Savaşın, Sömürünün ve Egemenliğin Yeni Biçimleri ve Kadın Bedene Yönelen Kapitalist Hınç

Kapitalist Kriz ve Kadınların Yeniden Hedef Tahtasına Konulması

Kapitalist krizin beraberinde getirdiği sömürü ve şiddetten herkesin belli düzeyde nasibini aldığı aşikâr. Demokratik yönetime dair her türlü iddianın baskıyla karşılaşması, yoksulluğun gittikçe derinleşmesi, şiddetin gittikçe daha yaygın ve görünür hale gelmesi, atmosferin gittikçe zehirlenmesi ve dayanışma ve bir arada yaşama becerisinin gittikçe büyük kırılmaya uğraması sadece belli grupların değil büyük çoğunluğun hayatını etkilemektedir. Ancak, küresel düzeyde yaşanan bu krizin en çok yükünü taşıyanlar ile bu kriz sonucu ortaya çıkan çıplak şiddetin hedefi haline gelenler aynı gruplar: Neoliberalizmin yeni sömürü biçimlerine itiraz ederek daha fazla eşitlik ve adalet talep edenler. Bu gruplara mensup büyük çoğunluk bugün yüksek sesle itiraz edip direnişin ön saflarında yer al(a)masa da nüfusun büyük çoğunluğunu onlar oluşturmaktadır. Ancak farklı sahnelerde karşımıza çıkan kapitalist krizlerde sömürünün ve şiddetin kesişim kümesinde yer alan en büyük grup kadınlardır. Yani, bu kriz bugün en çok toplumsal yeniden üretim meydanında/ kadın bedeninde cereyan etmektedir.

Öte taraftan, birçok alanda karşımıza çıktığı gibi kapitalizmin küresel ve finansallaşmış neoliberalizm aracılığıyla yinelenişi ve savaşın, şiddetin ve sömürünün yeni biçimleri büyük çoğunluğun yaşamını doğrudan etkilese de etnisite, kültür, renk, inanç, sınıf, sakatlık, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet gibi geniş bir skalada sayabileceğimiz farklılıklar nedeniyle belli grupları farklı biçimde etkilemektedir. Ancak net olan şu ki farklı habituslar ve bütün bu aidiyetler göz önünde bulundurulduğunda dahi en çok şiddete maruz kalanların keşişim kümesinin en büyüğünü kadınlar oluşturmaktadır. Çünkü yeni sermaye birikim biçimlerinin kadınlara yönelik şiddeti kışkırtmasının birden fazla sebebi ve yolu var.

Kapitalizmin büyük bir krizde olduğu günümüzde kadın mücadelesi kapitalist saldırının birincil hedefleri arasında. Bu nedenle bugün kadınlar için yaşam birçok ülkede zorlu bir dönemeçten geçiyor. Amerika’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Asya’ya kadar kapitalist ırkçı ve aşırı sağcı popülist ve kapitalist ideolojiler tarafından kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamına ve haklarına, toplumsal cinsiyet eşitliğine, feminist mücadele kazanımlarına kökten bir savaş açılmış durumda. Dünyanın birçok yerinde tekçilik ve ırkçılıktan beslenen yönetimler, faşist politikalarıyla toplumun tümüne savaş açarken aynı zamanda toplumsal direnişe öncülük eden kadın mücadelesini bastırmak ve kadın kazanımlarına el koymak için kadınların iradesine, yaşamına, yaşam alanlarına, bedenlerine ve emeklerine müdahale edip onları kontrol altında tutmaya dönük cinsiyetçi politikalara hız vermektedir. Özellikle başını Amerika’nın çektiği ama Macaristan’dan Brezilya, Polonya’dan Türkiye’ye kadar dünyanın birçok yerine sirayet eden sağcı siyasetin gittikçe ırkçılaşmasıyla beraber siyasette artan hınç, öfke ve saldırganlık hak ve eşitlik mücadelesi veren kapitalizmin ırkçı ve tekçi yönetimlerine alternatif siyasal sistemler ortaya koyan bütün gruplara ve bu mücadelelerin öznesi kadınlara yönelmiş durumdadır.[3]

Kadına yönelik gerçekleşen yeni dalga şiddetin göstergesi yalnızca öldürülen ve istismar edilen kadın sayısındaki artış değil. Birçok ülkede yaşanan vakalarda karşımıza çıktığı gibi şiddet artık daha açık ve daha gaddar hale gelmiştir. Birçok feminist, kadınlara yönelen ve her gün artan bu saldırganlık ve düşmanlığın daha öncekilerden farklı olduğunu ileri sürüyor. Akademisyen Agnieszka Graf ve Elzbieta Korolczuk’un (2018) kaleme aldığı “Toplumsal Cinsiyet: Brükselden Gelen Ebola” başlıklı metinde bu farkı şöyle aktarıyor: “Bu her zamanki gidişata benzemiyor, bilakis yeni bir ideolojik ve politik konfigürasyon hem Doğu’da hem de Batı’da ayakları olan uluslar-üstü bir fenomen” (Sarıoğlu, 2019. 41).

