Otantik Führerprinzip: Erdoğan’ın Siyasal Bedeni

Leviathan’ın anonimleşen tasvirini görmeyen çok azdır. Çok sayıda insan suretinden müteşekkil bir kral, bir elinde kılıç diğer elinde asasıyla tüm heybetiyle yeryüzünün üzerindedir. Kral imgesi, iktidarıyla, güç çekişmeleriyle, hakim üretim tarzıyla siyasal bedeni imgeler. Eşzamanlı olarak hem birden çok kişi (tebaa/halk) hem de tek kişi (lider) olarak kral, monarşiyi simgeler, monarşi içerisindeki hiziplerin, soyluların, ordunun, ruhban sınıfının, zanaatkarların, köylülerin, kölelerin, kısacası belirli bir teritoryadaki tüm canlı ve cansız varlıkların üzerinde egemendir.

Siyasal beden imgesi, çoklu temsil yapısı göz önünde alındığında egemenlik ilişkisinin kristalize olmuş halidir. Marx’ın pre-kapitalizmden kapitalizme geçiş sürecinde vurguladığı egemenlik tanımı, siyasal bedende toplanan insan suretlerini bir arada tutan ilişkiyi de serimler: Egemenlik, aynı zamanda, bir başkasının iradesinin mülk edinilmesine dayalıdır. Monark, kral, lord, günümüzde kapitalist, söz konusu mülkiyet ilişkisini koruyabildikçe ve sürdürebildikçe, karşısındakini mülksüzleştirebildikçe, hem mevcut sınıfsal konumunu korur, hem de iktidarını sürdürebilir. Mülksüzleştirilerek yaratılan bağımlılığın sağlamlaştırdığı monarkın da sınıf zeminidir.

Manifesto’da genelleştirilmiş yöneten-yönetilen ikiliğine odaklandığımızda egemenlik ilişkisinin modern toplumlardaki biçiminin -üretici güçlerin gelişmişlik seviyesine ve işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel seyrine bağlı olarak- yeni karakterler kazandığını ayırt ederiz. Kapital’in ilk cildinde geçen “Romalı köle efendisine zincirlerle, işçinin ise kapitaliste görünmez iplerle bağlı olduğu” saptamasından yola çıkarsak, günümüzde egemenlik ilişkisini kuran temel faktörlerden birinin özgür emek yanılsaması olduğu, bu yanılsamanın mutlak koruyucusunun ise kapitalist devlet olduğu anlaşılır. Kapitalist egemenliğin her alanda, ulusal pazarların oluşumunda, yığınsal meta üretiminde ve sermaye birikiminin devamlılığında kapitalist egemenliğin sağlanmış olması gerekir.

Siyasal bedenin imlediği siyaset biçimlerinin modern toplumlarda birden çok görünümü olabilir: Çoğulcu demokrasi, müzakereci demokrasi, katılımcı demokrasi, radikal demokrasi, vd. Parlamenter sisteme endekslenmiş veya başkanlık sistemine entegre olmuş görünümlerde egemenlik ilişkisi, tıpkı görünmeyen ipler gibi, çok sayıda siyasi-iktisadi-ideolojik ilişkiyle muhafaza edilir. Parlamenter sistem, sınıf mücadelesinin bir arenasıdır. Aristokrasi ve ruhban sınıfına karşı ilerici taleplerle tarih sahnesine çıkan burjuvazi işçi sınıfının bağımsız varlığını ve iktidar hedefini ortaya koymasını takiben devrimci karakterini hızla yitirmiş, devirdiği gerici toplumsal sınıflarla işçi sınıfına karşı işbirliğine yönelerek gericileşmiştir. Cereyan ettiği dönemde tarihin motoru olan modern sınıf mücadelelerinin günümüzdeki versiyonları egemenlik ilişkisinin meşruiyetini korumaya dayalı, görünmez iplerikalınlaştırmaya yarayan gerici bir karakter kazanmıştır.

