HÃœDA-PAR için basit bir ÅŸaka olan kahkahalı anlatı kadınlar için gazete manÅŸetlerinde kara puntolarla yazılan bir kadın cinayetinin anlatısı olabilir ancak. Günlerdir sosyal medyada dolaÅŸan o görüntülerde haber baÅŸlığı şöyle : HÃœDA-PAR Milletvekili Serkan Ramanlı, HÃœDA-PAR’dan korkan kadınlara ‘espri’ yaptı. Beyefendi : “Biz demokratız. Vallahi hangi renk çarÅŸaf giyeceÄŸinize karışmayacağız” derken pek keyifli gülüyor. HÃœDA-PAR Milletvekili Serkan Ramanlı’nın yanında televizyon programına katılan başı açık kadın ise ÅŸuursuzca bu sözde ÅŸakaya katıla katıla gülüyor. HÃœDA-PAR zihniyeti iktidarı ele geçirdiÄŸinde kadınların deÄŸil televizyon programına çıkması, sokaÄŸa çıkması bile yasaklanacak oysa… Ä°ÅŸte bu yüzden ÅŸuursuzluk hali diyorum.
Kurbanlık kuzunun kasabıyla aynı masaya oturup ÅŸakalaÅŸması gibi… Sonra kasabın kuzuya, “bizden korkmanıza gerek yok, sizi keserken islami usullere uygun keseceÄŸiz” demesi gibi… “Amma ve lakin biz çok demokratız” demesi gibi… Yahut, “Kırmızı BaÅŸlıklı Kız ve Kurdun masalı”ndaki gibi… Kurt, post deÄŸiÅŸtirince zihniyeti deÄŸiÅŸmiyor. Bilakis, postunu deÄŸiÅŸtiren kurt daha tehlikeli bir hal alıyor.
Hizbul-Kontra üzerindeki domuz bağlı postundan sıyrılarak pek sevimsiz şakalar yapıyor. Lakin bu sevimsiz şakalarını demokratikleşme sanıyor. Kadınların hangi renk çarşaf giyeceğine karışmayacakmış beyimiz. Maşallah pek demokratik, pek laik! Haliyle insan merak ediyor, acaba domuz bağı işkencesinde ne tür demokratik açılımlar yapıldı? Domuz bağı işkencesinde insanları bağlamak için kullanılan ipler renklendirilse Hizbul-Kontra demokratikleşmiş olur mu? Bu kadar absürt bir durumda böyle absürt sorular sorulur ancak.
HÃœDA-PAR’ın adını duyunca kadınların yahut muhaliflerin yüreÄŸini saran o ürperti neden kaynaklanıyor? Bunu özellikle yeni kuÅŸaklara anlatmak için, önce, 90’lı yılların üzerine çöken o karanlığa bakmak gerekir. 1998 yılında müslüman camiadan olan bir müslüman feminist kadın kaçırıldı. Konca KuriÅŸ’den bahsediyorum. Konca KuriÅŸ inançlıydı ve müslümandı. Lakin Ä°slam’a eleÅŸtirel bir gözle bakıyordu. Ä°slamı çağın aklıyla yeniden yorumlamak gerektiÄŸine inanıyordu. Örtülüydü ama Kuran’da başörtüsü zorunluluÄŸu olmadığını savunuyordu. Çok kadınla evlilikleri eleÅŸtiriyordu. Kadınla erkeÄŸin yan yana namaz kılabileceÄŸini söylüyordu. Bu söylemleri sebebiyle tehditler almaya baÅŸladı. Ardından 1998 yılında kayboldu. Cansız bedeni 2000 yılında bulunmuÅŸtu. O dönem Hizbul-Kontra’nın kaçırdığı bir çok insan gibi iÅŸkence edilerek öldürülmüştü.
