Türkiye’nin Çevrecileri Kimler?

Türkiye’de çevre hareketi hangi kaynaklardan besleniyor? Kime çevreci diyoruz? Hangi sosyo-ekonomik sınıflara mensuplar?  Kimler çevreci oluyor, kimler çevrecilikten uzak duruyor? Bu yazıda elimizdeki verilere ve araştırmalara dayanarak bu zor sorulara yanıt arayacağız. İlk olarak çevre hareketini ve çevre aktivizmini tanımlayacağız. İkinci bölümde tarihsel olarak örgütlü çevre mücadelesini ve çevrecileri inceleyeceğiz. Üçüncü bölümde ise günümüzde bazı çevre STK’larının üye profiline bakacağız ve son olarak da birkaç yerel hareket üzerinden çevreciliğin farklı dinamiklerini ele alacağız.

Çevre hareketi çevre sorunları hakkındaki ortak kaygı ve kimlik tarafından harekete geçirilen ortak eyleme katılan, hiçbir kurumsal bağı olmayan birey ve gruplardan değişen ölçülerde kurumsallaşmış örgütlere kadar çeşitli grupları içeren enformel etkileşimlerin gevşek ve kurumsallaşmamış ağı şeklinde tanımlanıyor.[1] Çevresel aktivizm literatürde belirli davranışların fonksiyonu olarak kavramsallaştırılıyor. Bu davranışlar arasında çevre örgütüne üyelik, çevre alanında siyasi eylemde bulunmak, kendini adamış bir çevreci olmak, zor çevresel davranışlarda bulunmak, politika ve işletme kararlarını etkileme potansiyeline sahip olmak, çevre koruyucu davranışlarda bulunmak ve kolektif çevresel eylemde bulunmak yer alıyor.[2] Bu çerçevede çevre hareketini bir üst şemsiye olarak kabul edersek şemsiyenin altında kendisine yer bulacak yurttaşların çeşitliliğini göz önünde bulundurmalıyız. Farklı yaş gruplarından, farklı sınıflardan, farklı mesleklerden insanlar değişik çıkar, değer ve algılar çerçevesinde bir araya geliyor. Genelde eğilim çevreciliği eğitimli, kentli, orta ve üst sınıflara mensup insanların yaşam ve tüketim tarzlarıyla ve onların çevresel duyarlılıkları ile bağdaştırmak yönünde. Bu bağdaştırmada Inglehart’ın (1977- 1990) postmateryalizm tezinin, insanların sosyo- ekonomik düzeylerinde iyileşmeler oldukça fiziksel gereksinimlerden çok yaşam kalitesine yöneldiği ve çevresel duyarlılığın bu bağlamda öne çıkması iddiasının etkisi büyük.[3] Türkiye’de çevre siyaseti, çevre hareketlerini ve çevreci sivil toplum örgütleri üzerine çalışmalar artıyor fakat bireysel veya grup olarak çevrecileri, çevreciliğin dinamiklerini ele alan araştırmalar çok az. Tarihten ve günümüzden örneklerle “çevrecilere” biraz daha yakından bakmaya çalışalım.

