Taşa tapanları küçümsemeyin

Neredeyse her gün Fecebook hesabından paylaşımlarda bulunan Ali Nesin, bazen kışkırtıcı olmayı da göze alarak değişik konularda düşüncelerini yazıyor. Gündemi kısa notlarıyla çarpıcı bir şekilde irdeleyen Nesin bugün Felsefenin temel sorunsalına kendi yorumunu getirerek tartışmaya açtı.

İşte Ali Nesinin takipçileri ile paylaştığı yazısı:

En felsefi soru, felsefi soruların en başatı, en temeli, en ilki ve en birincisi, varlık nereden geliyor sorusudur. Şey yani… Nesne ya da atom da diyebiliriz. Şeyler nasıl var oldu? Nasıl oluyor da etrafımızda şeyler var?

Bizim kültürümüzde nesnenin karşılığı taştır. Taş nereden geldi? Taşın var olması bir mucizedir ve mucizelerin en birincisidir.

İkinci felsefi temel soru, canlı nasıl var oldu sorusudur. Canlı derken, çoğalan, üreyen, beslenip dışkı bırakan varlıkları kastediyorum, hücreden yosuna, bitkiden ağaca, solucandan insana kadar.

Taş olmasa canlı da olmayacağı için, canlının varlığı ikinci dereceden bir soru olarak addedilebilir. Hatta belki de biyoloji dalına giren bir soru olarak algılanabilir. Ama bir sonraki paragrafta açıklayacağım üçüncü temel soru ışığında bu sorunun daha da felsefi bir önem kazandığını anlayacağız diye umuyorum.

Üçüncü temel soru, bilincin nereden geldiği sorusudur. Benlik bilinci, ben olma hali… İnançlıların ruh dediği herhalde budur.

Özetle ve sırayla, üç mucize: Varlık, canlı ve bilinç.

Başa dönelim, varlığa yani… Bir defa var olan bir şey yok olamaz, olsa olsa başka bir şeye dönüşür. Atomlar, elektronlar filan nasıl yok olabilir ki? Yok olamayan bir şeyin de başlangıcı olamaz, sanki… Varlık hep var mıydı yoksa? “Hep” ne demek? Bir şey hep var olabilir mi?

Sona dönelim şimdi de, benliğe yani. Tekrarlanamayan olayların olasılığı olamaz. Bir defaya mahsus bir olayın olasılığı tabii ki olamaz. Bir olay tekrarlanabilmeli ki olasılığı olsun. Ben denen şahsiyet de ölümümden sonra bir defa daha olamayacağından, ben’in olma olasılığı yoktur. Ben’in olma olasılığı 0’dır demek istemiyorum, ben’in olma olasılığı yoktur demek istiyorum. Ben’in var olma olasılığı ne 0’dır ne de 1’dir, olasılığı yoktur! Olasılığı olmayan bir şey nasıl var olabiliyor? Çok tuhaf değil mi? (Reinkarnasyon bu yüzden çok doğal bir inançtır.)

Madde için de aynı şeyi söyleyebiliriz: Yok olamayacağından var olamaz da. (Yok olamayan bir şeyin var olamayacağı açıklanmaya muhtaç bir düşünce.) Yani maddenin varoluşu tekrarlanamayan bir olaydır. Dolayısıyla var olma olasılığı diye bir şey yoktur. (Ama canlının var olma olasılığından bahsedebiliriz, yeter ki bazı atomlar bazı koşullarda bir araya gelsinler.)

Burada kilit cümle “olasılığının olması için olayın tekrarlanabilir olması” cümlesidir.

Canlı, maddeyle bilinç arasındaki geçiş dönemidir. Maddeden canlı ürer, canlıdan da bilinç. Madde ve bilinç had safhada şaşırtıcıdır. Canlı biraz daha ele avuca sığan bir şey sanki. İkisinin arasında bir geçiş süreci.

Madde olmasa canlı olmaz, canlı olmasa bilinç olmaz. Dolayısıyla her şeyin müsebbibi madde, yani taş. Eğer yeryüzünde tapılması gereken bir şey varsa o da taştır. Taşa tapanları küçümsemeyin, onlara saygı duyun, doğrusunu yapıyorlar!

Bu arada benlik bilincinin de yabana atılmaması gerekir. Ben’e (bana değil!) tapmak da son derece anlaşılır bir ihtiyaçtır.

Bir başka alana açılalım: Üç önemli değer yargımız var: Güzellik, iyilik ve doğruluk. Güzellik, kaynağını maddeden alır. Örneğin bir resmin alt kısmı koyu olmalıdır, ki dengeli olsun, ki huzur versin, güven duygusu versin, ne de olsa ağacın dibi gölgelidir, koyudur yani, üstü ise güneş vurduğundan apaydınlıktır, cıvıl cıvıldır. Ya da aerodinamik koşullara göre üretilmiş bir uçak burnu. Ne kadar güzeldir o uçak burnu, insan öpüp okşamak, hatta yalamak ister… Hiperboller, paraboller güzeldir, çünkü doğadan kaynaklanırlar.

Güzellik kaynağını nesneden (yani doğadan) alır. Peki ya doğruluk? Tabii ki bilinçten. Hiç kuşkusuz. Ne de olsa doğruya yanlışa karar vermek için zekâ gerekiyor, ve tabii ki bilinç olmazsa zekâ da olmaz. (Burada eksik bir argüman var, farkındayım… Bilinçle zekâ arasında bir bağlantı kurulmalı. Benlik bilinci olmayan zeki bir varlık olabilir mi?)

Güzelliği varlığa, doğruluğu da bilince bağladık. Geriye iyilikle canlılık kaldı. İyiliği de canlıya bağlamalı bir biçimde. “Canlıları öldürmeyelim, canlıları öldürmek kötülüktür” filan gibi… (Geliştirilmesi gereken bir düşünce.)

Ama varlık-canlı-bilinç üçlüsüyle güzellik-iyilik-doğruluk üçlüsü arasında bir başka benzeşme daha var. (Ahmet Çevik’ten apartılmıştır, kendisine teşekkür ederim.) Varlık olmazsa canlı olmaz, canlı olmazsa bilinç olmaz. Aynı şekilde, güzellik olmazsa iyilik olmaz, iyilik olmazsa doğruluk olmaz. (İşlenmesi gereken bir ilişki daha.)