Lefebvre’de Mekan ve Sınıf

Giriş

Çalışmanın konusunu Çağdaş Kent kuramcılarından Henri Lefebvre’in mekânla ilişki içindeki sınıflar, bu sınıfların analizi ve kimi zaman sömürünün aracı kimi zaman da sömürünün nesnesi olan mekânın ideolojik yapısı oluşturmaktadır. Konuyla ilişkili olarak Lefebvre’in geniş çalışma literatürünün arasından, kentin dönüşümü ve ideolojik kurulumunu içeren  Kentsel devrim,  toplumsal bir üretim ve toplumsal ilişkilerin dayanağı olarak konu edilen Mekânın Üretimi ve çalışmada sınıf analizine kaynak oluşturan Marx’ın Sosyolojisi çalışmaları taranmıştır. Çalışmanın sınırlılığı Henri Lefebvre’in çok geniş bir Çalışma literatürüne sahip olması ve yeterli taramanın zamanın kısıtlılığı nedeniyle yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Politik bir Yaşam içinde Lefebvre

1901’de doğan Henri Lefebvre çocukluğunu sona ermekte olan Belle Epoque (1817-1914) döneminde, ergenliğini ise “Son Savaş” olduğuna inanılan ve bugün “Birinci Dünya Savaşı” olarak görülen “Büyük Savaş” sırasında yaşadı. İki dünya savaşı arasında olgunluk çağına girerek, Sovyet Devriminden etkilendi. İtalyan faşizmine, Alman Nasyonal-Soyalizmine karşı mücadele etti. İspanya İç Savaşını gördü. İşgalin, Direnişin ve Kurtuluşun hem tanığı hem aktörü oldu. Devrimci bir militan olarak, Komünist Parti içinde Stalinizmi düşünmek zorunda kaldı ve sonra “tatile çekildi”. Modern dünyanın çalkantılarına ve emperyalist dünyanın savaşlarına; sömürgesizleşmenin, keza teknolojik yayılmanın ve “küresel” bir dünyanın ortaya çıkışının çelişkilerine; sonunda Berlin Duvarının çöküşüne ve Sovyet Komünizminin yıkılışına tanık oldu. Henri Lefebvre, tarihi her zaman için evrimi içinde ele alınıp düşünülecek bir şey olarak ele aldı. Çoğu zaman olayların merkezinde olan Marxizmin, devrimin, toplumsal hareketin önde gelen isimlerinden biri oldu.

Akademik kariyerini nüfuzlu bir aydın olarak tamamlayan Henri Lefebvre’in meslekî yaşamı düz bir çizgide ilerlemez. Örneğin 1920-1930 yılları arasında birçok işte çalışır. Bu işler arasında iki yılı aşkın bir süre boyunca taksi şoförlüğü de vardır. Geçim kaynağı olan bu iş, Sorbonne’daki dersleri takip etmesini, ilk metinlerini yazmasını, hareketli bir aile hayatını yaşamasını engellemez. Bu deneyim bundan 50 yıl sonra bir şehir sosyoloğu olacak Lefebvre için, şehri, mekânı, mekânla ilişkiyi düşünmenin bir vesilesi olur. İtalya’da özellikle Toscana’da ya da Latin Amerika’da geçirdiği uzun yıllar kırdan kente geçiş üzerinde düşünme fırsatı bulur.

Bütün dünya dillerine çevrilen eserleri, başından beri içinde yaşadığı ve onun, felsefeyi sosyolojiyi, tarihi, ekonomiyi, politika bilimini, dilbilimi, mantığı, bilişim teorisini kısacası modern dünyanın doğuşunu düşünmek için 20. yüzyılda mevcut bütün aygıtları benimsemesine yol açmış bu yüzyılın ürünleri olarak kabul edilir (Hess, 1988:15).

Marxizmin etkin öğrencilerinden olan Henri Levebvre, Marxist projeye kent çalışmaları aracılığıyla mekânı sokar. 1960’ların bu kent kuramı, Marxist kuramın kentsel olanı güçlü bir biçimde aydınlatabildiğini ve aynı zamanda kent merkezli bakışın toplumsal ve ampirik bir kuram olarak Marxismi ne kadar güçlendirebileceğine işaret eder. Katznelson’a göre bu çalışmalar, güncel olayların gerisindeki dönem değişikliklerini anlamayı kolaylaştırırken bir yandan da Marx’ın projesinin önemini vurgular (Katznelson; 1992:92).