Osmanlı aydınlarından nükleere karşı çıkan balıkçılara

Tarihsel olarak baktığımızda çevre konusundaki inisiyatifleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar götürebiliriz. 19. yüzyılda Osmanlı sanayinin yaklaşık yarısı İstanbul’daydı ve özellikle Haliç çevresinde 150’ye yakın irili ufaklı fabrika bulunuyordu. Boğaz’da Beykoz ve Paşabahçe kıyıları, Yedikule, Bakırköy ve Küçükçemece’de sanayileşme mevcuttu.  1912-1919 yılları arasında Boğaziçi’ndeki fabrikalara, odun ve kömür depolarına karşı binlerce dilekçe toplanıp dönemin belediye başkanı Cemil Topuzlu’ya iletilmiş. Dönemin çevre algısı ağırlıklı olarak altyapı eksiklerinin düzenlenmesi, temizlik, salgın hastalıklardan korunma, orman ve tarihi eserlerin korunması şeklinde tezahür ediyor.[4]  II. Meşrutiyet sonrası siyasal partilerin programlarında çevre sağlığı, yerleşim planlaması, doğal güzellikler gibi konular yer almaya başlıyor. 1909’da Islahat-ı Esasiye Fırkası, mevcut ormanların korunmasını; 1910’da Ahali Fırkası: Hayvanları Koruma Cemiyeti kurulmasını; 1912’de Milli Meşrutiyet Fırkası, orman yetiştiriciliğini ve şehir ve kasabaların sağlık kurallarına uygun düzenlenmesini öneriyor. 1912 yılında Prens Said Halim Paşa’nın başkanlığında kurulan “İstanbul Asar-ı Atika Muhipler Cemiyeti’nin temel amaçları arasında “İstanbul’un sanat eserlerini, tarihi ve kültürel mirasını ve güzelliklerini tanıtmak; halkın estetik bilincini yükseltmek” var.[5] Dönemin çevrecileri diyebileceğimiz kişiler arasında Osmanlı’nın elitleri var.

Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte imar ve kentleşme konuları öne çıkmaya başlıyor. Çevre sorunları arasında ormansızlaşma, marjinal tarım topraklarının tarıma açılması, erozyon, hava kirliliği, orman yangınları var. Özellikle İstanbul’da aydınların girişimleriyle Adalar İmar Cemiyeti, Çamlıcayı Güzelleştirme Cemiyeti, Boğaziçini Sevenler Cemiyeti ve Şehitlikleri İmar Cemiyeti, Himaye-i Eşcar Cemiyeti, Himaye-i Hayvanat Cemiyeti gibi dernekler kuruluyor. Sivil örgütlenmeler artsa da faaliyetlerine devlet denetimi altında devam ediyorlar. Seçkin örgütlenmesi şeklinde gönüllü hareketler oluşturan kesimlerin yanı sıra mesleki temelli örgütler de ortaya çıkıyor.1924’te kurulan ülkenin ilk ormancı STK’sı Türkiye Ormancılar Derneği örnek olarak verilebilir.[6] Ormancılar, orman varlıkları ve ormansızlaşmanın yarattığı çevre sorunları ile ilgileniyorlar.

1946’da çok partili yaşama geçişle beraber sivil örgütlerin de faaliyetleri artıyor. Nüfus artışı, ekonomik yapının değişmesi, tarımda dönüşüm, sanayileşme ve kentleşme ile birlikte çevre sorunları da önceki döneme göre farklılaşmaya başlıyor.1950’den 1980’e kadar olan dönemde kentsel çevre sorunları ortaya çıkıyor, hava, toprak ve su kirliliği artıyor. Özellikle 70li yıllardan sonra da endüstriyel kirlilik devreye giriyor. Şehir/semt güzelleştirme ve imar dernekleri devam ederken bugün de etkinlikleri devam ettiren bazı çevre STK’ları bu dönemde kuruluyor: Türkiye Yeşil Ormancılar Derneği (1950), Türk Tabiatını Koruma Derneği (1954) Orman Mühendisleri Muavinleri Cemiyeti (1951) Ankara Hava Kirlenmesiyle Savaş Derneği (1969) Doğal Hayatı Koruma Derneği (1975) Türkiye Çevre Sorunları Vakfı (1978). Bu örgütlerin kurucularına ve çalışan kadrolarına baktığımızda belirli meslek gruplarını görüyoruz: Doktorlar, biyologlar, mağaracılar, yerbilimciler, botanistler, klimatologlar ve ekologlar. Bu meslek gruplarının yanında eski bakanların ve bürokratların da vakıflar yoluyla çevre hareketine dahil olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Çevre Vakfı’nın kurucularından Cevdet Aykan Köyişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Serbülent Bingöl İmar ve İskan ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı görevlerinde bulunmuş. Diğer kurucularda çeşitli bakanlıklarda görev almışlar. Coğrafi olarak çevre STK’larının faaliyet yerlerine baktığımızda İstanbul ve Ankara’nın ağırlıkta olduğunu görüyoruz.

