Akademide Gezi Direnişi Üzerine Çalışmalar

Gezi Direnişi  , 2000’ler Türkiye’sinin tarihi yazıldığında özel önem atfedilecek tarihsel kesitlerden biri. Bu hafta direnişin 6. Yılı ve özellikle alternatif medyada sadece bugünlerde yayınlanmım onlarca yazı bulmak mümkün.

Gezi Direnişi  , AKP’ye yönelik toplumsal muhalefet, gençliğin siyasete katılımı, sosyalizm ve yeni toplumsal hareketler, sivil itaatsizlik… vb. açılardan olduğu kadar, Türkiye siyasal hayatı açısından da müstesna bir yere oturdu. Bu konuda yapılan her türlü sosyal bilimsel değerlendirmeye ulaşmak ve analiz etmek bile apayrı bir doktora tezi çalışması olabilir. Gezi Direnişi  ni konu edilen Doktora tezlerinin bile 30’dan fazla olduğunu söylemekle yetineyim.

Ben bu yazıda Gezi Direnişi   ile ilgili sistematik bir tarama ve tasnif yapmak değil de elime geçen, okuyabildiğim, göz atabildiğim çalışmalar hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.  Ama demin de yazdığım gibi, akademinin  Gezi Direnişi ’ne ilgisi, direnişin nasıl tanımlandığından (Gezi Direnişi, Protestoları, Eylemleri, Gezi Komünü, İsyanı, Olayları…) Direniş’in hangi açılardan, hangi kavramlar eşliğinde ele alındığına, analiz edildiğine (Gezi’de yemek kültüründen, sivil itaatsizliğe; Y kuşağından, kent yönetimine; bodypolitics’ten, Gezi’deki queer’lere, prekerya ve orta sınıftan, Gezi’de  medya kullanımına, Prekerya’dan, komün’e) kadar  çok geniş bir yelpazeye yayılmakta.

Benim en ilgincimi çeken çalışmalardan  biri Cengiz Haksöz’ün yazdığı, Eating in Gezi, Devoured by Gezi: Food and Resistance in İstanbul Gezi Park Protests makalesi.  Makale, yemek yemenin sadece beslenmek olmadığından hareket ederek, tarım toplumundan bu yana iktidarın belirleyicilerinin birinin de yiyeceklere erişim üzerinde sağlanan denetim olduğu gerçeğinden hareketler Gezi Protestolarını ve burada Ramazan ayındaki iftar sofralarını analiz ediyor. Gerçekten ilgi çekici bir makale.

Aslı Advan’ın İstanbul Üniversitesinde yaptığı Toplumsal Hareketler Ve Sosyal Medya Kullanımı Çerçevesinde “Taksim Gezi Parkı Eylemi” başlıklı doktora tezi de bu konuda ismi zikredilmesi gerekenlerden. Çalışma sadece kavramsal analizlerden oluşmuyor. Advan, “Taksim Gezi Parkı Eylemleri’nde, diğer örgütlerin de katılımıyla birlikte ana muhatap inisiyatif haline gelen Taksim Dayanışması bileşenlerinden 484 kişi ile yüz yüze, 13 kişiyle de e-posta aracılığıyla olmak üzere toplam 497 kişiyle anket gerçekleştir[erek] çalışmasını hazırlamış.” Ayrıca toplumsal muhalefet hareketlerini Gezi Direnişi   üzerinden tyeni iletişim teknolojileri ile ilişkilendirmeyi de ihmal etmemiş.

Edibe Ceren Cereb’e ait Framing Taksim Solidarity Platform’s Gezi Park Protest: Exploring The Extent Of Environmental Concerns in The Movement başlıklı yüksek lisans tezinde ise Taksim Dayanışma Platformun tarihi, yapısı ve fikirleri özetlenmekte. Cereb tezinde Platformu Kolektif Eylem Teoisi çerçevesinde ele almayı tercih etmiş.

Hazan Özturan ise Gezi Direnişi  , Kent Hakkı ve Prekarya isimli makalesinde Gezi’yi Kent Hakkı kavramında analiz ederek; “Yaklaşık 20 gün aralıksız süren direnişte, bu kitlenin nasıl bir sınıfsal kimliğinin olduğu (hatta bir sınıfsal kimliğinin olup olmadığı) ve bir araya gelme sebeplerinin neler olduğu uzunca bir süre tartışıldı. Biz de bu makale çerçevesinde, Gezi’yi bir kent hakkı mücadelesi olarak” yorumlamayı tercih etmiş. Türkiye Barolar Birliği’nin Gezi Direnşi’nin hemen akabinde, 10 Aralık 2013 tarihinde düzenlediği Gezi ve İnsan Hakları Sempozyumundaki sunumlar içinde de oldukça kayda değer konuşmaların yapıldığını not etmem gerekiyor.  Özellikle Gözaltılar sürecinde yaşanan insan hakları ihlalleri ile ilgili oldukça detaylı sunumlara bu sempozyum kitabından ulaşmak da mümkün.