90’lı yıllar karanlığın koyu bir sis bulutu gibi Türkiye’nin üzerine çöktüğü yıllar… Åžehirleri kaplayan o puslu pusulu havada, karanlığın gölgesinden kan damlıyordu. Beyaz toroslar ÅŸehirlerin sokaklarında ölüm saçıyordu. Åžayet bir muhalifseniz (Sosyalist hareketlerden, Kürt yahut Alevi iseniz yahut bir Türk komünisti iseniz veya muhalif bir gazeteciyseniz), yanınıza yaklaÅŸan bir beyaz toros araba ölüm fermanınıza giden bir yol olabilirdi. Bir yargısız infazda sonlanabilirdi ömrünüz. Hukuk devletinde mahkeme tarafından verilmeyen bir ölüm kararında fail-i meçhul bir cinayet! Hukuk devletinin ortasında yurttaÅŸlarının başına geçirilen bir çuval ile elleri kolları baÄŸlanan ADALET!
Beyaz toros arabalar ve domuz bağı iÅŸkencesi bu puslu ve pusulu siyasetin atmosferini özetliyordu. Serkan Ramanlı’nın, milletvekili seçildiÄŸi ÅŸehir olan Batman ise Hizbul- Kotra cinayetlerinin en yoÄŸun olduÄŸu ÅŸehirdi. O yıllarda, Batman domuz bağı iÅŸkencesi ile anılırdı.
Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ve 90’lı yılların puslu ve pusulu siyasetinden 2000’li yılların siyasal islam hükümetinin iktidarına vardık. 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti yirmi yıllık iktidarı boyunca toplumu islamcılaÅŸtırıldı. Devletin bir çok kurumunu islamcılaÅŸtırdı. Laik eÄŸitimi ise adım adım tasfiye etmeye devam ediyor. Fetullahçıların “Altın Nesil projesi” tıkır tıkır iÅŸliyor açıkçası. GeçmiÅŸi komünizme karşı mücadele derneklerinden gelen Milli Görüş ve Nurcu tarikatlar, AKP döneminde altın çağını yaÅŸadı ve yaÅŸamaya devam ediyor. “Komünist yahut anarÅŸist olacağına alnı secde görmüş, dinini ve imanını bilen bir yeni nesil” yaratmak için toplum mühendisliÄŸine soyundular. Lakin toplumu dört koldan kuÅŸatmalarına raÄŸmen, laik ve seküler kesimler tüm baskılara karşı direnmeye devam ediyor.
Elbette, Türkiye’de laikliÄŸin yeniden inÅŸası elzem bir görev olarak tüm yurttaÅŸların omuzlaması gereken bir sorumluluk. Cumhuriyet’in kuruluÅŸundan günümüze gelen sürece kadar tüm aÅŸamalar incelenmeli ve sorgulanmalı. Demokratik, laik ve bilimsel bir eÄŸitimin inÅŸa edilmesinden baÅŸlanmalı öncelikle. Türkiye’de laiklik ve pratikte uygulanışı, tüm siyasi atmosferlerde içine girdiÄŸi kalıplar ayrı bir yazı ve tartışma konusu olduÄŸundan burada uzun uzun yer veremeyeceÄŸim.
Son haftalarda gündemden düşmeyen Åžeriat tartışmaları devam ederken, yerel seçimler arifesinde HÃœDAPAR’ın sadece bu absürt sözde ÅŸakası deÄŸil, bölgede hangi politikalarla ve hangi planla hareket ettikleri sorgulanmalı ve yüksek sesle tartışılmalı. Kürt halkını laik ve seküler yaÅŸamdan koparmaya dönük bir toplum mühendisliÄŸi yapıldığı aÅŸikar. Zaten cemaat ve tarikatlarla çevrili bölge halkı hepten bu çemberin içine alınmak isteniyor. DiÄŸer yanda ise Batı’da Türk halkı aynı kuÅŸatmanın altında.
Tüm bu tablo bize gösteriyor ki, yerel seçimlerin sonucu ne olursa olsun laik ve demokratik bir Türkiye için ortak mücadeleyi ören “yurttaÅŸlar ittifakı” oluÅŸturmak gerekiyor. Hakların ve özgürlüklerin garantisi yurttaÅŸların ellerindedir. Bu uzun soluklu bir mücadele… Ve önce yurttaÅŸlık bilincinden baÅŸlamak gerek.