Toplumsal Çöküş

Fransız sosyolog Emile Durkheim’a göre; toplumsal olay denilen durum, bireyden kaynaklı olup ya da bireyin başlatıp bireyin bitirebildiği bir durum değildi.

Sosyolojinin kurucularından biri olan Durkheim, Auguste Compte’un takipçisidir.

Bugünlerde Durkheim, Compte ve İbn-i Haldun okumak gerek. Yaralarımızın merhemi onlarda…

Haber bültenlerine bakınca artık midemiz bulanıyor. Bu nasıl bir çağ diyor insan. Bu nasıl bir toplumsal çöküntü? Bu nasıl bir barbarlık? Insan denen varlık nasıl bu kadar kötü olabiliyor? Toplum nereye gidiyor? Bu sorular ve daha onlarca soru eminim birçoğunuzun zihnini kurcalıyor. Zira endişelenmemek ve hatta ürkmemek elde değil.

  • Yaşlı bir adam köpeğe tecavüz ederken yakalandı.
  • Beş kişi döviz bürosunu soydu kalan parayı da delil toplamaya gelen polis çaldı.
  • Kadını dövenleri ayırmaya çalışan genç futbolcu öldürüldü.
  • MHP’liler Afrin’e destek için vergi borçlarını ödedi.
  • Konsepti cezaevi olan kafe açıldı, ‘tek tip’ var, ilgi yoğun. Tutsaklık satan kafe.

Evet, bunlar son on günde haber bültenlerine yansıyan birkaç haber sadece. Her biri üzerine sayfalarca analiz yapılacak türden. İşin daha vahimi bu yaşananlar insanın kanını dondururken, bu haberlerin altına yazılan yorumlar, sosyal medyada tüm bunları savunan insanların varlığı. Asıl o yorumları okuduğunda dehşete düşüyor insan. Çoğu zaman bunlar çıldırmış, bu yaşananlar ortaçağ barbarlığı diyorum. Sanki Ortaçağ’a ışınlanmışız gibi…

Kadına yönelik şiddet, kadın katliamları sistematik olarak her gün yaşanıyor. Kadına tecavüz, çocuklara tecavüz, erkeğin erkeğe tecavüzü, hayvana tecavüz… Sosyal medya ayrı bir vaka, adeta şiddetin pornografisi paylaşılıyor. Bu şiddet videoları çoğu zaman şiddeti uygulayanları teşhir etmek için paylaşılıyor duyarlı insanlar tarafından. Temel sorunlardan biri de bu. Şiddeti teşhir ederken şiddete alışıyoruz farkında olmadan. Şiddet sıradanlaşıyor. Bir süre sonra bu şiddet görüntülerini gülerek izliyor insanlar, bunun üzerine şakalar bile yapılıyor. Şiddetin, tacizin, tecavüzün, ölümün şakası, esprisi olur mu? Dedim ya, çoğu zaman yaşananların vehameti üzerine derin derin düşünürken, asıl bu olayların üzerine yapılan yorumlar beni dehşete düşürüyor. Gidişat berbat ama üzerine hep birlikte düşünüp, çözümler aramak zorundayız. Ben ne yapabilirim ki demek yerine her birimiz sorumluca davranmak zorundayız. Kendimizden, çevremizden başlamak gerek önce. İyileşmemiz lazım. Bunun için önce sorunun farkına varıp, tanımlamasını yapıp, farkındalık yaratmak gerek.

Tüm bunlar toplumsal bir çöküşün göstergesi. Toplumsal çöküş her insanda değişik çağrışımlar uyandırabilir. Bunlar bir toplumun gerilemesi, ekonomisinin çökmesi, siyasi- politik safhadaki aksaklıklar vb. nedenler olarak sıralanabilir. Kısacası bir toplumun çöküşü demek aslında her kurumda meydana gelen bir olumsuzluğun var olması olarak nitelendirilir.

İbn-i Haldun’un çöküş teorilerinde devlet planında aldığı çöküşü, devletin ömrünün son bulmasını devletin üç kuşak sonra yıkılacağından bahseder. Ona göre toplumlar bir organizma gibi doğar, büyür, gelişir ve ölürler.

İbn-i Haldun, bir toplumun öncelikle cemiyet halinde yaşamalarından bahseder. Bununla toplumun varlığından yola çıkarak bir toplumun nasıl değişim içerisine girdiğine bakar. Bu değişim sonucunda yaşadığı dönem itibarıyla devletin yönetim şekli saltanat şeklinde olduğundan toplumun önderliğini yapan başta Padişah olmak üzere devlet içindeki bozuklukların, merkezlerin bozulmasını etkilediğini söylemektedir. Yani bozulma Padişah ve Hanedanlıktan başlayarak alt kurumlara kadar toplumun her kesimine sirayet eder.