Yöntem

Lefebvre kent kuramını toplumsal mekânın tarihi içinde, toplumsal mekânı şimdiki zamandan doğuşuna doğru giderek geriye dönük, ardından da geleceği sezmeyi sağlayan güncelden hareket eden bir yöntemle; kendi tanımıyla “regressive-progressive” bir yaklaşımla yapılandırır. Yerel incelemelerden büyük ölçeklere kadar genişleyen bu yaklaşım, Lefebvre’in analizini çeşitlendirir (Lefebvre, 2000:27).

Emek ve sınıf

Lefebvre’in sınıf ve sınıf analizi, temel olarak Marxist analizinde ve  sınıf tanımında temellenir ancak Marxist analizi çok boyutlandıran Lefebvre bu analizi yaparken sınıfı yalnızca üretim ilişkileri içindeki yeri üzerinden kavramaz. Lefebvre’de Marx’ta olduğu gibi toplumsal yapı, bu yapıya hakim ideolojiler üretim ilişkileriyle birlikte birbirleriyle etkileşim halindedir. Ancak Lefebvre farklı olarak sınıf analizini dört temel düzeyde ele alır. Lefebvre’in analizinde Marxist sınıf analizinin de odakları olan üretici güçler ve üretim ilişkileri, Mülkiyet ilişkileri ve hukukî ilişkiler, Siyasî üst yapılar ve ideolojiler belirleyiciyken analize yeni bir boyut olarak toplumsal sınıfların mekânla ilişkisi katılır.

Levfebvre’in Üretici güçler ve üretim ilişkileri bağlamındaki sınıf analizinin anlaşılabilirliği açısından onun emek tanımını aktarmak ve Lefebvre’in emeği mekân içinde nasıl kavradığına bakmak kolaylaştırıcı olabilir.

Lefebvre’e göre her şeyden önce bir ihtiyaç varlığı olan insan özne şeyden önce bir varlığını sürdürebilmek için yaşadığı çevreyi dönüştürmek zorundadır dolayısıyla tüm insani eylemlerin temelinde genel bir ihtiyaç yatar. Tüm insani eylemler bir ihtiyaca karşılık gelmektedir. Uzak görünmekle birlikte, özellikle ekonomik hayatta kendini güçlü bir biçimde dayatan kültürel ve teknolojik ihtiyaçlar vardır ve insan ihtiyaçlarının nesnesini elde edebilmek için araçlar yaratırken emeği-işi, çalışmayı- icat etmesi bakımından hayvandan ayrılır. Bu an itibarı ile insan ve onu  çevreleyenler arasında karmaşık bir ilişki başlar. Bu emek sayesinde insan doğayı hakimiyeti altına alır ve onu kısmen kendisinin kılar. Emek doğal bir şey değil doğa karşıtı bir şeydir. Bir çaba ve disiplin gerektirir ancak zaman içinde bu çaba içselleşir ve insani bir tatmine dönüşür (Lefebvre; 1968:48-50).

Lefebvre emeğin bölümlenmesini şöyle tarifler:

Emek, “ihtiyaç-emek-tatmin” diyalektik hareketinin içine girmektedir; Bu hareket boyunca emek kendi belirlenimlerini kazanır. Emek bölünür. Biyolojik bölünme, teknik bölünme-araçların gereği olarak- ve sosyal bölünme işe karışır. Fonksiyonlar bölünür; şehir ile kırın ayrılması, fikrî emek ve kol emeğinin ayrılması ile birlikte yürür. Çünkü şehir, yönetici fonksiyonları ele geçirir ve bunlar şehir çerçevesi içinde gelişir ve mükemmelleşir (Lefebvre, 1968:52).

Lefebvre her sınıflı toplumda üretim ilişkilerinin ve işbölümünün incelenmesinin, hareketli ve karmaşık bir sınıf yapısını görünür kıldığını öne sürer. Özü bakımından aynı olan belirli bir ekonomik temel, çeşitli amprik değişkenlerin etkisinde önemli derecede farklılıklar ve çeşitlilikler içerirken bu çeşitlilik özellikle yarı proleter tabakalarda görülür. Örneğin teknolojik olarak gelişmiş araçlara sahip tarımsal üretimde, tarım işçileri, kiracılar, küçük mülk sahipleri, orta mülk sahipleri ve büyük mülk sahipleri gibi bölümlenmiş gruplardan söz etmek gerekir ki bu nokta da analiz çeşitli sınıfları sınıf bölümlerini ve sosyal tabakaları birbirinden ayırt ederek yapılmalıdır. Lefebvre işbölümünden hareketle yapılacak analizin, tanımlanması güç olan ancak önem taşıyan farkları içine alacak biçimde kapsayıcı olması gerektiğini vurgular (Lefebvre, 1968:125-127).

