Savaşın, Sömürünün ve Egemenliğin Yeni Biçimleri ve Kadın Bedene Yönelen Kapitalist Hınç

“Bu koşullarda kenara çekilip olup biteni izlemek artık mümkün değil; feministlerin safını belli etmesi gerek.”
(Cinzia, Bhattacharya ve Faraser, 2019)

Kapitalizmin içerisinde bulunduğu siyasal, toplumsal, ekonomik ve ekolojik kriz dünyanın her yerinde yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Eş zamanlı olarak süregiden savaşların yeni biçimleri, bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan göçmen krizi, neoliberal politikaların yol açtığı yeni sömürgecilik biçimleri, doğa talanı ve küresel iklim krizi, yoksulluğun gittikçe artmasıyla sınıflar arası uçurumun derinleşmesi, aşırı sağın dünya genelinde yükselmesiyle radikal dini aşırılığın yaygınlaşması ve şiddetin gittikçe daha çıplak ve yaygın hale gelmesi kapitalizmin içerisinde olduğu krizin somut göstergeleri olarak önümüzde durmaktadır.

Çok boyutlu kapitalist kriz derinleştikçe sağ siyaset gittikçe yükseliyor ve iktidarlar daha fazla otoriterleşiyor. Sağın yükselmesi bir taraftan ırkçılığın artmasıyla bağlantılı olarak “biz” ve “onlar” arasındaki mesafenin gittikçe açılmasına yol açarken Avrupa Birliği gibi kurumların oluşmasıyla artık önemi kalmayacak denilen ulus devlet sınırları yeniden daha katı biçimde belirginleşiyor. Aynı ulus devletler diğer taraftan “vekalet savaşları” yoluyla savaş ve yıkımı gittikçe batının çeperlerine kaydırmayı amaçlıyor. Yine, daha fazla kâr elde etmek amacıyla doğal kaynak suları, tarımı ve doğayı talan eden kapitalist şirketlerin merkezleri batıda kümelenirken taşeron şirketlerin sayıları yıkımın gerçekleştiği Asya, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelerde artıyor.

Öte taraftan, dünya genelinde sayısı elliyi bulmayan şirketin dünya gelirinin büyük çoğunluğunu elinde tutuğu ve geri kalan nüfusunun açlık sınırında yaşadığı2 kapitalizmin vahşi neoliberal sömürü düzeninde zenginler gittikçe zenginleşirken yoksullar daha da yoksullaşıyor. Ağır çalışma koşulları altında uzun saatler boyunca ucuz iş gücü olarak çalışan güvencesiz işçilerin büyük çoğunluğu yine batının “epey” uzağında “Üçüncü Dünya” ülkelerinde konumlanıyor. Benzer şekilde, hınç ve nefret gibi duygulanım süreçlerini harekete geçirerek duygu siyasetini (Sarıoğlu, 2019. 41) merkeze alan popülist yeni sağ iktidarlar dini aşırılığı kışkırtırken bu radikal grupları “daha uzaktakiler”e ve/veya sistem karşıtı gruplara yönelik, yeni dönem savaşların birer biyolojik makinası olarak kurgulamaya ve harekete geçirmeye devam ediyor. Öte taraftan, dünya genelinde aşırı sağın yükselmesi sadece ırkçılığı yaymamakta, bu yükseliş aynı zamanda baskının artmasını ve kontrolün yeni biçimlerinin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmektedir. Egemenliğin niteliği ve sınırlarıyla bağlantılı olarak bugün büyük oranda dünyada sağın tekelinde olan iktidarların egemenlik kavrayışları da bu süreçte değişmektedir.

Peki, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlük mücadelesi kapitalizmin içerisinde olduğu siyasi krizden nasıl etkilenmektedir? Kapitalist krizin en çok vuku bulduğu yer neden toplumsal yeniden üretim meydanı ve neden en çok kadınlar kapitalist krizde şiddetin doğrudan hedefi haline gelmektedir? Benzer şekilde, yeni savaş ve sömürge(cilik) biçimleri ile kadına yönelik şiddet arasında nasıl bir bağ söz konusudur? Küresel düzeyde gittikçe artan gelir dağılımı uçurumu ile kadın yoksulluğunun birbiri ile ilişkisi nedir? Nasıl oluyor da artık kamusal alanda oldukça güçlü olan ve küresel düzeyde feminist[2] yeni dalganın yükselişe geçtiği bir dönemde kadınlar, dini aşırılığın doğrudan hedefi haline geliyor? Kadın mücadelesinin oldukça güç kazandığı bölgelerde şiddetin artması rastlantısal mı? Ayrıca kapitalist krizin sürdüğü bir dönemde iktidar egemenliğin niteliğini ve sınırlarını yeniden kurgularken kadın bedeni bu süreçte nasıl bir şiddet sahnesine dönüşmektedir?

Bu yazıda yukarıdaki sorular çerçevesinde kapitalist kriz ile kadına yönelik şiddetin ilişkisine ve küresel düzeyde aşırı sağın yükselmesiyle kadın bedeninin nasıl bir kez daha saldırıların hedefi haline geldiğine odaklanacağım. Bununla bağlantılı olarak savaşın, sömürünün ve egemenlik kavrayışının yeni biçimlerine bu sürecin kadınların bedeninde nasıl cereyan ettiğine yer vermeye çalışacağım. Son olarak, şiddete maruz kalanların keşişim kümesinin en büyüğünü neden kadınların oluşturduğuna siyasi, toplumsal ve ekonomi alanlarına odaklanarak anlatmaya çalışacağım.