Şiddetin daha açık ve gaddar biçimde kadın bedenine yönelmesi tesadüf değil. Kadınların yeniden hedef tahtasına konulmasının kapitalizmin içerisinde olduğu krizle doğrudan ilgisi var. Bu nedenle bu şiddeti tarihsel bir bağlama yerleştirmeden anlamak mümkün değil. Geçmişten günümüze süregelen kadına yönelik şiddetin ve mizojinist[4] önyargıların ortaya çıkmasına yol açan ve ideolojik meşruiyet sağlayan etkenler çeşitlilik gösterse de benzer kökenlerden beslenen itici güçler hep olmuştur. Tarih boyunca sistemsel krizlerin derinleştiği dönemlerde erkek şiddetinin kadın bedenine ve kazanımlarına yönelmesi bu nedenle şaşırtıcı değil. Süregiden kadına yönelik şiddetin kaynağını anlamak için kapitalizmin gelişim sürecine odaklanan Silvia Federici (2019), Avrupa’da 16. ve 17. yüzyılda yaşanan “cadı avlarının ve bu avları üreten ekonomi/politik bağlam” ile bugünkü şiddetin ilintili olduğunu ileri sürüyor. Yazar kapitalizmin inşa sancılarının yaşandığı bir dönemde kadınların “cadı” şeklinde isimlendirilerek ortadan kaldırılmasının rastlantısal olmadığını ileri sürüyor. Federici, ayrıca “yeni cadı avları”yla bu şiddetin bağını kurarak bunların finansallaşmış neoliberalizmle ilgili olduğunu ifade ediyor. Nihayetinde kapitalizmin bugün içerisinde bulunduğu kriz ve krizin yol açtığı bütün bu süreçler toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı ciddi biçimde kışkırtmaktadır.

Nitekim, kapitalizmin yeniden bir sömürge şeklinde tasavvur ettiği ve neoliberal politikalarla yerleşmeye çalıştığı Afrika, Hindistan, Nepal ve Papua Yeni Gine’de bugün bir kez daha “yeni cadı avları”nın ortaya çıkması yalnızca kapitalist şiddetin değil aynı zamanda bu krizin sürekliliğini de ortaya koymaktadır.

Öte yandan, şiddetin ve sömürünün birçok coğrafyada eş zamanlı olarak artmasının neden olduğu göç/yersizlik/yurtsuzluk ve yoksulluk/yoksunluk gibi çok yönlü yıkım, gelir dağılımındaki ayrımcılığın gittikçe artmasının yol açtığı sınıflar arası uçurum, güvencesizlik ve doğanın talan edilmesinin bunun yol açtığı ekolojik tahribat yoksulları ve zenginleri aynı oranda etkilememektedir. “Tekil mikro politika kurumsal makro politikayı taklit etse” (age: 74) de ve bütün yerellerde toplumsal cinsiyete ilişkin ayrımcı uygulamalar ve kadına yönelik şiddet küresel düzeyde süregiden aynı süreçleri taklit etse de şiddet zaman ve zemine bağlı olarak farklı biçimde zuhur etmektedir. Ayrıca yine kapitalizm, baskı ve sömürüye karşı duran direngen kadınların ve erkeklerin ortaya koyduğu tepkiye aynı şekilde karşılık vermediği gibi; hedef tahtasına koyduğu bütün kadınlara aynı biçimde ve aynı şiddetle saldırmamaktadır. Kapitalizm farklı coğrafyalarda hayata geçirdiği neoliberal politikalarla bağlantılı olarak farklı toplumlara ait kadınlara yönelik farklı yöntemler tesis edip yürürlüğe koymaktadır.  Söz gelişi kadın bedenine ve kazanımlarına yönelik gerçekleşen şiddet pratikleri her zaman, uzun süredir batıda gerçekleştiği gibi feminizmin evcilleştirilmesi ve/veya ana akımlaştırılması çabaları gibi ‘killing us softly’[5] yöntemleriyle gerçekleşmemektedir. Bu saldırı kimi zaman Afrika, Hindistan, Nepal, Papua Yeni Gine’de karşımıza çıktığı gibi “cadı” diye nitelendirilerek kadınların gaddarca öldürülmesi şeklinde, kimi zaman da Ortadoğu ve Latin Amerika’da olduğu gibi paramiliter güçler aracılığıyla kadın kırımı şeklinde gerçekleşebilmektedir.