Üretici güçler ve Üretim ilişkileri düzeyinde Lefebvre İşçi sınıfını üretim içinde işbölümünden doğan bir işleve sahip, üretici bir güç olarak tanımlar ve Lefebvr’e göre bu temel özellik üretimin birliğinde kendini gösterir. Ancak Lefebvre işçi sınıfını yalnızca bu tanımlamayla çerçevelemeyi yeterli bulmaz. İşçi sınıfı tüm bunların ötesinde toplum çapında siyasî bir güçtür. Üretim ilişkileri içinde bir diğer sınıf olarak tanımlanan Burjuvazi Lefebvre’in tanımınca, şartları ve üretimi alt üst ederek ve alt üst ettiği ölçüde kendini var edebilen bir sınıftır. Burjuva sınıfı bu rolü üstlenmediği an, egemen olduğu toplum durağanlaşma ve çözülmeyle karşı karşıya kalır (Lefebvre, 1968:124). Lefebvre, “Marx’ın Sosyolojisi”’nde Marx’ın Manifestosundaki Burjuva tanımını şöyle okur:

(…) Demek ki Burjuvazi; statu quo’yu olduğu gibi sadece muhafaza etmeyi göz önünde tutan Malthusçuluk ile teknik yeniliğin ön plana çıkarılması arasında kararsız bir şekilde gidip gelmektedir. Savunmaya geçtiği gerileme ve çöküş dönemlerinde Malthusçuluk burjuvazinin benimsediği ideolojidir. Genişleme ve refah dönemlerinde ise, teknik züppelik, aynı sınıfın ideolojisi haline gelir. Her iki durumda da, ideolojiler üretici güçler düzeyinden türerler (a.g.e. s:124)

Emeğin organizasyonu araçlardan ve tekniklerden ayrılmaz. İşin teknik bölünmesini sosyal bölünmeden ayırt etmek için belli şartlarda birinin diğerini nasıl tetiklediğini ve işleyebilen bir organizasyonda bu ikisini neyin ayırıp neyin birleştirdiğine bakmak gerekir. Bu en küçük atölyelerden en büyük sanayiye kadar işbölümünün genel formlarını –dünya pazarı içinde bir ülkenin ya da uluslararası bir düzeyde bir ülkenin tarımla sanayi arasındaki işbölümünü- incelemeyi gerektirir. Lefebvre’in modern kapitalist toplumunda sınıf farklılıkları meslekler düzeyinde ortaya çıkmaz bu farklılıklar işbölümünden kaynaklanır. Sosyal işbölümünün teknik işbölümünü değişikliğe uğratması, yönetim ve karar mekânizmalarının tek merkezliliğinden değil, üretimin bütününün egemen sınıf tarafından kendi çıkarları ve amaçlarına yönelik biçimlendirilmesinden ve bu egemen sınıfın müdahaleleriyle yaratılan ihtiyaçlara uygun şekilde belirlenmesinden kaynaklanır.  Bunların yanı sıra Lefebvre, Teknokratik Ütopyacılığın tersine kararların her zaman teknik sebeplere dayanmadığını, stratejik değişkenlerin, toplumun bütün olarak taşıdığı özelliğe ve üretim tarzına bağlı olduğunu iddia eder (Lefebvre, 1968:125-133).

Mülkiyet ilişkileri ve hukukî ilişkiler düzeyinde ise, Lefebvre hiçbir toplumun bir fonksiyonlar bütünü olarak işlemediğini; ekonomik ve sosyal formların üstünde bu fonksiyonları sürdürmek ve ayarlamak için bir başka topluluğun bulunması gerektiğini vurgular. Bunlar kurallar, normlar, değerler ya da hukukî ilkelerdir. Kapitalist toplumun üyeleri arasında sözleşmeye dayalı bağlar çeşitlilik gösterir ve proleterleri bile “iş sözleşmesi” aracılığıyla bağlar. İnsani ilişkilerin formu olarak üretim ilişkilerinden çok daha derin bir temele sahi olan hukuk, Burjuvazinin yükselişi ve kapitalizmin yapılanmasına paralel olarak, medeni kanunun işlenip ortaya konması ve yürürlüğe girmesinde ifadesini bulur.

