Ne liberal masallar ne ulusalcı salvolar

Bir yanda ulusalcılar diğer yanda liberaller… Düzen içi muhalefetin iki temel ideolojik eğilimi birbirleriyle olan mücadelelerinde uzun süredir muhalif kesimlerin enerjilerini kara delik misali içine çekiyor. Kâh muhalif medyada kâh muhalefet partileri içinde pozisyon alarak iç çatışmaları körüklüyorlar, mevzileri zayıflatıyorlar, siyaseti kısır tartışmalara mahkûm ediyorlar. Böylece kurumları işini doğru düzgün yapanları öğüten bir makinenin dişlisine dönüştürüyorlar. 24 Haziran sonrasında iktidar bloku rejimi değiştirmişken, ekonomik kriz derinleşirken liberallerin ve ulusalcıların tutumu bu süreci bilerek ya da bilmeyerek kolaylaştırıyor.

Liberal kanat hâlâ çözümü demokratikleşme/normalleşmede gördüğü ölçüde egemen güçler arasındaki uzlaşmaya oynuyor. Sorunu basit bir otoriterleşme olarak analiz ettiklerinden ne İslamcı tahakkümü ne de toplumsal dönüşümü denkleme dahil ediyor. Gözlerini sürekli dış dinamiklere bilhassa da AB politikalarına çevirmeleri, AKP karşısında gevşek bir koalisyonu demokrasi cephesi olarak gündemde tutmaları, laik sermayeden medet ummaları ‘eski rejim’ günlerinde kaldıklarının kanıtı adeta. CHP merkez sağa kaysın, liberal İslamcılar AKP’yi bölsün, Kürt siyaseti ile CHP arasında restorasyoncu bir ortaklık kurulsun demek dışında bir yol haritaları yok. 24 Haziran sürecinde de ekonomik kriz koşullarında da politik aktörleri ve kamuoyunu sürekli olarak yanlış yönlendiriyorlar. Bu nedenle sadece zamanında AKP’nin güçlenmesine payanda oldukları için değil bugün de ayakta kalmasına dolaylı katkı sundukları için güvenilmezler.

Ulusalcılar ise belki aydınlanmacı mirasa sahip çıkma, laiklikte ısrar etme konusunda liberallerden daha ilkeli görünüyorlar. Ancak ne laiklik perspektiflerini ne de cumhuriyetçi geleneği sol değerlerle buluşturmak derdindeler. Antiemperyalizmi antikapitalizmle birleştiremediklerinden sürekli sağa çekiyorlar. Sosyalist solun devlet ve rejim eleştirilerinde rejime şerh düşüp yine de ‘devlet’ tarafında kalıyorlar. AKP gitse ama devlet aynı devlet olarak kalsa bu durumu zerre kadar sorgulamayacaklar. Liberallere iktidara yol verdikleri için kızgınlar, ancak mevcut durumda muhalefeti derinleştirmek konusunda en az onlar kadar bariyer işlevi görüyorlar.

Liberallerin ve ulusalcıların siyaseti okuma biçimlerinde tabanın politikleşmesi, sokak ile omuz omuza siyasetin örgütlenmesi kadraj dışı. İslamcılar, liberallerin ve ulusalcıların zaaflarını çok iyi biliyor, onları birbirine kırdırmakla kalmıyor aynı zamanda kendi söylemlerini beslemek için kullanıyorlar. Ekonomik kriz gündemini tam da böyle manipüle etmeye başladılar bile. Kültürelci, kimlikçi bir tutum ve sahte bir antiemperyalizm söylemi üzerinden liberalleri ve ulusalcıları farklı farklı şekillerde tuzağa düşürüyorlar.

Yandaşlar AKP tabanının krize karşı tevekkül sahibi olduğu, liderlerine ve devlete güvendiği, muhaliflerin ise “tuzu kuru” olmalarına rağmen şikâyet ettiklerini iddia ediyor. Üstüne üstlük bu iddia belirli kalıp yargılar ve semboller üzerinden yürütülüyor. Sözüm ona bir tarafta ‘askılı şile bezi elbisesi ile paket paket et alıp zamları eleştirenler’ var diğer tarafta ise ‘et alamayıp bulduğuna şükreden müminler.’ Manipülasyon sürerken sosyal devletin son kalıntıları da bu toz dumanda tasfiye edilmek isteniyor. Krizi fırsat gören İslamcıların gözlerini dul ve yetim maaşlarına, nafakaya, yaşlıların bakım masraflarına dikmeleri tesadüf değil. Neoliberal ideologların dahi ulu orta söyleyemeyecekleri şeyleri krize reçete olarak savunuyorlar. Biliyorlar ki sosyal devletin çekildiği her yerde cemaatler ve tarikatlar top koşturuyor. Ensar yurtlarında ya da Aladağ faciasında olduğu gibi bu cemaat ve tarikat evlerinde olup bitenlerin de üstü kapatılıyor. Öyleyse hatırlatalım; nasıl laikliği kazanma mücadelesi bilimsel eğitim mücadelesinin bir parçasıysa krizden çıkış yolları üzerine kamucu çözümler üretmek de hem emek mücadelesinin hem de laiklik mücadelesinin bir gereği. Bu gerçeği görmeden üretilen her reçete başarısızlığa mahkûm.

Sosyalistlerin liberal-ulusalcı kavgasının bir parçası olması ya da taraflardan birinin ideolojisini yaymasına dolaylı katkı sunması beklenmemeli. O kara delik sosyalistleri içine çekmemeli.Cumhuriyet’teki son operasyon ise bu kayıkçı kavgasına bakılarak göz ardı edilemeyecek kadar kritik ve sonuçları itibariyle sadece tarafları değil sosyalistleri de ilgilendiriyor. Çünkü tasfiye edilmek istenenin liberal zihniyetle sınırlı olmadığı aksine somut sorunlar üzerinden iktidarın politikalarının gerçek yüzünü ifşa eden fedakâr ve cesur gazetecileri de kapsadığı aşikâr. Bu tablo, ne muhalefeti güçlendirir ne de gazetecilik mesleğinin çıtasını yükseltir. Aksine iktidarı sevindirir; çölleşmeye, çoraklaşmaya hizmet eder.

Güven Gürkan ÖZTAN