Şans…

‘Şans’ sözcüğünü iki biçimde kullanıyoruz: Hem kişinin şanslı olması anlamında hem de kişiden bağımsız olarak dünyada beklenmeyen ve öngörülemeyen bir olayın başa gelmesi anlamında. Türkçe’de bu ayrımı yapmak kolay değil ama, örneğin İngilizce’de ‘luck’ ve ‘chance’ farklı tanımlanabilir. Şans neden sonuç ilişkisi içerisinde düşündüğümüz veya düzenli olarak birbirini takip eden olaylar içerisinde meydana gelmesi pek az olası bir olayı tarif eder. Bir göktaşının sizin bahçenize düşmesi gibi. Buna, zarar görelim veya görmeyelim, ‘piyango bana çıktı’ deriz. Doğmak, biricik bir varlık olarak yaşamak, bir topluma, coğrafyaya, tarihe doğmak; herhangi bir yeteneği olmak şanstır.

Şans oyunlarında kazanmak, pek küçük bir olasılığın gerçekleşmesine bağlıdır.  Tamamen rastlantısal bir tahmin yaparak piyangoda büyük ödülü alan birine ‘şanslı’ diyoruz. Ancak onun kendi şansını yaratan biri olduğunu söylemeyiz. Şanslı kişi bir şans oyununa katılan herkesin yaptığı şeyi yapıyor, sadece bir bilet alıyor veya sonucun rastlantısal olarak belirlendiği bir çekişe katılıyor.

Peki insan kendi hayatında nasıl şanslı veya şanssız olabilir? ‘Şanssızlık’ sadece şansın yokluğu demek değildir, olabilecek en kötü şeyin başa gelmesi olarak da anlaşılabilir. Şanslılığın göreli bir doğası olduğu için, en can sıkıcı, çok ciddi bir kayba uğradığımız durumlarda bile kendimizi yine de şanslı kabul edebiliriz. Düşüp ayağımı kırdığımda kafamı kırmadığım için kendimi şanslı sayarım. Burada kötülüğün ekonomisine giriyoruz: ‘Ehveni şer’, ‘her şerde bir hayır vardır’ diye düşünmek şanssızlığa takılıp kalmayı, geçmişe odaklanmayı önlüyor. Böylece kaybın şokunu atlatıyoruz.

Kişisel anlamda şansını insan kendisi mi yaratır? Ne istediğini bilmek, plan yapmak, o hedefe ulaşmak için elinden gelen çabayı sarf etmek, çok çalışmak, hatta gerekli riskleri almak elbette önemli. Ancak şansın insanın kendisine bağlı olan kısmı bu sadece. Şansın kısmen bize bağlı olmayan bir tarafı da var. Şanslı olmak için hayatta bizim elimizde olmayan bir durum içerisinde olaylar öyle gelişmeli ki dünya kendiliğinden bizim hedeflerimize uygun bir hale gelmeli. Buna ‘evrenin yardımı’ da denebilir. Evrenin yardımı yerine ‘aksilik’ de ortaya çıkabilir tabii. O halde şans hem fırsatlara hazır olup onları değerlendirmekle ilgili hem de o fırsatların dünyada ortaya çıkması ve bize verilebilir olmasıyla ilgili. Kişi ne kadar çalışırsa çalışsın, hazır olsun, elinden gelen her şeyi nesnel standartlarda çok iyi yapsın, dünya onun amacına ulaşmasına izin vermeyebilir. Örneğin,  siyasi olarak kötü örgütlenmiş, ayrımcılığa dayalı bir dünyada kayırılan bir grubun üyesi olmayan birinin şansı olmaz. Totaliter bir rejimde sadece hükümetin politik görüşlerini destekleyen insanlar devlet kurumlarında iş bulabilirler. Liyakatin önemi yoktur. Burada asıl sorun kişinin şanssız olması değil, sistemin ona karşı işlemesidir. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir dünyada ‘şanslı’ olmak için insanın baştan bir ideolojiyi benimsemesi gerekiyor. Kaynakların ayrımcı bir biçimde dağıtıldığı bir dünyada şanslı olmak veya şanssız olmak siyasi bir meseledir.

İkinci anlamda şans, doğanın verili düzenlilikleri içerisinde öngörülemeyen bir olaydır. Böyle bir olay aslında ne mantıken ne de fiziksel olarak imkansızdır; sadece şeylerin doğal akışına terstir. Doğal süreçler hakkında öngörüde bulunmamızı sağlayan şey düzenliliklere ilişkin yaptığımız genellemelerdir. Örneğin meteorolojinin tahminleri böyle genellemelere dayanır ve bizim doğa olayları karşısında gereken önlemleri almamıza ve görebileceğimiz zarara karşı kendimizi korumamıza olanak tanır. İçinde bulunduğumuz iklim krizi çağında doğadaki değişim çok hızlandığı için iklime ilişkin genellemeler artık işe yaramaz hale geldi. Her geçen gün daha kaotik bir dünyada bulmaktayız kendimizi. Başımıza gelen beklenmedik olaylara şans deyip geçecek miyiz peki? Doğadaki hızlı değişikliğe ayak uyduramayan canlılar yok olurlar. Ama neye ayak uyduracağız eğer yeni bir düzen yoksa? Düzenliliğin olmadığı yerde şans nedir? Tüm yaşamı tehdit eden büyük yangınlar, kuraklıklar, seller ve fırtınalar gibi riskler gerçekleştiğinde şanssızlık mı olacak bu?  Bu olasılıkları azaltmak için ne yapabileceğini düşünmeye pek azımız istekliyiz. İklim krizinde insanın kendi şansını yaratması için yaşama alışkanlıklarını değiştirmesi şart. Oysa alışkanlıkları değiştirmek insan için hep çok zor. Atlattığımız her felakette daha çok zarar görmediğimiz için kendimizi şanslı sayarak yaşamaya devam etmek yerine, düzenliliklere yeniden güvenebileceğimiz, öngörülebilir bir dünyada yaşamak için çalışmaya başlamamız gerekmez mi?

Zeynep DİREK
Latest posts by Zeynep DİREK (see all)