Lefebvre “medeni kanunu” şöyle yorumlar:

Bu kanun, bu toplumun karakteristik üretim ilişkilerinin özünde bulunan mülkiyet ilişkilerini kurumsallaştırır. Burjuva toplumu bu kanunda forma sokuşturulmuş ve gizlenmiş olarak ileri sürülmüş ve pekiştirilmiştir (Lefebvre 1968; s. 134).

Kısaca Lefebvre’de hukuk sosyal olarak bölüştürülen ürünlerin eşit olarak dağıtılmadığı bir toplumda bu eşitsizliği meşrulaştırarak sürekli kılan bir araçtır. Bir başka söyleyişle kanunlaşmış hukukî ilişkiler, eşitsizlikler taşıyan bir toplumun kesitini verir.

İdeolojik bağlamda yapılacak sınıf analizi için Lefebvre ideolojilerin eleştirel bir bakışla analizinin, dış görünüşler ve gerçekler arasındaki farkı görünür kıldığını vurgular (Lefebvre, 1968:140). Lefebvre’de İdeolojilerin sosyolojik incelemesi sınıf ve sınıf ilişkilerinin analizini tamamlayıcılığı açısından önem taşır. Lefebvreci analizde, ideoloji sakatlanmış ve eğilip bükülmüş tahayyüller toplamanı sistemleştirir. Ancak tüm bu tahayyüller sakatlanmış olmakla birlikte gerçekle iç içe haldedir ve praksisle canlılığını korur. Bir sınıflı toplumun kurucu unsurlarına belli bir düzen veren formların analizinde ideoloji anahtar bir işleve sahiptir (Lefebvre, 1968:140).  Lefebvre özellikle kapitalist toplumun ideolojisinin bireycilik üzerine kurulduğunu vurgular. Birey olarak kapitalistin kendisini sermayenin özel sahibi, işini ise kendi girişimlerinin ve işe dair uzmanlaşmasının sonucu olarak değerlendirmesini gerçeklikten kopuk bulur. Lefebvre’e göre bireycilik gerçekle hayal karışımı bir şeydir. Kapitalistleri bilgiden ve iktidardan yararlandıkları halde girişimlerinin sonucunu ön görmekte yetersiz ve istikrarsız çizgide bir sınıf olarak tanımlar. Bununla birlikte bu bireyci ideolojinin burjuva toplumu içindeki işleyişini şöyle tanımlar:

(…) Burjuva toplumunda bireycilik boş bir şey değildir. Hayatın, gerçekliğin ve kültürün boşluklarını kapatır. Güven sağlar. Gerçeğin dayanılması güç gerçeğini gizler ve Burjuvazi tarafından kabul edilebilir yanlarını yüceltir (Lefebvre, 1968:139).

Bununla birlikte Lefebvre bireyciliğin, rekabetçi kapitalizmin ortadan kalkmasıyla yok olmayacağına inanır. Lefebvre’in değimiyle “organizasyoncu kapitalizm” devasa üretimi ve bürokrasisiyle bireyciliği bir kenara bırakması gerekirken bu bireycilik ideolojisinin daha uygun tahayyüllerin oluşturulmasına karşı araç olarak kullanıldığını ve gerçekleri örterek kendi haklılığına zemin oluşturduğunu düşünür. Toplumun somut işleyişi içinde rekabetçi kapitalizm, üretim ve mülkiyet ilişkileri tüm artık ürünün yani milli gelirin büyük bir kısmını mümkün olduğunca emmeye çalışır. Ekonomik, sosyal, siyasî, idarî, malîve kültürel araçlarla millî olan gelirin mümkün olan en büyük parçasına ulaşarak proleteryayı sınıf olarak sömüren Burjuvazidir. Bu gelirin bölüşümü tüm toplumdan geçerek devlet aracılığıyla yapılır (Lefebvre, 1968:43).

