Sırılsıklam bir aşk: Bedri Rahmi*

“Her şeyin hası var bu dünyada
Fırının hası var, ekmeğin hası
Bahçenin hası var, insanın hası
Çeliğin hası var, insanın hası
Gel gör ki her şeyin hası çarşıda satılmaz.”[1]

Çarşıya ya da geleneksel önyargılara değil; hayata ve âşka inananlardandı Bedri Rahmi Eyüboğlu; “Âşkın hikâyesini,/ Durmaksızın feryat eden bülbüle değil,/ Sessiz sedasız can veren pervanelere sor,” Mevlânâ’nın dizelerindeki üzere…
64 yıllık hayatı boyunca hem edebiyat hem resim sanatına katkılarının yanı sıra dostlarına verdiği kıymetle tanınan bir sanatçı olan Bedri Rahmi Eyüboğlu,[2] yazdığı “Âşk Mektupları”nın[3] dahi birer sanat eseri olarak değerlendirilen[4] biriydi…
Birden fazla sanat dalında ürünler verip bunların hepsinde de başarılı olmak sanat tarihinin ender görülen olgularındanken; Bedri Rahmi resimde, şiirde ve deneme yazarlığında aynı başarı çizgisini tutturabilmiş sanatçılardandı.[5]
Bu özelliğinin ardında, Karl Marx’ın 21 Haziran 1865’de “Jenny’e Mektup”undaki, “Âşk, insanı yeniden insanlaştırıyor,” gerçeği yatar.
Gerçekten de “Âşk, karşılıklı duyum ve uyum isteyen bir ilişki”ken;[6] “Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine âşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendi,” Ernesto Che Guevara’nın işaret ettiği üzere…
*
Sanatın birçok dalıyla ilgilenen Bedri Rahmi, daha çok ressam ve şair kimliğiyle bilinirken; ressam Bedri Rahmi’den şair Bedri Rahmi’ye yolculuk gerçeğinin altı özenle çizilmelidir.
Bedri Rahmi’nin ilk resimlerinde Trabzon manzaraları dikkat çeker. 1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisine giren Bedri Rahmi, Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi olmuştur.
Şiire ise daha lise öğrencisiyken başlamıştır. Şiirleri ‘Yeditepe’, ‘Ses’, ‘Güney’, ‘İnsan’, ‘İnkılapçı Gençlik’ ve ‘Varlık’ dergilerinde yayımlandı. Daha birçok dergi ve gazetede gezi yazıları, hikâye ve denemeler yazdı. Halk edebiyatının her türüne karşı duyduğu hayranlık bütün eserlerine yansımaktadır.
Bedri Rahmi, asla şiirsiz kalmadı; “Seni düşünürken/ Bir çakıl taşı ısınır içimde/ Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar/ Bir gelincik açılır ansızın/ Bir gelincik sinsi sinsi kanar/ Seni düşünürken/ Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır/ Deliler gibi dönmeye başlar/ Döndükçe yumak yumak çözülür/ Çözüldükçe ufalır küçülür/ Çekirdeği henüz süt bağlamış/ Masmavi bir erik kesilir ağzımda/ Dokundukça yanar dudaklarım/ Seni düşünürken/ Bir çakıl taşı ısınır içimde,” dizelerindeki üzere…
Lise yıllarında yazmaya başladığı şiiri hiçbir zaman bırakamaz. (Ya da “Şiir Onun yakasını bırakmaz” mı demeli?) Resminde olduğu gibi şiirlerinde de; halk hikâyelerine, söylencelere sık sık yer verir.
1931’de diplomasını almadan, Fransa’ya gider. Yurda döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi diploma yarışmasında ‘Hamam’ başlıklı çalışması ile birinci olarak mezun olur.
1950’lilerde duvar resimlerine yönelen Bedri Rahmi, “Güzelin yararlı, yararlının güzel” olabileceği fikrini benimser.
Paris’ten döndükten sonra resimlerinde yoğun olarak halay, han avlusu, çocuk emziren kadınlar, saz çalan âşık temalarını işlemeye başlar.
