Mustafa Kemal ve ATATÜRK

 “Ve bağlacı, bu yazının ana fikrini ifade edebilecek en uygun kelime. Dilbilgisi kitapları “ve”nin, insanların ad ve soyadları arasına konulmasını doğru bulmaz; elbette yazının başlığında da yanlış kullanıldı. Ancak ilk bakışta göze çarpan bu gramer yanlışıdır ki, “ve”yi, bu yazının ana fikrini ifade etmek için elverişli bir araç haline getirmektedir.

Mustafa Kemal ve Atatürk kelimelerini, siyasî tarihimize yön vermiş bir insanın ad(ları) ve soyadı şeklinde kullandığımız sürece “ve” bağlacının kullanımı ile ilgili bu gramer hatasından kurtulmak da imkânsız gibi görünüyor. Bu açıdan, hem yukarıda dile getirilen hatayı bertaraf hem de yazının temel fikrini ifade edebilmek adına Mustafa Kemal adı ile Atatürk soyadını birbirinden ayırmakta fayda var. Nitekim bu yazı boyunca Mustafa Kemal, yaşadığı dönemi derinden etkilemiş bir insan, bir tarihsel figür ve bir politik özne olarak değerlendirilirken; atatürk, aynı kişinin soyadı değil, bir siyasal kavram(bir mukaddes, totem, bir ulu-önder, bir ata, baba-Türk) olarak kullanılacaktır. Aynı atatürk kavramının, yine Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden bu yana (1950’lerde Atatürk büstlerine, putlara, saldıran Kemal Pilavoğlu’ndan, Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım’ındaki homoseksüellik iddialarına, yakın zamanlarda annesi ile ilgili olarak dillendirilen dedikodulara, İngiliz ajanı olduğu, tek gözünün takma olduğu söylentilerinden, politik hırslarına, içki ve sigara alışkanlığına, gönül ilişkilerine, evliliğine… dair birçok anlatıyla beslenen) bir politik nefret terimi olarak kullanılmakta olduğunu da unutmayalım. Ancak bu menfur ve meşum atatürk dilinin, bugüne kadar, kendine ait bir atatürk kavramı inşa edebildiğini söylemek oldukça zor. Çoğunluğu, Cumhuriyet tarihi boyunca inşa edilegelen mukaddes atatürke hakareti nadiren aşabilen bu iddiaların, yine bizzat mukaddes atatürk metaforu bağlamında ele alınmaları en doğrusu. Gerçekten de mukaddes atatürk kurgusu, az çok kendi içerisinde tutarlı (olmaya gayret eden) bir kavram iken, menfur atatürk serzenişleri, mukaddes atatürke bir tepki olma düzeyini aşmakta çok zorlanır. Çoğunlukla Mustafa Kemalin kişisel hayatına dair ahlakî karalamalarla bezenmiş bir dil içerisinde, onun mukaddes olmadığının ispatından öteye bir çaba da göstermez. Menfur atatürk fantasmasının, mukaddes atatürkü eleştirerek insan Mustafa Kemal’e nefes aldırmak niyetinde olduğunu söylemek de gayet zor: Bu düşüncelerin, bir gerçek tarih, bir alternatif, yasaklı tarih hâresinde, mukaddes atatürke yönelik salvolar olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu nedenledir ki yazıda, menfur atatürk fantasmasının söz konusu ahlakî yargılamaları dikkate alınmayacaktır. Yazının, mukaddes atatürk kavramına eleştirel yaklaştığını, menfur/meşum atatürk paranoyalarını ise akademik açıdan eleştirmeye değer dahi bulmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Mukaddes atatürk kurgusu, resmî tarihin atatürkünü bina ederken, resm-i tarihin Mustafa Kemal’den bahsettiğini iddia eder; Atatürk’ü, tarihte yaşamış bir insanın soyadı olarak kullanır; örneklerini Mustafa Kemal’den hareketle vermeye çalışır. Ancak unutmamak gerekiyor ki, mukaddes, ölümsüz, ulu önder bir atatürk kurgusu Atatürk’ün Mustafa Kemal’den koparılarak bir kavram olarak ele alınmasını da bir önkoşul olarak gerektirmektedir. Daha tehlikelisi, bir atatürk tesis edilirken, bu realite özenle gizlenir; Atatürk’ün Mustafa Kemal’den koparılışı dikkatle örtülür. Çünkü bu örtülebildiği ölçüde atatürk, tarihsel bağlamı olan bir kavram karakteri kazanabilecek; bu örtülebildiği ölçüde atatürkün, kurgulanmış bir siyasî imge/kavram olduğu gizlenerek kurgulanan atatürk imgesinin bir tarihsel gerçeğe (Atatürk, Mustafa Kemal) dayandığı kanaati uyandırılabilecektir.