Toplumsal sınıfların mekânla ilişkisi düzeyinde ise Lefevbr’e göre “insan”, yani toplumsal pratik yapıtlar yaratır ve şeyler üretir. Her iki durumda da emek gerekir; fakat yapıt açısından, emeğin ve yaratıcısının rolü ikincil gözükmektedir, oysa ki ürünlerin imalatında emek başattır (Lefebvre, 2000). Lefebvre “Marx’ın Sosyolojisi”’nde her toplumu bir formlar yaratıcısı olarak niteler[1]. Bir toplumsal ürün olarak toplumsal mekân, Marxist gelenekte üretici güçlerin ve mülkiyet ilişkilerinin bir sonucu olarak üst yapıya dahil kabul edilir. “Mekânın Üretimi” adlı çalışmasında da yer aldığı şekliyle Lefebvre’in toplumsal mekânı, mülkiyetle ilişkisi olan değişim ve kullanım değerine sahip -Marx’ın konumlandırmasından farklı olarak- bir sonuç değil üretici güçlere ve işbölümüne dahil dolayısıyla klasik olarak birbirinden ayrıştırılmış hiyerarşik düzeylerin içinde yer almayan ve temel-yapı üst-yapı sınıflandırmasının dışında kalan bir kavramdır (a.g.e. s;24-25). Öte yandan mekân, bir aracıdan, alet ve araçtan başka bir şey değildir. Farklı düzeylerde sahiplenilir, kendinde bir varlığı yoktur ancak varoluşsal bir zamana gönderme yapar. Bir araç olduğu kadar bir amaçtır (Lefebvre, 2014:71).

Ürün-Üretici Mekân

Lefebvre, “Mekânın üretimi”’nde mekânı statik olmayan diyalektik bir biçimde kavrar.  Mekân pasif ya da boş bir şey olarak ya da yalnızca bir ürün olarak değişim değerine sahip tüketilen bir ‘şey’ den farklıdır. Bir ürün olan mekân üretken emeğin örgütlenmesi, ulaşım hammadde ve enerji akışı, ürün paylaşım ağlarıyla bizzat üretime müdahale eder. Kendince üretken ve üretici olan mekân üretim ilişkilerine ve üretici güçlere sahiptir.(a.g.e. s;24) Aynı zamanda ürün- üretici olan mekân ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayanağıdır. Toplumsal ilişkiler ancak mekânın içinde ve mekân aracılığıyla gerçek bir varlık bulur. Toplumsal ilişkilerin dayanağı mekânsaldır. Bu mekânsal bağlantı noktası mekânı dönüştürmüş olan kurumların, mekânın neyle ikâme edildiğinin eleştirel bir analizini mümkün kılar (Lefebvre, 2000:402). Toplumsal mekân, toplumsal yeniden üretim ilişkilerini; örneğin ailenin özgül örgütlenmesiyle birlikte cinsiyetler yaşlar arasındaki biyolojik fizyolojik ilişkileri ve üretim ilişkilerini yani işbölümünü ve örgütlenmesini ve devamında da hiyerarşik toplumsal işlevleri içerir. Toplumsal mekân tüm bu faaliyetleri yerine oturtmak için bu faaliyetleri birbirinden ayırır. Kapitalizmle ve özellikle de modern kapitalizmle birlikte toplumsal üretim düzeyleri karmaşıklaşır. Temel olarak üç düzey iç içe girer. Bunlar biyolojik yeniden üretim düzeyi (aile); iş gücünün yeniden üretim düzeyi (işçi sınıfı); toplumsal ilişkilerin yeniden üretimi düzeyi (kapitalist toplumu oluşturan ilişkiler); bu üç düzlemde Lefebvre sınıf analizinde mekânla ilişkinin incelenmesini önemli bulur (Lefebvre, 2000:62)  Büyük bir üretim aygıtı olarak düşünülen mekân pratik anlamda “alanda” genişletilmiş yeniden-üretimin de içine dahildir. Lefebvre’in farklı düzeyler olarak somut ve soyut kavramlara dönüşen mekânı bazen emekte, tahakküm ve mülkiyet ilişkilerinde, bazen ise üst-yapı kurumlarının işleyişinde; dolayısıyla eşitsiz ve her yerde karşımıza çıkar.

