumayı ihmal etmeyin.

Özel Okulların Devletleştirilmesi amacıyla, İTÜ Talebe Birliği ve bağlı cemiyetlerin bildirisi ile 7 Kasım 1967 günü başlayan yürüyüş 21 Kasım 1967 günü Ankara’da yapılan miting ve İ.T.Ü.T.B. Başkanı Hasan Yalçın imzalı bildiri ile sonlandırılır. İstanbul’dan Ankara’ya yapılan yürüyüş hedefine ilerleyen günlerde tam olarak ulaşacak ve Özel Yüksek Okullar bir yasa ile devletleştirilmesi vardır. Harun Karadeniz, Hasan Yalçın, Çetin Uygur, Selçuk Esen, Taner Çakıroğlu, Sait Bülbül, Faruk Yalnız, Uluç Gürkan, Oktay Etiman gibi pek çok öğrenci önderi bu  yürüyüşe katılırlar.

20 Eylül 1969’da Beşiktaş Işık Mimarlık ve Mühendislik Özel Yüksek Okulu’nda, özel okullarca sömürüldüklerini düşünen sol görüşlü öğrenciler tarafından işgal edilir. (Milliyet, 20.09.1969) 1968′ Haziran’ına damgasını vuran işgallerde de özel yüksekokulların kamulaştırılması  talebi yer alıyordu.

1980 sonrasında her yıl 6 Kasım’da YÖK’ün kuruluşunu protesto eden öğrenciler de  her yıl benzer taleplerle sokaklaroı doldurdular.

25 Şubat 1996’da harç zamlarını protesto etmek için  TBMM’de pankart açan Gazi Üniversitesi’nden Deniz Kartal; Hacettepe Üniversitesi‘nden Deniz ErdoğanDeniz KaraaslanHülya YeşilyurtBahadır AhıskaHacı Ferhan TemizÖzgür Yılmazİbrahim AltunMetin DerinkayaMahmut Yılmaz ve Devrim  Öz isimli öğrencileri de  bu minvalde enmak gerekiyor.

Gezi Direnişi’nde de yine harçlar ve özel okullar gündeme gelmişti.

Eğitimin bir yurttaşlık hakkı olduğu düşüncesi yeniden dillendirilmeli, gündeme getiirlmelidir.   İngiltere’de Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin de eğitim, sağlık, ulaştırma vb. Alanlarında yeni yatırımlar ve kamulaştırmalar vaadeden seçim kampanyası da kamucu eğitin düşüncesinin sadece Doğa Koleji ile, sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını gösteriyor.

1950’li yıllardan itibaren sağlık (Sana) ve yaşam (Vita) gibi karamların arkasında tereyağı ve zeytinyağı karşısında popülerleştirilmeye çalışılan margarinler gibi, kolejlerin verdikleri eğitim de son yürmü yıldır kültür endüstrisinin mekanizmaları ile popülerleştirmekte. Bu konuda da yalanın bini bir para.

Neredeyse her kolejin yayınladığı başarı listesine bakılırsa üniversiteye giren liselilerin tamamının ya da TEOG’da başarılı olan ortaokul öğrencilerinin kolej mezunu olduğu düşünülebilir.  Özel okulların bu algı yönetimi, 2018 yılında Özel Okullar Derneği Başkanı Nurullah Dal‘ın bile tepkisini çekmişti. Sözcü gazetesinde 23 Şubat 2018 tarihinde  yayınlanan haberde de aktırldığı gibii Dernek Başkanı Dal,  bu asılsız haberlere “Bu hırsızlıktır, yalandır. Veliler bunlara itibar etmesinler.” şeklinde tepki göstermişti. O kadar ki, daha açılmasının üzerinden  6 ay bile geçmemiş olkulun bir önceki yıl yapılan sınavda ne kadar başarılı olduğunun reklamın yapıldığı vakadır.

Eğitimde de margarine karşı zeytinyağını savunmanın özele karşı kamuyu savunmanın zamanı gelmedi mi? Çünkü Eğitim bir Yurttaşlık hakkıdır.

 

Mete Kaan KAYNAR