Türkiye’deki atipik başkanlık monokrasisi, tüm eylem ve işlemleriyle açık bir sınıf diktasıdır. Burjuva prensipleri üzerinde yükselen egemenlik ilişkisini katılaştırdığı gibi, siyasal bedenin sınırlarını da belirginleştirir. Siyasal meşruiyetin istatistiklere yansıyan başarılı ekonomi rakamlarıyla pekiştirildiği bir ülkede siyasal bedenin ömrü veya içeriği çok önemli olmayabilir. Ama siyasi krizin ekonomik krizle sentezlendiği, siyasal meşruiyetin bir devlet krizi olarak belirginleştiği, devlet içerisindeki klik savaşlarının ivme kazandığı bir ülkede siyasal bedenin her bir parçası sorun yaratmaktadır.

2010 yılındaki Anayasa Referandumu ile birlikte devlet aygıtı içerisindeki manevra alanını genişleten AKP, güvenlik paketleri, HSYK, Kararname ve Torba Yasa enstrümanları, Başkanlık sistemi ve OHAL ile birlikte siyasi geleceğini parti lideri Erdoğan’ın bedeni ile özdeşleştirmiştir. Erdoğan’ın şahsi mahiyeti, otonom bir iktidar alanı olmanın ötesinde, AKP’yi de oluşturan pek çok çıkar ilişkisinin kavşak noktası olarak hem edilgen hem de aktif bir konumdadır. AKP’yi iktidara getiren uluslararası ve ulusal sermaye fraksiyonlarının baskınlığına bağlı olarak edilgen iken, farklı sermaye fraksiyonları ve siyasi yapıların konjonktürel durumundan istifade etme, güncel politik tutumlarda hamaset üretme konusunda aktiftir.

Beden, egemen kitle partisinin varlığını en iyi şekilde gösteren siyasal teşekkülü ifade etmek için kullanılabilir. 17 yıllık iktidar boyunca Erdoğan’ın siyasal bedeninin kütlesi artmakta, hacmi büyümektedir. Erdoğan ve AKP arasında kurulan özdeşlik bu açıdan Leviathan’ın yeryüzündeki gölgesi altında kalmakta, gözler yukarı çevrildiğinde sadece siyasal beden görülmektedir. Babanın-Adı (nom-du-père) söz konusudur: Baba “Hayır!” diyerek veya başka komutlarla simgesel düzenin, yasa düzeninin kurucusu olduğuna işaret eder. Erdoğan da sistem içinde Babanın-Adı olarak kendi adını kazımaya çalışmakta, “otoritesini simgeselleştirmektedir”. Erdoğan, sigara yasağından kızlı-erkekli tartışmalarına, pronatalist üç çocuk söyleminden içki yasağına, direnişteki işçileri istemezükçülükle suçlamaktan, patronlara grev yasağı vaat etmeye, ezcümle gündelik yaşamın en kılcal damarlarından en temel kapitalist dinamiklere varana kadar her yerde ve her şeye müdahil olarak Baba’nın Adıyla konuşmaktadır.

Beştepe’deki Saray ise, siyasal bedenin yatağı, adeta mekânsal izdüşümüdür. Saray, hem büyüklüğü, hem hukukun Saraya uydurulması, hem inşa edildiği yerin Atatürk Orman Çiftliği oluşu, hem de dekorasyonunun maliyeti bakımından bir meydan okumadır. Siyasal rejimin ihtişamının dışında Sarayın simgelediği başka bir şey daha vardır: İkamet edenin istihkâm sınırları. Bu “müstahkem mevkii” ayak basılmayan Hereke halısından, protokolle ayrılmış iftar sofralarına, binlerce asgari ücretlinin maaşına denk gelen günlük harcamalardan milyonlarca lira harcanan gösterişli resepsiyonlara varana kadar sürekli olarak Erdoğan ilediğerleri arasındaki sınıfsal fark vurgulanmak ve hatırlatılmak üzere kurgulanmıştır. Diğerleri sadece halk değildir; yabancı davetliler, fenomen isimler, sanatçılar, iş insanları ve AKP’liler de diğerleri kategorisi içerisindedir. Birinci derece kan bağı olanlar dışında herkes siyasal bedendeki suretlerden birisidir—kimisi ayak kısmında kimisi göğüs hizasında kimisi boyun veya baş kısmındadır. Bu da sınıfsal piramidin farklı bir tezahürüdür.