Durkheim’e göre, bireyin doğasından gelen egoizm, arzuların kontrol ve denetim altına alınmaması bireyin toplumla bağlarının zayıflamasına neden olacak ve bunun sonucunda da normsuzluk durumu olarak ifade edilen anomi oluşacaktır. “Anomi zihinsel bir duruma değil toplumsal yapının özelliklerinden birine tekabül eder. Bu, bireysel arzuların artık ortak normlar tarafından düzenlenmediği ve sonuç olarak bireylerin amaçlarının peşinden koşarken ahlaki bir rehberliğin olmadığı bir durumu karakterize eder.”

Durkheim normsuzluk, anomi durumunu şöyle anlatır; “Anomi özellikle toplumsal değişim sürecinde ortaya çıkabilir. Örneğin, ekonomik krizler ve refah dönemleri anomik durumların oluşmasına neden olabilir. İş krizleri en üstte yer alan kişilerin aşağı sınıra düşmesine neden olabilmektedir. Aşağıya doğru yaşanan bu toplumsal hareketlilik bu insanların hayatlarında önemli bazı düzensizliklerin oluşmasına neden olur. Aynı şekilde yukarı doğru bir hareketlilik de anominin ortaya çıkma olasılığını artırabilir.” Sonuçta bireyin topluma karşı ahlaki bağının güçlü olmaması onun bireysel olarak toplumdan kopmasına, yabancılaşmasına, aşırı bireyselleşmesine neden olacaktır. Durkheim, ünitenin bir sonraki bölümünde intihar olgusunu ele alır. İntiharı, bireyin toplumla ahlaki bağlarının kopması ve toplumsal normlarla olan ilişkisinin zayıflamasıyla ilişkilendirir.

Durkheim burada daha çok bencil intiharlar üzerine çözümleme yapmıştır. Belki bir başka yazıda birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında ve bu dünya savaşlarının sonrasında yaşanan kitlesel intiharlar incelenebilir. Buna dair sizinle kişisel bir duygu ve düşüncemi paylaşmak isterim. Emperyalist paylaşımın vahşet boyutuna vardığı dünya savaşlarına dair kitaplar okuduğumda, belgeseller izlediğimde insanların bir salgın gibi intihar etmelerini bir türlü anlayamazdım ve ‘neden’ derdim. Bu psikolojik durum bana hep tuhaf gelirdi. Ama sanırım bugünlerde bunu biraz olsun anlayabiliyorum. Zira bugünlerde emperyalizmin kanlı yüzü olanca şiddetiyle dünyamızda kol geziyor. Bu barbar emperyalist paylaşımın odağı Ortadoğu olsa da tüm dünyaya sirayet ediyor. Bir çağ değişimi yaşadığımız aşikar. Kimileri üçüncü dünya savaşının yaşandığını söylüyor. Belki de haklılar. Neyse bu ayrı bir yazının konusu olur.

Yapay zekanın hayat bulduğu, teknolojinin devasa boyutlara ulaştığı, yeni gezegenlerin keşfedildiği, robotların hayatımıza girdiği yepyeni bir çağa girişin sıkıntılarını yaşıyoruz. Dünyamız savaşların gümbürtüsünde, kanlı bir süreç yaşamaya başlarken yeni gezenlerde yaşamlar, koloniler kuruluyor. Biz dünyada birbirimizi boğazlayacak nedenler üretirken uluslararası büyük burjuvazi yelkenlerini yeni gezenlere açıyor.

Bu savaş tamtamlarının ortasında derin bir nefes alarak biraz düşünmek, kafa yormak lazım bu meselelere… Ne yaşadığımızı anlamaya çalışmalıyız. Durkheim’ın normsuzluk, anomi üzerine çalışmalarını okumalı… İbn-i Haldun’un Osmanlı’da ki çöküş teorilerine bakmak lazım… Toplumsal bir tedavi sürecine ihtiyaç var.

Belki de artık, tüm din, dil, uluslardan azade insan ırkı olarak bütünleşmemiz gereken sürecin arifesindeyiz. Ya insan ırkı olarak bütünleşmeyi başaracağız ya da bu barbarlığın içinde yok olacağız.