70’li yılların sonunda sanayileşme ve kentleşme sorunlarının etkilerinin yaygınlaşmaya ve derinleşmeye başlamasıyla beraber daha farklı toplumsal kesimler çevre protestoları örgütlemeye başlıyorlar. O zamana kadar pek görülmemiş olan taban hareketlerinin oluşmaya başladığını gözlemliyoruz. 1975’te  Samsun izabe tesislerinden çıkan zehirli gazlardan zarar gören tütün yetiştiricisi 21 köy ve mahalle sessiz yürüyüşü; 1975’te Murgul’da faaliyete geçen Etibank Bakır İşletmeleri’nin bitki örtüsüne, tarım alanlarına verdiği zararların sonucunda yöre halkından tarfından dava açılması; 1978’de İzmit Körfezi’nde sanayileşmenin yarattığı kirliliğe karşı teknelerle protesto; 1976-1978 yıllarında Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santrale karşı Silifke Taşucu Balıkçılar Kooperatifi öncülüğünde geliştirilen protestoları örnek olarak verebiliriz.[7] Sanayi tesislerinin yarattığı kirlilikten, büyük enerji altyapı yatırımlarından birinci derecede etkilenen toplulukların çevre hareketine dahil olması, dahil olmasa bile tekil örnekler oluşturması çevre mücadelesinin profesyonel meslek gruplarından ibaret olmadığını gösteriyor. Kitlesel bir çevre hareketinden henüz söz edemesek de o dönemde başlayan mücadelerin günümüze kadar uzandığını nükleer santral örneğinde görebiliriz.

1980’de ithal ikameci sanayileşmeden ihracata dayalı sanayileşmeye geçilmesi ve daha liberal politikaların uygulanmasıyla beraber ekonomik büyümenin hedefleri büyük ölçüde çizildi. Bu doğrultuda planlanan ve yapılmaya başlayan büyük ölçekli altyapı, konut ve ulaştırma projeleri kentlerde, kırsalda ve kıyı şeritlerinde ekolojik tahribatı arttırmaya başladı ve bu tahribattan günlük hayatında etkilenen nüfus artmaya başladı. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki enerji ve turizm projelerine karşı yürütülen mücadeleler bir yandan yerel aktörlerin çevre hareketine dahil olmasını getirirken ulusal kamuoyuna hitap etmenin ve uluslararası bağlantıların önemi de kavrandı. Gökova (1984) ve Yatağan (1984) termik santrallerine; Dalyan’da (1984) Caretta Carettaların üreme alanlarına yapılacak turistik tesislere, Ankara’da (1987) Güvenpark’ı otopark yapmak isteyen belediye projesine karşı mücadele edildi. Bu mücadelelerin bir diğer önemli yanı da 1980’deki askeri darbe sonrasında kapatılan siyasi partiler, sendikalar ve kitle örgütleriyle iyiden iyiye budanan siyasi faaliyetlerin demokrasi ve insan hakları ekseninde yeniden yeşermesine bir kanal sağladıklarını söyleyebiliriz. Avrupa’da da çevre hareketinin nükleer, barış ve kadın hareketleri üzerinden siyasallaşmasını takiben Türkiye’de de Yeşiller Partisi 1988 yılında kuruldu. Yeşiller Partisi’nin tabanı kimlerden oluşuyordu, hangi sınıflardan geliyordu, hangi motivasyonla yeşil siyasetin içine girdiler sorularına yanıt verecek bir çalışmaya rastlamasak da diğer partilere oranlar çok daha fazla kadın ve gencin bulunduğu, 1988 ve 1989 yıllarında merkez organlarında  görev alanların üçte birinin kadının olduğu, 1991’de ise merkez organlarının üyelerinin yarısının kadınlardan oluştuğu ve üyelerin çoğunun iyi eğitim gördüğü belirtiliyor.[8] Yerel çevre örgütlerinin de aynı yıllarda kurulduğunu ve yaygınlaştığını görüyoruz. 1986’de İskenderun’da İskenderun Çevre Koruma Derneği kuruluyor ve tüzüğü bölgenin farklı il ve ilçelerinde kurulacak çevre derneklerine örnek teşkil ediyor.