Lefebvre kuramında her toplumun ve devamında içerdiği çeşitlilikle birlikte her üretim tarzının kendi mekânını ürettiğine işaret eder (Lefebvre, 2000:61). Bir üretim tarzından bir başka üretim tarzına geçişin mekân üzerindeki etkisi büyüktür çünkü bu, mekânı yeni üretim tarzına göre biçimlendirir. Feodal ilişkilerin çözüldüğü ve ticarî kapitalizmin büyüdüğü yer olan Rönesans şehri bu anlamda çarpıcı bir örnektir. Bu geçişler sırasında mekânsal yeniden düzenlenişler yeni toplumsal ilişkilerin kodlarını içerir (Lefebvre, 2000:75). Toplumsal mekân, üretim tarzı üzerinde bir etkiye sahip olsa da bu üretim tarzıyla birlikte değişir; dolayısıyla mekânın üretimi tarihseldir. Lefebvre’in bir diğer savıysa üretim tarzının bazı toplumsal ilişkilerle birlikte bu ilişkileri bir alana yansıtarak kendi mekânını örgütleyerek ürettiği ve ancak bu şekilde gerçekleştiğidir (a.g.e. s;28). Toplumsal ilişkilerle mekânsal-zamansal ilişkiler arasında önceden benimsenmiş bir denklik yoktur. Tarihsel süreç içinde değişen dünya ölçeğinde yeni bir mekân oluşur. Yeni üretim tarzı önceden şekillenmiş mekânı kapsayarak amaçlarına göre yeniden düzenler. Bu üretim süreçleri ve başlattığı dönüşümler bağlamında Lefebvre toplumsal sınıfların etkisini şöyle ortaya kor:

Merkezileşmiş ve yoğunlaşmış mekânın örgütlenmesi hem siyasal hem de maddi üretime yarar, kârları optimize eder. Toplumsal sınıflar, işgal edilen mekânların hiyerarşisi içinde, buraya yatırım yapar ve burayı dönüştürür (Lefebvre, 2000; s.29).

mekânı ‘toplumsal bir üretim’ olarak kavrayan Lefebvre, bunu göz ardı eden klasik kent planlamasının mekânı ‘saf, apolitik, nesnel, yansız, bilimsel ve masum bir çalışma nesnesi’ olarak nitelemesini kuramsal değil ‘ideolojik’ bir yaklaşım olarak değerlendirir.

Politik bir araç olarak Mekân

Lefebvre hakim sınıfın, hegemonyasını bilgi dahil her araçla korumakta olduğunu ve bu hegemonyayı kurumlar ve temsiller üzerinde uyguladığına işaret eder. Mekân, pasif toplumsal ilişkilerin birleştiği bir yer değildir; tersine mevcut üretim tarzı içinde, altında yatan bir mantık tarafından bilgi ve tekniklerin kullanımıyla bir sisteme dönüştürülerek araçsallaşır (Lefebvre, 2000:42). Lefebvre Burjuvazinin kent mekânını nasıl başarıyla kullandığını ve Engels’in tersine bunun da kapitalizmin nasıl ayakta kalmasını sağladığını vurgular (Şengül, 2001:14)  Lefebvre tarihsel bir süreç içinde değişen şehir yapılarının belli bir sömürü motivasyonu taşıdığına işaret eden Lefebvre, sanayinin şehre yaklaşmasını bir strateji olarak kapitalin ve kapitalistlerin, pazarların ve ucuza çalıştırılacak bol emek gücüne yaklaşmak olarak değerlendirir (Lefebvre, 2011:18).