Bedri Rahmi, 1961’de iki yıllığına ABD’ye gider ve çalışmalarını yurt dışında sürdürme fırsatı bulur. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yönelir. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yapar, plastik tutkal-plastik boyalar-kum-talaş ve buruşturulmuş Japon kâğıdı kullanır. Amerika Dönemi’nin sanatına başka bir boyut kazandırdığını kendisi de ifade eder.
ABD dönüşü soyut resim ve renk düzenlemelerini bırakıp yeniden eski konularına döner; gecekonduları, kahvehaneleri, hanları resmeder. 1963-1964 yıllarında ‘Vakko Fabrikası’, ‘Karaköy Tatlıcılar’, ‘Manifaturacılar Çarşısı’ panoları yanında çeşitli malzemeleri dener.
Kardeşi Sabahattin Eyüboğlu’nun 12 Mart sürecinde gözaltına alınması onu çok etkiler. 1970’lerin başında yeniden toplumsal içeriği ağır basan resimler yapar. Ölüm ve yaşam arasındaki çelişkiyi anlatan ‘Yunus Emre’ adlı tablosunda toprağın altında ölen insanları verirken toprağın üzerinde yapraklarını gökyüzüne açan ağaç vardır. Tablonun altında ‘Kimi Masum Kimi Güzel Yiğitler, Ne Söylerler Ne Bir Haber Verirler’ yazar
Onu öyküsü yerelden evrensele bir yolculuktur; “Erimek belirsizce her şeyde/ Karışmak sulara yıldızlara/ Sinmek kokusuna mor menekşenin/ Yanmak damar damar, nefes nefes/ Yaşamak tükene tükene,” dizelerindeki üzere…
Bedri Rahmi’nin en meşhur şiiri kuşkusuz‚ Karadut’tur: “Karadutum, çatal karam, çingenem/ Nar tanem, nur tanem, bir tanem/ Ağaç isem dalımsın salkım saçak/ Petek isem balımsın ağulum/ Günahımsın, vebalimsin.”
Şiirin hikâyesi de kendisi kadar etkileyicidir. ‘Karadut’um’ dediği Mari Gerekmezyan’ı çok sever Bedri Rahmi, hiç unutamaz.[7]
*
Ama budan öncesi de vardır.
Bedri Rahmi’nin ilk âşklarından biri, “Böcek” adını taktığı bir Almandır. İstanbul’da uzun bir âşk yaşarlar. Kız daha sonra Almanya’ya dönecek ve orada evlenecektir.
Günün birinde Paris’e de gelir, Bedri Rahmi ile buluşurlar, birkaç sonra tekrar ülkesine gider. Bedri Rahmi o günlerde şu şiiri yazacaktır:
“Seni bigüzel giymişim içime gâvurun kızı/ Bir kurşunla vurdular ikimizi/ Gün ışır, yaprak titrer, tohum üşür/ Acı günler kızarır hikâyemizi”
Ve 1930 yılında Bedri Rahmi, henüz 19 yaşındayken abisi Sabahattin Eyüboğlu’nun kazandığı bir bursu bölüşerek Fransa’ya gidecek ve Dijon, Lyon ve Paris’te sergileri gezdikten sonra Andre Lhote Atölyesi’ne yazılacaktır.
Sonrasını uzun yıllar Paris’te birlikte oldukları Hıfzı Topuz anlatır.
Romanyalı bir resim öğrencisi olan Eren’in, o zamanlar asıl adı Ernestine’dir. Lhote, ona “Miss Roumanie” demektedir.
1933 yılında bursları uzatılmadığı için Bedri Rahmi İstanbul’a dönecektir. Ama aklı Paris’te kalmıştır. Bir süre sonra da Eren ile mektuplaşırlar. 1933 yılı sonlarında Eren, Romanya’ya giderken İstanbul’a uğrayacak fakat uzun süre kalmayacaktır.
Bedri Rahmi ise Kumkapı Ermeni Okulu’nda 20 lira maaşla çalışan bir resim öğretmenidir.
