Oyumuzu da emeğimizi de çaldırmayız

Son bir haftadır kimileri AKP-MHP ortaklığının çözüldüğünü, Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” söylemi eşliğinde bir “milli mutabakat” kabinesi oluşturacağını, CHP’li ve İyi Parti’li isimlere kabinede yer vereceğini iddia etti. Liberallerin içinden böylesi bir adımı Türkiye için “büyük şans” olarak savunanlar dahi çıktı.

Fakat krizin derinleştiği her noktada iktidara stepne olan zevatın “normalleşme” beklentisi rejimin tabiatına aykırı. Zaten Erdoğan, Kızılcahamam kampında hem muhalefete hem de parti içine bir kez daha “kızgın demir” gösterdi. Organize bir linç saldırısına maruz kalan Kılıçdaroğlu’nu, şehit cenazesini “siyasi istismar” konusu yapmakla itham ederek, Soylu ve Bahçeli ile aynı dilden konuştu. Böylece hem Osman Sarıgün’ün hem de onun elini öpüp hatıra fotoğrafı çektirenlerin sırtı sıvazlanış oldu.

Erdoğan kendini dört bir yandan kuşatılmış hissediyor. Bir yanda ‘ben olmazsam AKP dönemi kapanır’ diyen Bahçeli, bir yanda yerel seçimlerde başarı çıtasını yükseltip 3 büyük ili alan ve kirli çamaşırları ortaya döken muhalefet, bir yanda “atalet” içinde olan parti kadroları ve yeni parti için fırsat kollayan eski AKP’liler.

Erdoğan’ın esas öfkesi muhalefetten çok eski yol arkadaşlarına ve parti kadrolarına. Tek adam rejiminin inşası sürecinde AKP teşkilatı “Erdoğan ne yapar ne eder seçimi kazanır” pozisyonuna çekildi. İnisiyatifi elinde alınan, damat-oğul listelerine mahkûm edilen AKP’liler birçok yerde seçime asılmadılar. Asılsalar netice değişir miydi bilinmez ancak Erdoğan bu tablonun, siyaseti Saray’a hapsetmenin sonucu olduğunu görmek istemiyor, günah keçisi arıyor.

“Bu davanın adamı olduğu söylenenler seçim kampanyası süresince neredeydiler?” demesi boşuna değil. Bizzat kendisinin tasfiye ettiği AKP kurmaylarının seçim çalışmasına katılmamasını mağlubiyetin nedenlerinden biri olarak gösteriyor. “Sırça köşklerinden yüksek siyasetçilik yapanlar” diyerek 31 Mart sonrasında peş peşe açıklama yapan Gül ve Davutoğlu’nu hedef tahtasına oturtuyor. Partililere onlarla hareket ederseniz bedeli ağır olur mesajını vermeyi de ihmal etmiyor. Halbûki ne Gül’ün çıkışı ne de Davutoğlu’nun beyanatı tabanda siyasi denklemi değiştirecek bir yankı uyandırdı. Bugün muhalif AKP’lilerin koparabilecekleri seçmen, İYİ Parti’nin MHP’den kopardığı seçmen sayısına dahi erişemez.

İlginizi çekebilir:  “Musafahalaşma” neymiş meğer!

Üstelik Gül, Davutoğlu, Babacan ve benzerleri, ülkenin bu hale gelmesinde büyük vebal sahibi. Rejim değişikliğine giden yolun taşlarını Erdoğan ile birlikte döşediler. Ellerini temizleyip hiçbir şey olmamış gibi demokrasi ve hukuk devletinden bahsetmelerinin hiçbir inandırıcılığı yok. Bu isimler Batı’ya, IMF kapısına düşme olasılığı yüksek bir Türkiye’nin yeni kurtarıcıları gibi görünmek arzusunda. Ancak oyun yeniden kurulacaksa onlar eski dönemin siyasetçisi olmaktan kurtulamayacaklar.

Erdoğan, Bahçeli’nin pazarlık payını yükseltmek için beklenmedik çıkışlar yapmasından da bunalmış durumda. İstanbul seçimlerini yeniletme konusunda dahi Bahçeli Erdoğan’dan daha hırslı, çünkü sürecin MHP’ye maliyeti düşük. Erdoğan’ın seçimi şaibeliymiş gibi göstermekle yetinmeyi yeğleyip harekete geçmek için önümüzdeki günleri bekleme eğilimi daha güçlüyken MHP İstanbul’un “geri alınmasının” yurt çapında muhalefete karşı yeni bir saldırı başlatmanın imkânı olarak görüyor.

İktidar bu ölçüde büyük bir gerilemenin eşiğindeyken muhalefetin hiçbir koşulda onu ayakta tutacak bir icraata imza atmaması gerekir. Bırakalım Aydınlıkçıların gençlik örgütüyle Osmanlı Ocakları “Türkiye ittifakı”nda buluşsun, bırakalım kimi liberaller Saray gölgesinde “82 milyon kucaklaşma” hikayesi anlatsın. Biz sahici bir ittifakı emek ve özgürlük hattında kuralım. 2 aydır işlemeyen Meclis’ten, AKP’nin içeriden bölünmesinden, iktidar ortaklarının birbirine düşmesinden medet ummayı bırakıp mahallerde, iş yerlerinde, okullarda iğneyle kuyu kazmaya devam edelim; işimize, aşımıza göz dikenlere karşı 1 Mayıs meydanlarında çoğalalım. Hep birlikte oyumuzu da emeğimizi de çaldırmayız diyelim.

Güven Gürkan ÖZTAN