Günümüzde çevre STK’larının üyelik profilleri

1990’lı yıllarla birlikte ulusal, profesyonel STK’larının kurulup çevre sahnesinde yer aldıklarını görüyoruz. 1995-2007 yılları arasında 439 çevre STK’sı faaliyete geçmiş. Günümüzde faaliyet gösteren çevre STK’larının yaklaşık dörtte üçü 1995 ve sonrasında kurulmuş. Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın kayıtlarına göre Türkiye’de faaliyet gösteren dernek sayısı 78608. Çevre STK’larının tüm STK’lara oranı ise %0,7 (binde yedi) civarında. Çevre STK’larında son 15 yıldaki artışına rağmen rağmen tüm STK’lar içindeki oranı hala çok düşük. Çevre STK’larının yaklaşık üçte biri Türkiye’nin nüfus olarak en büyük üç ilinde, Ankara, İstanbul ve İzmir’de faaliyet gösteriyor. Coğrafi bölgelere göre dağılımda ilk iki sırayı İç Anadolu ve Marmara Bölgeleri, son iki sırayı da Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri alıyor.[9] TEMA ve Greenpeace gibi kuruluşlar bu dönemde faaliyletlerine başlıyorlar. Gelişen sivil toplum alanının önemli bir kolunu da çevre STK’ları oluşturmaya başlıyor. Bu STK’lar yerelin amatör işleyişi ve genelde tek bir çevre sorunuyla ilgilenen yapısı aksine ulusal anlamda çevre politikasına müdahil olmaya ve uluslararası ağlarla da işbirliği yapmaya başlıyor. Çalışanlarının önemli bir kısmını da profesyonel olarak istihdam etmeleriyle ve iş dünyasına yönelik çalışmalarıyla (WWF) önceki dönemdeki STK yapısından farklılaşabiliyorlar. Uygar Özesmi, çevre STK’larını ve kadrolarını tarihsel olarak 5 dönemde değerlendiriyor. [10]

  1. 1950’liler: 40-50 yaşlarındaki bürokratlardan kurulmuş, ulusal odaklı STK’lar (Ormancılar Derneği ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneği- TTKD)
  2. 1972 sonrası: 30-40 yaş aralığında entelektüel ve akademi dünyasından kişilerin kurduğu ulusal ve uluslararası odaklı çevre STK’ları: (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu – TÜRÇEK ve Doğal Hayatı Koruma Derneği- DHKD)
  3. 1980-1992 Boşluk
  4. 1992 Rio Zirvesi sonrası: 50 yaş üstü profesyonel ve işadamlarının, 25-40 yaş aralığındaki profesyonel STKcıların ve 18-24 yaşlarındaki öğrencilerin içinde yer aldığı STK’lar (TEMA, TURMEPA, TÜRÇEV gibi vakıflar ve Greenpeace.
  5. 2000’ler: 1990’lardaki şablon halen geçerli. WWF (World Wildlife Fund) Türkiye ve Doğa Derneği kuruluyor. Ayrıca 2000’ler yerelde de bir ayağa kalkış dönemi: DOÇEV; TÜRÇEP, KarDoğa, İçDoğa, Kuzey Doğa.