Üretim ilişkilerine göre değişime uğrayan şehir küçük kesitler halinde ele alındığında ise mevcut üretim biçiminin şehir mekânı nasıl bir araca dönüştürdüğü resmini verir. Basit bir örnek olarak Lefebvre sokağı ele alır. Sokak yalnızca bir sirkülasyon ve geçiş yeri değildir. Otomobillerin sokağı işgal etmesi ve bu sanayinin baskısı Lefebvre’in kullandığı şekliyle park etmeyi bir ‘takıntıya’ dönüştürmüş, caddelerdeki trafik akışını ise öncelikli hedefe haline getirerek sosyal ve kentsel yaşamı yıkıma uğratmıştır (Lefebvre, 2011:22). Bir karşılaşma yeri olarak sokak Lefebvre’in kentsel analizinde meta dünyasının içine dağıldığı bir yerdir ve pazarlar gibi özel yerlerle yetinmeyen meta tüm kente saçılır. Antik dönemde sokaklar ayrıcalıklı yerlerin -tapınak, stadyum, agora, bahçe- geçişiyken, kapitalist şehirde birer vitrin, mağazalar arasındaki geçit yeri haline gelir.  Sokak artık yalnızca metaların bilinçli olarak akışının sağlandığı zorunlu bir geçit yeri niteliğindedir. Lefebvre için hakim üretim biçiminin bu mekânsal stratejisi yabancılaştırıcı ve baskıcıdır (Lefebvre, 2011:24). Bir anlamda tüketimin neo-kapitalist düzenlenmesi gücünü sokakta gösterir. Vitrinlerde satılık objelerle süslü olan sokak estetiğin biçimini alan haliyle meta mantığının nasılda katlandığını ortaya koyar. Nesnelerin birikimi nüfusun birikimiyle orantılı olarak seyrederken sermaye birikimini de beraberinde getirir ve zamanla açığa çıkan örtülü bir ideolojinin izlerini taşır. Bu şekilde yalnızca çıplak emeğin sömürüsü değil aynı zamanda onun ürünü olan kentsel mekân da sömürünün nesnesi ve aracı haline gelir. Bu sömürgeleştirme süreci yaşama nüfuz kanallarını sokaktaki reklamlarda, nesnelerin teşhirinde bulur (Lefebvre, 2011:24).

Şehrin bir başka baskı aracı şehrin anıtsal mekânlarıdır. Lefebvre anıtları belli bir kurumun merkezi olması –klise, devlet, üniversite- anlamında baskıcı bulur. Anıtsal ihtişam biçimsel olmakla birlikte taşıdığı sembolleri toplumsal bilince yansıtır. Ancak buna karşın denetleyici olsalar da insanları bir araya getirdikleri ölçüde toplumsal hayatı canlandırırlar da. Bu özelliklerinden ötürü de Lefebvre tarafından olumlu yapılar olarak değerlendirilirler (Lefebvre, 2011:25).

Lefebvre’in düşünce akışıyla aktarmak gerekirse; genel düzeyde irade, temsil olarak iktidar ve devlet uygulamada bulunur. Devlet iktidarını elinde bulunduran insanlar  stratejilere sahiptirler ve yine bu devlet adamları mekân hakkında ideolojik olarak doğrulanmış bir politik düşünceye üyedirler. Siyasal iktidarın sahip olduğu eylem saikleri, kaynakların, gelirlerin ve üretken emek tarafından elde edilen değerin (artı değerin) dağılımını değiştirebilir. Lefebvre, neo-kapitalist  stratejilerin en yaygın ve temel düzeyinin sermaye piyasası ve mekân politikası ilişkisi üzerine kurulduğunu iddia eder (Lefebvre, 2011:76-77). Kendi kavramlaştırmasıyla bu kurumsal mekân ya da kurumsal şehircilik devletin kontrolünü talep eder ve bu yüksek kurum kendi koşullarını kalıcılaştırmak, fiziksel ve zihinsel emek, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ayırımı sürdürmek ister. Bu kurumsal şehircilik anlayışı kent çekirdeklerini iktidarın kalelerine dönüştürmeye varacak şekilde biçimlendirirken eş zamanlı olarak bu alanın bazı kesitlerini durgunluğa çürümeye mahkum olacak şekilde bölgelere ayırır ve bu eşitsiz gelişmeyi kullanmak için onu genel homojenliğe yönelik bir çaba içinde örgütleyecektir. Lefebvre bu sınıf stratejisine örnek olarak Kentsel Devrim adlı çalışmasında Haussmancı şehircilik doğrultusunda Parisin boşaltılması, proleterya’nın şehrin periferiye taşınması, banliyö ve yaşam alanının eş zamanlı icadı, merkezlerin burjuvalaşması, insansızlaşması ve bozulmasından söz eder (a.g.e. 2011 s,106).