Erdoğan’ın siyasal bedeninin kütlesi büyüdükçe kamu mimarisi de buna göre inşa edilmektedir.

Führerprinzip (Leader Principle) yani lidere sorumluluk prensibi tüm devlet organlarının ve kadroların bir metne (anayasa/yasa) uymak yerine siyasal-sınıfsal temsilde zirvedeki kişiye adapte olduğu durumu açıklayan bir kavramdır. Devlet kademesindeki tüm bürokratlar eylemleriyle kamu yararı veya yasalara değil, üstlerine ve lidere karşı sorumludur. Sorumluluğun kaynağında “Führer”in halkın temsilcisi olarak halkla “türdeş” halde olduğu kanaati vardır. Tarihsel açıdan halkın (volks) “siyasal parçalanmışlığını” sona erdirecek ve “siyasal birlik”i sağlayacak liderdir. Führerprinzip’i farklı kılan nüans, halkın siyasal bilince sahip olduğu ön kabulüdür. Bundan dolayı, her şey “Führer”e bağlı bir algoritma içinde anlamlıdır; “devlet”, “halk” ve “hareket”ten oluşan üçlü yapının kristalize olduğu an, liderin siyasal bedenidir. “Führer”, devletin sürekliliği için hukuku askıya alsa da, “yasal olandan vazgeçse de”, halkla ve devletle türdeşliği dolayısıyla “meşruiyetini” korumaktadır. Çünkü “Führer”, halkın siyasi “bilinçli” bir tercihidir, siyasal onayını (acclamatio) almış olandır. Liderlik ilkesi, kapsayıcı ve tanımlayıcı bir otorite figürünü, devlet idaresiyle özdeşleştirir.

Erdoğan’ın siyasal bedeninin kütlesi büyüdükçe kararlar buraya bakılarak alınmaktadır. “Reis”in sözleri kamusal direktiftir, verici-şef – alıcı-kitle ikiliği uyarınca dolaysız olarak alımlanmak zorundadır. Erdoğan’ın her konuşmasından sonra başlayan tahkikat ve soruşturma furyasını bu minvalde görmek mümkündür. Kavala kararında olduğu üzere bir süredir yüksek yargıda cisimleşen klik çatışmaları olmasına karşı, devlet aygıtı içerisindeki hakim işleyiş henüz bozulmamıştır. Erdoğan’ın siyasal bedeninde temsil bulan sınıf ilişkileri, hakim ilişkilerdir.

Yerlilik ve millilik argümanlarıyla yürürlüğe konan başkanlık sistemi, otantik Führerprinzip versiyonudur. Otantik olduğu için diğer başkanlık sistemlerine benzememekte, seçimsel otoriter sistemlerden ayrılmaktadır. Otantik Führerprinzip sisteminde parti ve devlet aygıtları içerisindeki rekabet ve çatışma devletin baskı aygıtları aracılığıyla sürekli bastırılır. Bu, açık sınıf mücadelesinin AKP ve hükümet içerisinde klik ve kişi olarak belirmesine karşı ivedi önemdedir. Yani sınıf çıkarlarının ve çatışmalarının belirli bir siyasi yapının içerisinde yoğunlaşması temsil ilişkileri aracılığıyla farklı eğilimler olarak belirginleşir. Olağanüstü devlet biçiminde açık sınıf mücadelesinin baskı altına alınmasıyla rejim içindeki siyasal çekişmeler “klikler” şeklinde görülür.

Ancak bugün, Erdoğan’ın siyasal bedeninde açılan yaralar artık eskisi gibi kapatılamamaktadır ve bu nedenle otantik Führerprinzip’in dizilimi bozulmaktadır. Dizilimdeki bu bozulmayla ilişkilendirilebilecek dört etkene kısaca dikkat çekilebilir:

I) Ekonomik kriz:

Bölüşüm ilişkilerindeki bozulma ile birlikte gelir adaletsizliğinin ve geçim sıkıntısının derinleşmiş olması, işsiz sayısındaki olağanüstü artış, iflas eden şirket, borçlu ve takibe takılan yurttaş sayısının geometrik yükselişi iç politikada üretilen hamasetle unutulacak eşiği çoktan geçmiş durumdadır ve bu da Führerprinzip’i sarsan en önemli faktörlerden birisidir. Tanzim satış marketlerinden başlayan ekonomiyi geçici olarak makyajlama girişimleri de arzulanan etkiyi yaratamamaktadır. Erdoğan’ın, damadı Ekonomi Bakanı Albayrak’ı tüm basiretsizliğine rağmen koltukta tutmaya devam etmesi hem kendi tabanında hem de parti içerisindeki gerilimin de kaynağıdır. Nepotizmin yakın akrabalık üzerinden şekillenmesi, bir tür siyasi veraset olarak algılanmaktadır. Söz konusu huzursuzluk parti içinde bir süredir çeşitli toplantılarla yatıştırılmaya çalışılmaktadır. Vergi ve zam dalgası ile birlikte kamu bütçesinin mega projelere ve dinci vakıfların etkinliklerine aktarılması toplumun genelinde yavaştan da olsa bir tepki toplamaktadır. Ancak temel çelişkilerden doğan huzursuzluk Erdoğan’dan ziyade alt kademedeki yöneticilere yüklenmektedir.

II) İdlip üzerinden ABD-Rusya arasında salınımdan dolayı istikrarsızlaşan dış politika:

Proaktif dış politika ile vekalet savaşının bir tarafı olan Türkiye’nin giderek vekalet savaşının öznesi olmasına evrilen süreç diğer bir önemli faktördür. Vekalet savaşı bu topraklarda olmamasına karşılık, kararlar ve eğilimler üzerinden vücut bulmaktadır. Rusya ile yaşanan gerilim karşısında ABD ile ilişkileri iyileştirmeye yönelen anlayışa NATO ittifakının sosyal medyadan “we are NATO” etiketiyle yanıt vermesi ve Patriot gündemi vesilesiyle belirginleşen Türkiye ile ilişkileri tazeleme girişimleri, dış politikadaki istikrarsızlığı artırmaktadır. Suriye politikası ile destabilize hale gelen dış politika, içeride milliyetçi-mütedeyyin politikaya tahvil edilse de, kimi zaman AKP iktidarının bile izleyici kalmasına yol açmaktadır. Siyasal bedene en fazla zarar veren faktörlerden birisidir ve ABD-Rusya salınımındaki bu gerilim, askeri bürokrasi başta olmak üzere diğer bürokrasi kademelerinde klikler üzerinden somutlaşmaktadır.

III) AKP’nin klasik burjuva parti özelliğinin yitimi: 

Başkanlık sistemi ile sıkça duyulan en yüksek perdeden parti/meclis içi yakarış, milletvekillerinin bakanlara ulaşamamasıdır. Bu aslında parti bazındaki en büyük sorunlardan birisidir. Klasik burjuva partilerinde temsil ilişkisi merkezidir; her bir milletvekili seçim bölgesi itibariyle belirli ticari siyasi ve kültürel ilişkileri temsil eder. Bunlar küçük-orta-büyük ölçekli ticaret burjuvazisinden sanayi burjuvazisine varana kadar geniş bir yelpazedeki belirli talepleri iktidar partisine taşır, iktidar bloğundaki hakim fraksiyon ya da fraksiyonların çıkarlarıyla ortaklaşan talepler işlenirken, diğerleri rafa kaldırılır. Bu anlamıyla burjuvazinin milletvekilleri aynı zamanda burjuvazinin iş takipçileridir. Ancak başkanlık sistemi ile birlikte, yürütmenin Saray’a kaydırılmasını müteakip milletvekilleri ve kabine arasındaki mesafe de açılmıştır. Taban ile hükümetin arasındaki bağlar zayıfladıkça Erdoğan’ın siyasal bedenindeki suretlerin angajmanı da zayıflamaktadır. Şimdilik Erdoğan’ın en güçlü silahı kimi zaman kendisini AKP’den bile bağımsız gösterebilme hüneridir. Bu onun virtu’larından birisidir. Aklımıza Marx’ın Bonapartizmi anlatırken kullandığı şu saptama gelebilir: “Ulusal Meclis, ulusla metafizik bir ilişki içindeyken, seçilen cumhurbaşkanı, kişisel bir ilişki içindedir”.

