Mercedes Kadir’in Ülkesinde 12 Eylüller

“Simgeler İmparatorluğu”nda Roland Barthes şöyle yazar; “muhayyel bir halk dizayn etmek istesem, ona uydurma bir ad verebilirim, onu açıktan açığa romansı bir nesne olarak ele alabilirim, tahayyülümde hiçbir reel ülkeye gölge düşürmeyecek şekilde, yeni bir Garabagne ülkesi kurabilirim… Hiçbir şekilde en ufak gerçeği gösterme ya da analiz etme iddiasında bulunmadan…dünyada bir yerlerde bir takım çizgiler tayin edebilir ve şuurlu olarak bu çizgilerle bir manzume oluşturabilirim.”

Eski bir bakanın evlatlarının mutlu düğününden gördüğüm bir fotoğraf karesi ile bir başka feysbuk paylaşımında karşılaştığım Mercedes Kadri, bana Roland Barthes’ten bu alıntıyı hatırlattı.

Mercedes Kadir şöyle anlatılmış;

“Fotoğraftaki kişinin ismi Kadir , Mercedes Kadir…. bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mercedes’i zannederek yaşıyor… Koskoca bir şehir, Kadir’in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre park ediyor. Bütün şehir o Mercedes’in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor… Trafik polisleri yanlış yere park ettiğinde ya da ‘çok hızlı gittiğinde’ Kadir’e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Kadir’in hikayesini onunla birlikte yaşıyor…”

Şöyle bitiyor anlatı; “Kadir arabasını servise götürmüş ve sorunlarını söylemiş. Usta almış arabasını ve ‘iki gün sonra gel’ demiş. Kadir iki gün sonra gelmiş. Usta arabanın daha olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün gitmiş. Usta yine olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün yine gitmiş. Usta arabanın hâlâ olmadığını söyleyince “yeter artık ya verin arabamı, kaç gündür eve yürüyerek gidiyorum” demiş…

Barthes’in muhayyel ülkesinde doğmak, büyümek, muhayyel kutsallarla örtülmüş bir kimlikle bir hayali kurmak, rol kapmak, edinilen hayali statüye bağlı gururla yaşamak… Hiçbiri problem değil. Bunun kimseye bir zararı da yok üstelik. Mercedes Kadir’in Mercedes’inin dört gün boyunca gereksiz yere serviste bekletilmesinin de, trafik polisinin haksız yere ceza kesmesinin de, hatta park yerinde Mercedes Kadir’e nezaketsiz davranılmasının da bir zararı yok. Motor ustası, Kadire “ne arabası kardeşim, al sopanı git” demediği sürece, ya da Kadir öfkelenip “yahu altı üstü bir sopa, dört gün boyunca tamirini gerektirecek ne var” demediği sürece. Kayı boyunun Hünkar Çayırında düğün yapması da şahane bir şey, kayı boyundan birinin kılıcı, başka bir boydan olmanın tahayyülü ile yaşayan birilerinin boynunu koparmadığı sürece. Mutluyuz hep birlikte.

Ne var ki, hayallerle donanmış bir yerde yaşamanın tek yıkıcı ve acımasız tarafı muhayyileye itiraz durumunda, muhayyilenin ayarlarıyla oynamaya kalkma durumunda gerçek acılara, işkenceye, zulme maruz kalmaktır. Bok yemek zorunda bırakılmak, asit kuyularında kavrulmak, köpeklere parçalatılmak, yerlerde süründürülmek, ortadan kaldırılmak…

Ve böyle bir ülkede yaşanan tek gerçek şey, acıdır. Yok, yok duygulanımların, hayal kırıklıklarının, başaramamanın, yenilginin, kutsanmış fikir ve inançların yerle bir olmasının acısı değil. Nihayetinde bu acılar da Barthes’in tahayyül ülkesi kadar sanaldır, zandır, hayaldir, hayalidir çünkü. Gerçek acıdan söz ediyorum. Bedenin çektiği acı, bedene verilen acı… Bu acıya iştirak edilemez, bu acı anlatılamaz, yaşanır sadece. Mekan muhayyel olsa da bedenin acısı gerçektir her zaman ve sonu gelmeyen oniki eylül’ler insanlara gerçek acılar yaşatarak , tahayyülün muhayyel kalmasına ihanet ediyor.

 

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)