Dünya Değerler Araştırması’nın 1999 verilerine göre Türkiye’de her 100 kişiden 0.2 kişi çevre STK’sına üyeyken 2007 yılında bu rakam 1,2 olarak veriliyor. Çevre kuruluşlarına düşük üyelik oranın toplumun çevre kuruluşlarına duyduğu güvensizlikten kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair emareler ise kurumlara duyulan güven ile karşılaştırılabilinir. Toplumun çevre örgütlerine güveni yüzde 56 ile siyasi partilerden (yüzde 35) ve sendikalardan (yüzde 35) yüksek. Diğer yandan kadın örgütlerine (yüzde 62) ve insani/yardım kuruluşlarına duyulan güvenden (yüzde 65) düşük. Ancak bu güven düzeyi yine de çevre kuruluşlarına üyeliği olumsuz etkileyecek ölçüde değil. Araştırmanın yapıldığı 55 ülke arasında Türkiye sondan dördüncü. Son sıralarda ise Mısır (yüzde 1,2), Romanya (yüzde 0,7) ve Ürdün (yüzde 0,4) yer alıyor.[11] Bu rakamlardan yola çıkarak Türkiye’de yaklaşık 500 bin kişinin çevre STK’sına üye olduğunu söyleyebiliriz. Peki kim bu 500 bin kişi? Hangi kuruluşlara üye? Üyelikten ne anlıyoruz? Üyelikte kadın erkek oranı nedir? Hangi motivasyonlarla üye oluyorlar? Hangi ekonomik sınıflara mensuplar? Kırda mı kentte mi ikamet ediyorlar? Sorular çok ama sistematik bir analize henüz sahip değiliz. Ulaşabildiğimiz veriler çerçevesinde Türkiye’de faaliyet gösteren Greenpeace Türkiye, TEMA ve Doğa Derneği’nin üye profillerine biraz daha yakından bakacağız.

Türkiye’nin en büyük çevre kuruluşu Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı- TEMA’yı ele alalım.1992 yılında kurulan vakıfın 2013 itibariyle 69 ilde temsilcisi, 213 ilçede gönüllü sorumlusu ve 75 üniversitede Genç TEMA topluluğu var. Ayrıca Minik TEMA, Yavru TEMA, Genç TEMA Lise, ve Mezun TEMA gibi farklı örgütlenmeleri de mevcut. TEMA vakıf statüsünde faaliyet gösterdiği için yurttaşlar üye olamıyor ama gönüllü olarak kaydedilerek vakfın faaliyetlerine katılabiliyorlar.  Vakfın Şubat 2013 itibariyle 460 bin gönüllüsü var ve her yıl yaklaşık 30 bin yeni gönüllü kaydediliyor. 2012’de gönüllü olanların yüzde 92’si 25 yaşın altındayken yüzde 8’i 25 yaş üstü. Siyasi partilerde çevre başlığı altında bir bağımsız politik faaliyet olmaması ve halihazırdaki gençlik kolları faaliyetlerinde çevre konusunun henüz gündeme gelmemesi, bu konuda etkin olmak isteyen gençleri siyasi partiler yerine çevre sivil toplum kuruluşlarına ve çevreci toplumsal hareketlere yönlendiren nedenlerin başında geliyor. Profesyonel ve yaygın çevre STK’ları çevre konusunda etkin olmak isteyen gençler için bir çekim gücü oluşturuyor ve temelde öğrenci gençlik kitlesine yönelik örgütlenme ve farkındalık yaratma çalışmaları yürütüyorlar.[12] TEMA’nın 460 bin gönüllüsünün 270 bini aktif. 2012 yılında kaydedilen 26 bin gönüllünün cinsiyet dağılımına baktığımızda yüzde 55’inin kadın yüzde 45’inin ise erkek olduğunu görüyoruz. Tüm gönüllüleri kapsayan bir veri elimizde henüz yok. Gönüllülerin bölgelere ya da illlere göre dağılımı, gelir seviyesi, eğitim seviyesi, ait oldukları meslek grupları, hangi çevre sorunları ile ilgilendiklerini öğrendiğimizde daha sağlıklı analizler yapabiliriz.