IV) Büyük burjuvazinin alternatif arayışı:

Başını TÜSİAD’ın çektiği hakim sermaye fraksiyonun demokrasi ve hukukun üstünlüğü “kaygısı”, yabancı yatırımların akıbeti ve Batı ile diyalogun devam etmesiyle doğru orantılıdır. Büyük burjuvazinin inşaat odaklı büyüme stratejisinin çökmesiyle birlikte yeni sermaye birikim stratejisi talebi olduğu bilinen bir gerçektir. Sanayileşme (endüstri 4.0 tartışmalarını düşünürsek) merkezli bir büyüme programı eşliğinde hukuk parametrelerinde iyileştirmeler yaparak siyasi yapının istikrar kazanması istenmektedir. Başkanlık sisteminde büyük burjuvazinin daha sonuçlar açıklanmadan tebrik mesajları iletmesinde de bu itki vardır. Lenin’in de vaktiyle belirttiği üzere “burjuvazi burjuvazinin tek iktidarından yanadır”. Ancak yukarıdaki faktörlerin (yerel seçim sonuçlarıyla birlikte) topaklanmaya başlaması üzerine TÜSİAD, itidalli söylem tonunu son kurulunda –kendi bünyesine uygun bir biçimde- sertleştirmiştir. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan 2020 yılı Genel Kurul Toplantısında, klasikleşen AB ve hukuk talepleri dışında şunları da ifade etmiştir:

“Sağ iktidar dönemlerini sol iktidar dönemleri takip eder. Popülist liderler dönemini de kurumların güçlendirildiği demokrasi dönemleri takip eder. Nitekim, son bir yıldır, popülist dönemin sonuna gelinmekte olduğu yorumlarını daha sık duymaya başladık. Bugün itibariyle ne liberal küreselleşme döneminin bozukluklarının tamir edildiği, ne de yerine çalışan bir başka sistemin geçtiği bir dönem söz konusu. Eski düzen tıkanıyor ve yeni düzenin şekillenmesi zaman alıyor.”

Özilhan konuşmasındaki “Peki bütün bu değişimlerin içinde biz nasıl konumlanacağız?” sorusunu şöyle yanıtlamaktadır: “Bu dönemin sonunda sular durulduğunda, yine temel değerler olarak demokrasi ve özgürlüklerin öne çıktığı bir döneme gireceğiz. Bu nedenle sorunun yanıtı liberal demokratik düzenden yana olmalı.” Ayrıca konuşmada dış politikaya ilişkin net bir laiklik vurgusu yapılmıştır: “Türkiye, birlik ve beraberliğini, demokratik kültürünü ve bu bölge için en kıymetli özelliği olan laik yapısını koruyarak patlamaya hazır bu bölgede yaratılmak istenen kaostan kendisini kurtarabilir.”

Büyük burjuvazinin anılan kaygılarının ve beklentilerinin de açıkça ifade edildiği bir siyasal iklimde AKP’den koparak ortaya çıkan Gül-Babacan ekibinin ve Davutoğlu’nun parti girişimlerinin, yanısıra İmamoğlu’nun yüksek siyaseti hedefleyen popülizminin bu talebe verilen birer yanıt olduğu medyumluğa soyunmaksızın ortadadır. Erdoğan’ın siyasal bedeninden kopuşlar hızlanmıştır. Hali hazırda bulunduğu makama verilen onay, ekonomik ve siyasi çelişkilerin bastırılamayacak denli açığa çıkmasından ötürü azalmaktadır.

Otantik Führerprinzip’in akslarını şimdilik koruyan, 2002-2010 yılları arasında AKP’nin hegemonik konumuna sahip bir olan siyasal öznenin henüz ortada bulunmayışıdır. Egemen sınıf fraksiyonları (dominant classes) iktidar bloğu içerisindeki denge durumunu sağlayacak hegemonik sınıf temsilcisini (hegemonic class) henüz kendi içerisinden çıkaramamıştır. Bu da bir kriz anıdır ve bu yokluğu sürdüğü müddetçe yaşadığımız kriz derinleşerek devam edecektir.

Kaynak: https://devletvesiniflar.blogspot.com/2020/03/otantik-fuhrerprinzip-erdogann-siyasal.html

Kansu YILDIRIM