Toparlamak gerekirse, resmî ideoloji atatürkü, Atatürk’ten hareketle kurgularken; Atatürk’ü, atatürke tarihsel veçhe kazandırmak için kullanmaktadır. Bu yazının denemeye çalıştığıysa, ilk başta, bu gizem perdesini ortadan kaldırabilmek için gerekli temel kavramları tartışabilmektir.

Bir tarihsel özne, bir kişi olarak Mustafa Kemal’in –Atatürk’ün- bir politik kavram olarak atatürkten kopartılarak tartışılması gerektiğine daha önce de değinilmişti. Bu çerçevede, Atatürk’ü Mustafa Kemal’den kopartanların aslında Cumhuriyet tarihi boyunca mukaddes atatürkün inşasına emek verenler olduğunu unutmamak gerekiyor –ki onları sadece Kemalistler, Atatürkçüler olarak tarif etmek de doğru değildir. Mukaddes atatürk kavramının tarihsel taşeronları, mezkûr çevreleri kapsayan, ama onları aşan bir elit grubu ifade eder. Yeri gelmişken, Türkiye siyasetinin en netameli jargonlarından biri olan eliti, bu cümlede(Vilfredo Pareto, Robert Michels, Gaetano Mosca ve James Meisel gibi elit teorisyenlerini hattâ Saint Simon’u da anarak) daha sınırlı bir anlamda, siyaset bilimindeki anlamında kullanmaya gayret etmek gerektiğini de hatırlatalım.

Bu elitlerin elinde atatürkün kurgulanması sürecinin başarısı, bir yandan onun Mustafa Kemal’den koparılmasına, diğer yandan da bu kopuşun üzerinin örtülmesine bağlıydı. Çünkü Mustafa Kemalden apayrı bir Atatürk inşa edilirken, kurgulanan bu kavramın özneyle (Mustafa Kemal) bağı yeniden üretilemezse, üretilen kavramın tarihsel bir bağlamı olmayacak, atatürk kavramının realitesi hepten tartışmalı hale gelebilecekti. O yüzden, bir yandan kavram (atatürk) özneden (Atatürk, Mustafa Kemal) koparılarak ihtiyaca göre istenildiği gibi şekil verilebilecek bir müdahale alanı yaratılmalı; diğer yandan da kavram ve özne yeniden kaynaştırılarak kavrama tarihsel bir içerik kazandırılmalıydı; öyle de oldu.

Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, “Mustafa Kemal” adlı politik aktörün, öznenin siyasî tarihimize etkisi –tıpkı tüm diğer politik özneler gibi- sadece yaşadığı döneme indirgenemez; dünü aşarak bugüne ulaşır. Atatürk olarak kodlanan politik kavram ise bir mukaddes, bir totem halinde resmî ideolojiye eklemlenerek bir tabuya dönüşmeye başlar; katılaşıp, yüzeyselleşir; tarih-dışılaşır ve hem dünden hem de bugünden kopar. Bir mukaddes olarak atatürk imgesi –kavramı- bu totemleştirme süreçlerinden beslenerek kurgulanır.

Ve” işte tam burada imdada yetişerek “Mustafa Kemal” ve “Atatürk”ü birbirinden koparır: Artık atatürk kavramına uğramadan Mustafa Kemal öznesini tarihsel bağlamı içinde tartışacak bir analitik zemin elde etmiş oluruz. Böylece aynı zamanda; membaını Mustafa Kemal’den almasına, bu tarihsel özneden beslenerek kurgulanan bir kavram olmasına karşın, “Mustafa Kemal”i örten, gizleyen “atatürk” ile bağlarımızı kopartabilecek bir menfez de açmış oluruz. Atatürk’ü bir soyaddan öte bir kavram, bir ata –mukaddesTürk olarak kullanmamıza imkân veren de bu menfezdir. Tıpkı Murat Belge’nin Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek başlıklı kitabında yer alan Devlet Zihniyeti makalesinde ifade ettiği gibi; “Atatürk kültünün bütününden onu[Mustafa Kemal’i] sorumlu tutmak doğru olmaz.”

Nihayet, “Mustafa Kemal”in bir kişi, atatürkün bir kavram olarak kullanıldığı bu yeni tartışma zemininde, yazının başlığında yer alan “ve”nin, artık doğru bir şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Mustafa Kemal’den “ve” ile ayrılan atatürk, artık onu bir mukaddes olarak düşünmeye ya da bir menfur, bir öteki, politik-şeytan veya bir deccal olarak tahayyül etmeye çalışanlara terk edilebilir. Tarihteki Mustafa Kemal’i konuşmaya başlamak için kategorik noktanın burası olduğunu iddia edebiliriz.

Bu yazı bir tarihsel özne olarak Mustafa Kemal ile ilgili herhangi bir analizde bulunma iddiasında değildi. Sadece, Atatürk’ü Mustafa Kemal’den kopartan, ama bu kopuşu örterek kurguladığı atatürke bir (yeni bir) tarihsel gerçeklik atfetmeye çalışan resmî ideolojinin temel kavramları üzerinde düşünmeye çalışmaktadır.

Mete Kaan KAYNAR