Greenpeace Türkiye’nin Şubat 2013 itibariyle yaklaşık 50 bin destekçisi bulunuyor. Destekçilerin yüzde 43’ü erkek iken yüzde 38’i kadın. Yaş dağılımına baktığımızda yüzde 1’i

18 yaş altında, yüzde 41’i 18-35 yaş aralığında, yüzde 27’si 36 yaş ve yukarısında ve yüzde 31 de cinsiyet belirtmemiş. Destekçilerin önemli bir kısmının ünversite öğrencisi olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan Greenpeace’in 50 bin kadar da pasif destekçisi bulunuyor.  Çevre STK’ları üzerine yapılan bir araştırmada üyelik konusunda sorunun yeni üye alımı değil, üyelerin katılımının eksikliği – etkinliklere katılma, aidat ödeme- olduğu tespit ediliyor.[13]

Doğa Derneği’nin 581 aktif üyesinin yüzde 51’i erkek, yüzde 49’u kadın. Üyelerinin yüzde 45’i 18-35 yaş aralığındayken yüzde 55’i 35 yaş ve üstünde.14 WWF Türkiye’nin 5000 destekçisinin de yüzde 55’i kadın ve yüzde 45’i kadın. Destekçilerinin yüzde 70’i 20-45 yaş aralığında.Elimizdeki bu verilerden kabaca çevre STK üyeliğinde kadın erkek oranının eşite yakın olduğunu, üyelerin yaklaşık yüzde 40’nın 18-35 yaş aralığında olduğunu söyleyebiliriz. Üyelerin hangi sosyo-ekonomik sınıflardan geldiğine veya hangi meslek gruplarına ait olduklarına dair bir bilgi henüz derlenmemiş.Bu bölümde son olarak STK’ların yapılarına göre farklı üyelik anlayışlarından da bahsetmek gerekir. Üye, destekçi, gönüllü gibi farklı adlandırmalar STK’ların vakıf, dernek veya şirket statüsünde faaliyet göstermeleri ile ilgilidir. Tüzel kişiliği olmayan inisiyatif, platform, girişim gibi çevre örgütlenmelerinde aktif olan yurttaşları da hesaba katmak gerekir ki çevre hareketi aktivistliği ve çevre STK üyeliği birbirlerini dışlayan pozisyonlar değildir, çoğu zaman da kesişebilirler.

Yerel çevre hareketlerinde aktivizm dinamikleri

Giriş bölümünde çevre hareketini bir ağ olarak tanımlayıp kurumsal ve kurumsal olmayan grupların ve bireylerin bu ağ içinde bir araya gelebildiğini söylemiştik. Bu bölümde ise kurummsal olmayan yapılardaki çevre aktivistlerine çeşitli örnek vakalar üzerinden bakmayı deneyeceğiz. Türkiye’de yurttaşlar dernek, vakıf, kooperatif gibi kurumsal yapıların yanı sıra platform, meclis, koalisyon, yurttaş inisiyatifi, girişim, üniversite çevre toplulukları gibi kurumsal olmayan yapılarda da çevre konusunda faaliyet gösteriyor. Çevre sorunları  artmasından ve derinleşmesinden etkilenenlerin sayısı da artıyor ve bunların bir kısmı tahribatı durdurmak ve sürdürülebilir alternatifler yaratmak için mücadele ediyor. Türkiye’de Nükleer karşıtı hareket (1976-), Altın madenciliğine karşı hareket (1990-), HES karşıtı hareket (2004-), GDO karşıtı hareket (2004-) ve İklim hareketi olmak üzere 5 büyük mücadelenin çevre hareketinin omurgasını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yerel, ulusal ve uluslararası düzlemde faaliyet gösterebilen, taban hareketi ile çevre profesyonellerini bir araya getiren, hukuk, tıp gibi farklı uzmanlıklardan yararlanan, farklı örgütlenme biçimlerine, eylem stratejilerine ve ideolojik eğilimlere sahip hareketler olarak değerlendirebiliriz. Farklı kurum ve bireylerden oluşan bu yapılardaki aktivistlerin kim olduğunu, örgütlenme motivasyonlarını, yaş gruplarını, sosyo-ekonomik sınıflarını bilmek çok kolay değil. İklim aktivisti, gıda aktivisti, enerji aktivisti gibi farklı tipolojiler mevcut, kısa süreli harekete geçen birey ve gruplar ağırlıkta, STK üyeliği ve hareket aktivistliği örtüşebiliyor