Eren de Bedri Rahmi’ye tutulmuştur. 1934’de bir daha İstanbul’a gelecek ve birlikte Necip Fazıl’ın Firuzağa’da tuttuğu bir odaya yerleşecekler, ama bir süre sonra Necip Fazıl ile araları açılınca evi terk edeceklerdir.
Bedri Rahmi’nin işsizlikle geçen günlerin ardından Eren tekrar Romanya’ya döner.
Bu ayrılık da uzun sürmeyecek, Eren yine İstanbul’a gelecek ve 1936 yılının nisan ayında evleneceklerdir. (Ey sevgili okur, şimdi biraz nefes al ve dünya şairi Nâzım Hikmet’in 17 Temmuz 1959 tarihinde sözcüklere döktüğü “İki Sevda” başlıklı şiirinde söylediklerine kulak ver. Siz bakmayın tevatürlere, şairler yalan söylemezler. Sevdiği kadınlar için “Gülüp ağlıyorlar iki dilde” derken şair, “sevda”yı da şöyle tanımlar: “Bir gönülde iki sevda olmaz/ yalan/ olabilir.”[8]
*
Evet Bedri Rahmi’nin eşi Eren Eyüboğlu ile âşkı dillere destandı; O âşk, mektuplara kazılıydı.[9] Ancak gün geldi, usta ressam ve şair, gönlünü bir başka kadına kaptırdı, evliliği sarsıldı.
Bedri Rahmi, Burhan Toprak Güzel Sanatlar Akademisi’nde müdür olduktan bir süre sonra, 1936-37 ders yılında Akademi’de görev alacak ve Leopold Levi ile çalışmaya başlayacaktır. Eren’e sevgisi, âşkı zerre kadar eksilmemiştir, ama Bedri Rahmi’nin duygu ve düşüncelerinde “Talaslı Kız” vardır artık.
Ve “Karadutum, çatal karam, çingenem” diye başlayan “Karadut”, “Sene 1950, Mevsim Sonbahar” şiirlerini “Talaslı Kız” için yazacaktır.
“Talaslı Kız” ise Bedri Rahmi’nin büstünü yapacaktır.
Peki, kimdir “Talaslı Kız?”
Güzel Sanatlar Akademisi eski öğrencilerinden Mari Gerekmezyan. Mari, Bedri Rahmi ile aynı yaştadır. Üstelik nişanlıdır.
Fakat aralarında çılgınlık derecesinde bir bağ bulunmaktadır.
Bedri Rahmi, Eren’den bir çocuk sahibi olduktan hemen sonra tanışmıştı bu genç Ermeni sanatçıyla… Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. Bedri Rahmi de orada asistandı.
1940’lar başlamıştı. Savaş yıllarıydı. Bedri Rahmi, Mari’yle gizliden gizliye buluşur olmuştu. Sırılsıklam âşıktı ona…
“Sigara paketlerine resmini çiziyor, körpe fidanlara adını yazıyordu”.
“Karadutum” şiirini -karısına değil- ona yazmıştı.
Pek çok tablo vardı bu ilişkiden artakalan; pek çok şiir…
Bedri Rahmi onun portrelerini çizmişti; Mari, Bedri Rahmi’nin büstünü yapmıştı.
Ve usta ressam, düşsel bir tabloda sevdalısıyla kendisini, gökyüzünde kanat açan iki atlı olarak resmetmişti.
Ancak ikilinin tutkusunu kanıtlayan, o ünlü şiirdeki âşkı belgeleyen bir mektup ortaya çıkmamıştı:
“10 Eylül 1945
Karacam
İşte yine atölyedeyim! İşte yine Çebişten hiçbir haber yok!
Canım Bedir anlamıyorum ne diye cevap vermiyorsun?..
Seven kayıp ediyor!”
“Sonrasında ne oldu” mu? Bu tutkulu âşk, hazin bir finalle son buldu. Bedri Rahmi’nin, “Önde zeytin ağaçları, arkasında yar/ Sene 1946, mevsim sonbahar” şiirini yazdığı yıl, “Karadut” hastalandı. Ağır bir tüberküloz geçiriyordu. Antibiyotiğe verecek parası yoktu.
