“(…) Marksist psikolog Dieter Duhm ‘Kapitalizmde Korku’ adlı kitabında korkuyu ‘psikolojik ve psikoanalitik açıdan incelediğini’ açıklıyor(…)
Dieter Duhm’a göre korku, ‘bireysel gereksinmelerle toplumsal istemler arasındaki çelişkilerden doğar(…)’
Nedeni ister psikolojik, ister fizyolojik, ister psikoanalitik olsun, bu korkular doğal ve yalın korkulardır. Bu anlamda her insan az çok korkar ve her insanın bir oranda korkması da doğaldır; tersine bu durumda korkmamak doğal değildir, duyularda eksikliktir. Psikolojik nedenle yaratılan yalın ve doğal korkudan bir insanın korkmadığını söylemesi, insan (duyarlı) olmadığını söylemesiyle eş anlamlıdır. Korku insancıl bir duygudur, her insan korkar.
Dieter Duhm’un ‘Kapitalizmde Korku’ adlı kitabında anlatılan bu doğal, yalın, insancıl korku değildir. Kapitalizmin yarattığı sinirsel (nevrotik) korkudur(…) sinircel korku yerine ‘korkudan korku’ diyoruz(…)
Korkudan korku nedir? Nedenleri psikolojik ya da fiziksel olan yalın korkunun nesnel bir nedeni vardır. Korku, bu ussal nedenden doğar. Bizi korkutan bir tehlike, kaza olasılığı, bizi bekleyen bir ceza, bir acı vardır ki, ondan korkuyoruzdur.
Korkudan korkununsa bir ussal nedeni, bir gerekçesi yoktur. Ama usdışı, gerçekdışı, kendi uydurduğumuz bir nedeni vardır(…)” Marksist bir yazar, Aziz Nesin’in, Adam Yayınlarından çıkan, “Korkudan Korku” kitabından alınmıştır.
Ben de, Türkiye kapitalizminin ile karşıt çıkarları gereği, ağır sömürü ve yağma altında bilinçsiz ve özgütsüz olarak altüst oluşa sürüklenen Türkiye işçi sınıfı ve üretici sınıfların güncel, yalın korkusundan bahsetmek istiyorum. Duhm’un deyimiyle; “bireysel gereksinmelerle toplumsal istemler arasındaki çelişkiden doğan” birkaç örnek üzerinden anlatmayı deneyeceğim.
- Türkiye Kapitalizmini ilan ettiği éTürkiye’nin Yüzyılı”nda, işsiz kalmaktan korkuyoruz. Çünkü, emeğimizden başka satacak hiçbir şeyimiz yok. Kitap yazsak, yazı yazsak basacak yayınevi yok! Çünkü, sanayiden, hayvancılıktan sonra tarımsal üretimim tasfisi ile yığınlar halinde üretimden kopuyor, işsizler ordusuna katılıyoruz.
- Kıtlıktan, kuraklıktan korkuyoruz. Çünkü, gözümüzün önünde temel yaşam ve geçim kaynağımız toprak ve su bir avuç haraminin kişisel serveti olmak üzere devlet zoruyla elimizden alınıyor, yağmalanıyor, geri dönüşsüz yok ediliyor; biliyoruz ki, bu açlık ve susuzluk, yani ölümlerden ölüm beğenmektir.
- Sokakta kalmaktan korkuyoruz. Çünkü, insan sokakta yaşayamaz. Barınmak ısınmak, insanca yaşamın gereklerin karşılanması gerekli ve zorunlu. Sermaye iktidarı, milyonlarca, seksen dört milyon üretici sınıf üyesinin yaşamsal gereklerini karşılamıyor. Oysa, emeğine, ürününe el koymayla başlayan sermaye birikimine yaşam ve geçim araçlarımızı da katarak varsıllaşır, iktidarını perçinlerken üretici güçler mülksüzleşiyor.
- Hasta olmaktan korkuyoruz. Çünkü, sağlıklı yaşam ve çalışma olanaklarına sahip değiliz. Özcesi, çalışabilir nüfusun, çalışan yüzde ikisine dahil olsak da, ne kadar uzun saatler çalışsak, artı değer üretsek de, aldığımız ücret yetmediği için yeterli ve düzenli beslenemiyor, ısınamıyor, dinlenemiyoruz.
Sermaye büyüdükçe emekçi sınıfların ekonomik, psikolojik, siyasal yıkımı da
üretim denli toplumsallaşıyor, başka bir deyişle kitleselleşiyor. Önlenebilir iş cinayetlerinden, trafik cinayetlerinden, kadın cinayetlerinden, töre cinayetlerinden; özkıyımdan; bereket olacak iken felaketimiz olan yağmur, kar gibi güneş gibi doğa olaylarından, topluca ölüyoruz… Büyük sayılarla…
Oysa, çok azımızın bildiği bir yolu var bu korkuları yenmenin. Üreten biziz. Yönetebiliriz de. Bırakın korku, dağları sarsın. Bilincimizle, bilinçli örgütlü öfkemizle “bireysel gereksinmelerimizle toplumsal istekler arasındaki çelişkiyi” yaratan güncel ve nesnel koşulları değiştirmek olası.
Bu çelişki sayesinde açlık, yoksulluk, salgınlar yığınlaşır, üretici sınıflar sürüye dönüşürken bir avuç hergele, servet ve sefahat içinde üstümüzde tepinirken ayağa kalkmak zorunlu ve gerekli. Bu çelişkiye son vermek elimizde.
Bakın, kapitalist toplumda işçi sınıfının da gerisinde kalan, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olduğu ölçüde burjuvaziye yakın, işçi sınıfına uzak tarım üreticileri birçok ilde ayakta. Mali oligarşinin emperyalizmin güncel çıkarlarıyla uyumlu restorasyon sürecinin sonunda, tarımın tasfiyesi ile kendisini bekleyen mülksüzleşmenin bilinciyle ya da sezgisiyle, nesnel dayanakları olan yalın ve haklı, gerçek bir korkuyla, kendiliğinden sokağa çıktı.
Türkiye işçi sınıfının şalterleri indirmesine, genel greve bakar herşey! Bu nedenle iktidardaki sermaye ve beslemelerinin bu kalkışmayı görmezden gelmesi, yok sayması, paylaşımlar engellemesinin de sınıf çıkarları aleyhine, iktidarını yitirmeye varacak gerçek olası bir tehdit olması nedeniyle, korkudan. Bu yalın ve ussal bir korkudur. Korkunun ecele faydası yok, demiş atalarımız. Bu sefer de atlatsalar, eylemciler evlerine çekildiklerinde, jandarmanın fotoğrafını çektiği tespit ettiklerine cezalar da yağdıracak olsalar, o gün gelecek kimse geri çekilmeyecek, işçi köylü elele iktidara yürüyecek. Başka yolu yok.
- Tayfun Kahraman’a Yapılan Kötü Muamele: Görüntüler Ortaya Çıktı - 21 Aralık 2024
- Gazeteciler Cemiyeti’nden Gözaltılara Sert Tepki - 21 Aralık 2024
- Mersin’de Kadın Cinayeti - 21 Aralık 2024