Ayrıca arka bahçelerinde, tarlalarında veya derelerinin yakınında bir termik santral, altın madeni veya HES kurulacağını öğrendikten sonra “çevreci” olan yurttaşlar da var, yukarıdaki gruplaşmalardan farklı olarak tekil biçimde de mücadele ediyorlar ve genel çevreci algısına – eğitimli, kentli, üst orta sınıf- pek uymuyorlar. Bergama’da siyanürlü altın aranmasına karşı verilen mücadede Hopdediks lakalplı (Çavuş) Bayram Kuzu; köyünün tam karşısına inşa edilmek istenen HES’e karşı dava açmak için ineğini satan “Yurttaş Kazım” lakaplı Kazım Delal, Erzurum’un Bağbaşı beldesinde HES eylemine katıldığı için HES çalışma alanına girmesi ve eylemlerde bulunanlarla ilişki kurması yasaklanan 17 yaşındaki Leyla Yalçınkaya son yıllarda yerel çevre mücadelelerinde simge isimler haline gelmiş yurttaşlardan bazıları.

Gerze halkının son üç yıldır Anadolu Grubu’nun kurmak istediği termik santrale karşı verdiği mücadeleyi inceleyen araştırmacılar, çevreciliğin farklı dinamiklerini gözlemliyorlar. Gerze’nin Yaykıl köylüleri geçim kaynakları zarar göreceği için mücadeleye katılıyorlar. Bu, literatürde Martinez-Alier’in kavramsallaştırdığı “Yoksulların Çevreciliğine[14] , yoksulların geçim kaynaklarıyla doğrudan ilişkili olan çevreyi ve doğa ile olan bağlarını koruma mücadelesine yakın duruyor. İkinci olarak Gerze’de, kasabada yaşayanların geçim kaynakları köydekiler ile aynı değil onlar daha çok termik santralin sağlığa etkisini vurgulayarak ve yöreyi sahiplenerek bir yandan 80 öncesi sol siyaset geleneğini sürdürmeye çalışarak diğer yandan da yerel halkın istemedği bir projenin yapılmamaması söylemi üzerinden bir demokrasi talebini dillendiriyorlar. Son olarak da Karadeniz’in Avrupa’nın enerji çöplüğüne döneceği ve termik santralin ithal kömürle çalışacak olmasından hareketle oluşan bir ekomilliyetçilik gözlemleniyor.[15]

Ekolojik ihtilaflarda mücadele söylemlerini ve söylemleri etkileyen unsurları incelemek mücadeleye bireysel ve grup olarak katılımın dinamiklerini anlamak açısından çok önemli. Kazdağı’nda altın çıkarmaya karşı olanların karşı çıkış nedenleri 5 ana başlıkta toplanmış.

a) Gelir/geçim kaynağına tehdit b) yaşam biçimine tehdit c) sağlığa ilişkin riskler d) milliyetçi duygular e) çevre kalitesine tehdit. Altın madenciliğine karşıtlık yörede yaşayanların maddi çıkarlarının yanı sıra değerlerine ve algılarına göre de değişkenlik gösteriyor. Örneğin projeye çıkan gruplar çevresel risklerden büyük endişe duymakta, devlet kurumlarına güvenmemekte, teknolojinin doğru kullanımıyla altın çıkarma çalışmalarının çevresel etkilerinin giderilebileceğine inanmamakta ve hem ulusal hem de yerel düzeydeki çevre sorunlarından kaygı duymakta.[16]