İmdadına Bedri Rahmi yetişti. En kıymetli tablolarını yok pahasına sattı; ona ilaç aldı. Ama yetmedi.
“Karadut”, 1946’da, İstanbul’da, Alman Hastanesi’nde vefat etti.
Bedri Rahmi ardından kendini içkiye vurdu.
“Türküler bitti/ halaylar durdu/ horonlar durdu/ al damar, mor damar, şah damar sustu” diye yazdı sevdiğinin ardından…
“Karadut”u defnettikten sonra gözyaşları içinde eşine döndü. Eren, onu sevgiyle bağrına bastı, teselli etti, yatıştırdı. Ancak yaşadıkları “Karadut” parantezini ikisi de unutmadı.
1949’da bir gün Büyük Kulüp’teki bir gecede dostları Bedri Rahmi’den “Karadut”u okumasını istedi.
Şair ayağa kalktı; şiire başladı; okurken gözyaşına boğuldu
Mari gitmiş, ama âşkı bitmemişti.
Eren, o günden sonra Paris’e yerleşmeye karar verdi.
Bir süre ayrı yaşadılar. Sonra yeniden buluşup yıllar yılı birlikte sanat ürettiler. Bedri Rahmi, 1974’ün bir Eylül günü, 63 yaşında hayata veda etti.
Cenazesinden sonra Eren eve geldi. Artık 35 yaşına gelmiş oğlu Mehmet’i karşısına oturttu ve dedi ki:
“Babanı uğurladık, ama şunu bil ki ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Buna katlandımsa, sadece senin hayatın kararmasın diyedir.”
Ölene kadar bir daha bu konuyu açmadı.[10]
*
1911’de Görele’de doğup, 21 Eylül 1975’te İstanbul’da “Yalnızlık dediğin büyük bir zindan,/ dünyanın en kalabalık zindanı./ Dinden imandan çıkarır/ ama öyle bir adam eder ki insanı,” haykırışıyla bizi terk eden Bedri Rahmi geride bıraktıklarından en sarsıcı olanı 1947’da 34 yaşında dünyasına elvedasını bıraka Mari için yazdıklarıdır:
“Ten yıpranır elden gider/ Üstüne kilit vururum/ Kul köle kurban olurum/ Can çekişir elden gider/ İki gözüm iki çeşme/ Düşerim canın peşine/ Yâr tükenir elden gider”


[*] Kaldıraç, No:204, Temmuz 2018…
[1] Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1952.
[2] Özge Kara, “Dostların Nükte Dolu Mektupları”, Milliyet, 6 Mayıs 2015, s.8.
[3] Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aşk Mektupları (1932-1933), 1. Cilt, Derleyen: Mehmed Hamdi Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 1999; Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aşk Mektupları (1933 -1934), 2. Cilt, Derleyen: Mehmet Hamdi Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2000; Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aşk Mektupları (1934 -1936), 3. Cilt, Derleyen: Mehmet Hamdi Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2001; Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aşk Mektupları (1937-1950), 4. Cilt, Derleyen: Mehmet Hamdi Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2006.
[4] Metin Celal, “Bir Sanat Eseri Olarak Mektup”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2015, s.18.
[5] Turgay Fişekçi, “Bedri Rahmi-Vedat Günyol”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2011, s.17.
[6] Michel de Montaigne, Yavaşladıkça Çoğalıyorum, Çev: Ceren Alay, Aylak Adam Yay., 2016.
[7] İsmail Afacan, “Bedri Rahmi 100 Yaşında”, Evrensel, 15 Ekim 2011, s.10.
[8] Refik Durbaş, “Bedri Rahmi’nin Aşkları”, Birgün, 16 Şubat 2017, s.3.
[9] Can Dündar, Yüzyılın Aşkları, Can Yay., 2015.
[10] Can Dündar, “Karadut Mektupları”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2015, s.10.