Vefa Saygın Öğütle ve Emrah Göker’in derledikleri Ayrıntı yayınlarından çıkan, Gezi ve Sosyoloji Nesneyle Yüzleşmek, Nesneyi Kurmak başlıklı çalışma gerçekten kayda değer. Özellikle bu çalışma içerisinde Cem Özatalay’ın Gezi Direnişi   Antikapitalist mi Alter-Kapitalist mi? Başlıklı makalesi Gezi Direnişi  ’ne farklı bir perspektif getirmekte.

Donetella della Porta’nın derlediği Global Diffusion of Protest, Riding the Protest Wave in the  Neoliberal Crisis başlıklı çalışmada, Donetella della Porta ve Kıvanç Atak’ın birlikte yazdıkları The spirit of  Gezi, a Relational Approach To Eventful Protest and its Challenges başlıklı makale de listemize eklenmesi gereken çalşmalar arasında yer alıyor. Çalışmada Gezi Protestoları bir sınıf isyanı olmanın ötesinde çeşitli ülkelerde, düşük gelir gruplarındakilerin harekete geçirdiği bir tür kemer sıkma krizi ile şekillenen çok-sınıflı bir fenomen olduğunun altını çiziyorlar. Gezi Parkı Protestolarına katılanların mesleki profilinin çıkarıldığı tablolarla da desteklenen analizlerinde yazarlar protestoların, nüfusta baskın, katılımcılar arasında sayısal olarak çoğunlukta olan çalışan sınıflardan gelen bir orta sınıflar hareketi olduğunu vurgulamaktalar.

Aslı Zengin’in Cultural Antropology’de yayınlanan What is Queer about Gezi makalesi de Gezi Protestolarındaki Queer görünürlüğünü analizlerinin odağına yerleştirmiş.

Son olarak Loic Wacquant’ın Ayşe Çavdar ile yaptığı kentler, dışlama mekanizmaları ve Gezi olayları konularına da değinilen Bourdieu, Wacoquant ve Gezi Parkının Küçük Burjuvaları başlıklı söyleşisini de anmak yerinde olacaktır. Loic Wacquant Çavdar’a şu değerlendirmelerde bulunuyor: Gezi Parkı, kültürel sermayenin kendi pozisyonunu, ekonomik sermay karşısında koruma girişimi olarak görülebilir. Devlet, parkın bir alışveriş merkezine dönüştürülmesini, ekonomik sermayeye aktarılmasını istiyor. Kültürel sermayenin temsilcileri de buna karşı çıkıyor. Gerekçe parkın kamuya açık kalmasını sağlamak. Parka kimlerin gittiğine bakalım. Parklar da müzeler gibi. Herkese açıklar ama gidenler daha çok eğitimli, orta sınıf insanlar. Burada iki şehir algısı çatışıyor. İlki ekonomik sermayenin tanımladığı ticari tüketim mekânı olarak şehir. İkincisi ise kendini gerçekleştirme arzusundaki kültürel sermayenin tanımladığı kültürel tüketimin mekânı olarak şehir. Bu kesim şehirde devlet, ticaret ve dindarlık tarafından üretilen yeni atmosfere karşı çıkıyor. Bu karşı çıkışın bir yanında evrensel, medeni (civic) bir boyut var. Diğer tarafında ise kültürel burjuvazinin şehri kendisi için talep etme hali. Bunu çok iyi anlıyorum, çünkü Paris’te yaşadığım yer Luxemburg Bahçeleri’ne çok yakın. Orada gezinti yapmayı seviyorum. Oraya kimlerin gittiğinin de farkındayım. Gelenlerin % 1’den azı işçiler, % 90’ı ise o civarda yaşayan orta sınıf bireylerdir. Gezi’nin bir tarafında yurttaşça bir talep var, Park’ı talep ediyor. Ama diğer tarafında alanın başka türlü kullanımlarını dışlama eğilimi bulunuyor. Luxemburg Bahçeleri’ne (Gezi’ye) benzer bir proje yapılsaydı, ilk karşı çıkanlardan biri ben olurdum. Gezi’ye ya da Luxemburg Bahçeleri’ne sahip çıkmaya, orada yürüyüş yapmaya, heykelleri seyretmeye, doğayla baş başa kalmaya yönelik talep dışlayıcı bir yöne de sahip. Şehri eğitimli küçük burjuvazinin yaşam alanı olarak sınırlama eğilimidir bu.”

Son olarak “Karanlık gider Gezi Kalır” diyerek bitirelim.

Keyifli Pazarlar

 

Mete Kaan KAYNAR