Sonuç

Elimizdeki sınırlı verilere ve araştırmalara dayanarak Türkiye’de çevrecilerin profilini ve çevre mücadelelerine katılmalarındaki dinamikleri incelemeyi hedefledik. Çevrecilik anlayışının sadece kentli, eğitimli ve orta ve üst gelirli insanların çevresel duyarlılıklarıyla sınırlı olmadığını, farklı sınıflardan, farklı yaş gruplarından ve mesleklerden insanların ekolojik tahribatı önlemek ve sürdürülebilir bir yaşam için koalisyonlar kurabildiğini göstermeye çalıştık. Türkiye’nin çevrecileri kimlerdir sorusuna tek ve genel bir yanıt verilemeyeceğini, ayrı hareketler ve STK’lar bünyesinde incelenmesi gerektiğini ve de yerelde tekil mücadele dinamiklerinin analizinin önemli olduğunu vurguladık. İlk başta sorduğumuz çevrecilikten kimler uzak kaldı sorusuna yanıt veremedik ama sezgisel olarak mütedeyyinler diyelim ve bunu başka bir araştırma konusu olarak not düşelim.

Barış Gençer Baykan

Bu makale academia.edu‘dan alınmıştır… 


[1] Rootes, C. (2004a) Environmental Movements. In:Snow, D. A., Soule, S. A., & Kriesi, H. (Eds.),The Blackwell Companion to Social Movements. Blackwell, Oxford, pp. 608–40.

[2] Dono J. Janine Webb, Ben Richardson, The relationship between environmental activism, pro-environmental behaviour and social identity, Journal of Environmental Psychology, Volume 30, Issue 2, June 2010, Pages 178186,

[3] Inglehart, R. (1977).  The silent revolution: Changing values and political styles among western publics.

Princeton: Princeton University Press ve Inglehart R., (1990) Culture shift in Advanced Industrial Society. Princetoni NJ: Princeton University Press.

[4] Genç, H. (2008)  “İstanbul Boğaziçi Sahillerinde Sanayileşmeye Gösterilen Tepkiler”, Toplumsal Tarih, Sayı:169, Ocak 2008, s.56-59.

[5] Özdemir, İ., .(2002) “Osmanlı Toplumunda Çevre Anlayışı”, Türkler, editörler: H.C. Güzel-K. Çiçek, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, c. 10, 598-610.

[6] Kırış, R., S. Çetiner, S. Gülenay (2009) Ormancı sivil toplum kuruluşları , II. Ormancılıkta Sosyo-Ekonomik Sorunlar Kongresi, 19-21 Şubat 2009, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta

[7] Duru, B., (1995) Çevre bilincinin gelişim sürecinde Türkiye’de gönüllü çevre kuruluşları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,Yüksek Lisans Tezi,

[8] Şimşek M. C., (1993) Yeşiller, Der Yayınları

[9] Baykan, B.G., B. Ertunç (2011) Toplumlar zenginleştikçe çevrenin önemi artıyor, Betam Araştırma Notu 105.

[10] Uygar Özesmi’ye bu sınıflandırmasını paylaştığı için teşekkür ederim.

[11] Baykan, B.G., B. Ertunç (2011)  age.

[12] Baykan, B.G.,& D.Lüküslü (2009) Gençlere Göre Çevre: Küresel Ama Satırarası Bir Sorun in Boyraz.C (Ed.) Gençler Tartışıyor: Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm Önerileri  TÜSES Yayınları  (p.251-265)

[13] 3 Paker ve diğerleri (2009) Türkiye’de  Çevre  Koruması  ve  Politikalarında  STK’ların  Rolü , Tübitak 14 TEMA’dan Elif Sezginer, Greenpeace Türkiye’den Hilal Atıcı ve Doğa Derneği’nden Mithat Marul’a bu bilgileri paylaştıkları için bir teşekkürü borç bilirim

[14] Martinez Alier J., (2002) The Environmentalism of the Poor: A Study of Ecological Conflicts and Valuation, Edward Elgar Publishing

[15] Adaman, F., B.Akbulut ve M. Arsel’in yakında yayınlanacak “Environmentalism of the Malcontent:Towards a new framework for analyzing development conflicts” isimli makalelerinden.

[16] Avcı, D., F. Adaman and Ozkaynak, B. (2010).“Ekolojik Paylaşıma Dayalı İhtilaflarda Destek ve Direniş Söylemleri: Kaz Dağı Örneği, Toplum ve Bilim, 119, p. 141-159