Tadımız kaçmasın…

Gülmek üzerine yazılacak ne çok şey var… Ben gerçekten çok severim gülmeyi, gülen insanı… Tahmin edemeyeceğiniz kadar yorucudur benim için her konuda, sürekli huysuzluk yapan insan… Çok yazmamın en büyük sebebi de budur.
Çünkü “utanırım” ve insanların yüzüne söyleyemem birçok şeyi… Bıdı bıdı bir arkadaşa şikâyet ettiğimi ya da dedikodu yaptığımı hissettiğimde de kendimden utanırım…
Ama ne çare ki yaşam mutsuz ve huysuz insanlarla dolu…
Ben de kaça kaça büyüyorum…
Uzaktan tanıyanlar bilmez ama yakından tanıyanlar bilir. Ben yirmili yaşlarımdan beri hep kaçarım… Yani nereden daralsam oradan bir süre giderim… Unutana kadar, tekrar sevene kadar… Sevdiğim insanlar sebep olmuşsa kaçmama/ gitmeme durur beklerim… Unutmayı, önemsizleştirmeyi, olduğu gibi kabul etmeyi…

Çünkü aslında bir kere kaçılır. Ardından gelenler sadece ilkine eklenen mesafelerdir.

Şükürler olsun ki hep sığınacak limanlarım vardır.
Babam yaşarken anca arka odaya kaçabiliyordum sanırım ama sonrasında uzakları keşfettim… Genç kızlığım boyunca her mutsuz olduğumda bir yerlere kaçtım… Yani “Çikolata” filmini bu kadar sevmemin sebebi Johny Deep değil… Gitmeme engel olamıyordum. Biri canımı yakacak bir laf söylese, biri kalbimi kırsa, hakaret etse sessiz kalıp sabah sırt çantamı toplamış ve gitmiş oluyordum. Öyle terk ettim çok insanı… Bana ne yaptıklarını bilmedikleri için benim onlara ne yaptığımı anlattılar senelerce… Hatta hala durup durup ne yaptıklarını anlamadıkları gibi saçma sapan konuşanlarına denk geliyorum. Oysa biraz düşünseler…
“Aslında bizi en iyi kaçtıklarımız anlatır.”

“Canımı yakanlardan intikam almayı düşünmedim hiç, hayat benden daha yaratıcı.” der Simone de Beauvoir…

Yüzüne karşı tüm hırçınlığımla kavga edebildiğim tek kişi olarak annemi seçtim o sebeple… Asla kaçamayacağım tek yer olduğu için belki de… İnsan kendi topuğundaki parmak izinden nasıl kaçabilir ki…

Evlendiğimde de değişmedi bu… Ama korkudan belki de tavrım yumuşadı… İçime kaçtım… Çok derine kaçtım… Beauvoir’dan açıldı madem konu evlilik hakkında söyledikleri bu kuruma dair söylenmiş en doğru sözlerdir. Ben kendime dair bir çok doğruyu o süreçte buldum….
Çünkü kaçmak aslında insanın kendi ücrasını arama eylemidir.
Çünkü öfke, hırçınlık, kavga, yüksek ses, alaycılık, gerilim ve adaletsizlik beni kaçırır… Bana dediler ki on altı koca yıl nasıl sabrettin onca şeye… Çünkü orada değildim… Genç kızken gitmeme engel olamıyordum. Evlendiğimde de kalmama engel olamadım. Ama orada da değildim…
Sonra boşanmaya karar verdim. Altı yıl sürdü bunu yapabilmem. Çok gitti, geldi aklım. Çok yanlış yaptım. Gülmelerim azaldı… 20 yaşım ile 38 yaşım arasında çekilmiş en fazla 20-30 fotoğrafım vardır benim. On altı yıllık evliliğime dair ise 5-6 fotoğrafım. Mesela hiç nikâh fotoğrafım yoktur. Oysa çocukluğuma dair yüzlerce fotoğrafım vardır. Babam fotoğraf çekerken gülerdim, hatta bazen “ciddi bak” derdi… Annem de geçenlerde gülmeyen bir fotoğrafımı paylaştığımda “şaşırdım oysa senin bütün fotoğrafların güler” dedi… Yani gülerek uyanan mutlu çocuklar gülemeyecekleri yerlerden elbet bir gün kaçıyorlar.

Yazarken çoğu kişi sinirli olduğumu zanneder oysa değilimdir. Sakinleşir ve öyle yazarım. Klavyeye hırsla vurmam… Yani o sebep yazılarıma yorum olarak gelen yahu sakin ol, aman boş ver sallama, ya sende her şeye kızıyorsun diyen“kör” ve “çokbilmiş” yorumlara da gülerim çok…

Sevdiğim birini bir gün sevmemem için çok yoldan geçmemiz ve benim onun iyi bir insan olmadığına inanmam, ikna olmam gerekir. Çok azdır içimden affedemediğim insan. 3-4 yılda bir tane daha eklenir. Sevdiğim birini artık sevmiyorum demem için o insanın defalarca, defalarca hadsizlik, kötülük yapması gerekir… Siz buna ne derseniz artık sabır, zor vazgeçme, Arnavut inadı… Ama bir kere yürekte sevilmeyenler odasına konduysa o kişi, yutarım odanın anahtarını..

Uzun yıllar süren dostluk, sevda öykülerimin sebebi de budur belki de… Bence (henüz) yeterince kötü bir şey yapılmamış olmasından. Oysa benim için de “yeterince” diye bir yer vardır. Küstahlık, kendini bilmezlik, bilerek can yakmak, hadsizlik yapanlar elbette bir gün yeterince duvarına yaslanır. Tavsiyem beni o duvara yakın gördüğünüz de çok da orada olmamanızdır. Çünkü tüm sustuklarımı duyabilirsiniz. Vardır örnekleri hayatımda… Sonra sizi silerim kayıtlarımdan…

Eğer siz kaçamadıklarımdan, tekrar tekrar döndüklerimdenseniz bilin ki; Simone de Beauvoir’ın şu alabildiğine basit cümlesidir sebebi…

“Sevince, isteyince aklımın köşesinden bile geçmez kaçmak. Bir şeyi seversem, istersem nasıl kaçarım ondan?”

Madem laf Beauvoir’a geldi ve kadın olarak kaçmaktan, kaçamamaktan bahsediyorum bugün yine, onunla bitireyim yazıyı…

“Erkekler sadece kendileri için yaşar; oysa kadınlar bütün bir hayattan sorumludurlar”

İşte o sebep kaçsak da bitmez bazen…

Emine AKI
Latest posts by Emine AKI (see all)