Lefebvre’e göre genel kentleşme süreci ve kentleşme sürecinin içinde kent gerçekliği tasfiye edilmek istenir ve ideolojik motivasyonlarla farklı projelere yön verir. Metropollerde kapitalizmin oluşumuyla birlikte burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde daha fazla tahakküm kurmak için manevralar geliştirdiği görülür. Şehir her zaman politik ve otoriter bir iktidarın inşası için elverişli ortamı yaratır ve bu ortam üst organizasyonun düzenlemelerine tabiidir. Büyük şehir eşitsizliği yerleşik kılar. Hangi türden olursa olsun iktidar-devlet iktidarı- zorlukla sağlanan düzenle, her zaman tehdit eden kaosa karşı, düzenden yana olacaktır. Şehrin en büyük sorunu sayıdır. Kaçınılmaz olarak şehrin etrafında kitle toplumu meydana gelir bu da beraberinde bu kitleler üzerinde kalıcı baskı ve şiddeti beraberinde getirecektir. Kent düzeni temel bir düzensizliği içerir  ve aynı zamanda bunu gizler. Kentsel yabancılaşma bütün yabancılaşmaları içine alır ve kalıcı hale getirir. Kentteki ayrışma-sınıfa, mahalleye, mesleğe, yaşa, etnik kökene, cinsiyete göre ayrışma onun içinde ve onunla birlikte genelleşir. Bir pratik (“merkez”) ve stratejiler tarafından korunan ve sürdürülen lüks ve ayrıcalıkları mekânlarıyla kent, iktidarı yoğunlaştırdığı gibi kültürü de tekelleştirir. Kısacası Lefebvre “şehirciliği hem bir maske hem de araç olarak değerlendirir (Lefebvre, 2011:88-89).

Lefebvre’in yerleşik eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için geliştirdiği öneri yine kentin fizik yapısıyla ilişki içindedir. Lefebvre’in baktığı yerden sınıf mücadelesi günümüzde her zaman olduğundan çok mekânda yaşanır zira sınıf failleri ve fraksiyonlarıyla mekânın üretimine müdahale eder. Lefebvre yeni bir mekân üretmeyen devrimin hayatı değiştirmediği sürece yalnızca ideolojik üst yapıları, kurumları ve politik aygıtları değiştirme sınırlılığıyla yarım kaldığını düşünür. Lefebvrece mimarî yaratıcılıkla özgül bir mekân yaratmıyorsa yalnızca kapitalist büyüme süreçlerinin yetkin bir versiyonuyla Devlet Sosyalizmini yaratımış olur. Buradan hareketle Lefebvre’de değişimin temel yasaları şöyle belirlenir:

  • Yolu tıkayan ve kent alanını özellikle de büyüme niceliğinde körleştiren noktada tutan bariyer ve engelleri yıkmak.
  • Tüm ayırımları, insanları ve şeyleri ayıran, sahada çok çeşitli ayrışmalara neden olan, mesajları bilgileri, kodları ve alt kodları birbirinden uzaklaştıran (kısacası, nitel gelişime izin vermeyen) ayrımları sonlandırmak. Mevcut düzen içinde ayrıştıran şey kendisini sağlam gibi hisseder; parçalayan kendini güçlü zanneder. Bölen pozitif olduğuna inanır.
  • Farklılıkları ayrı özgünlükler haline getiren, onları önceden inşa edilmiş bir mekânda ortaya çıkmaya zorlayan, kent toplumundaki yaşam biçimlerinin (gündelik hayatın ve meskenin biçimlerinin ve değişikliklerinin) çok renkliliğini gizleyen, ayrımları emreden normların engellerini kaldırmak.
Sonuç

Toplumsal sınıf analizini Marxist kuram üzerinden yapılandıran Lefebvre, Marxist kurama yeni bir boyut olarak üretim ilişkilerinin ve toplumsal ilişkilerin dayanağı mekânı katar. Lefebvreci analizde mevcut sömürü ilişkilerinin ve sınıf mücadelelerinin yansıdığı alan olarak ‘Şehir’ neo-kapitalist stratejilerin bir tasarımı olarak değerlendirilirken ‘kapitalist bir tasarım olarak’  şehir  eşitsizliği sürekli kılar. Egemen sınıfların çok amaçlı bir araç olarak kullandıkları mekânda işçi sınıfı kentin çeperlerine dağıtılırken araç mekân aynı anda kurumsal kurallara da tâbidir. Mekân iç akışının düzenlenmesiyle kontrol edilirken kapitalist üretim ilişkilerinin koruyucusuna dönüşür ve böylelikle tüm toplumun teknokratik biçimde yönetilmesinde iletkendir.

Lefebvre bir yandan kapitalist birikim süreçlerinin mekânsallığını ve kapitalizmin mekânı içselleştirip soyut hale getirerek kullanımını görünür kılarken diğer yandan da bu tür bir mekânsallığın yalnızca üretim için değil aynı zamanda yeniden üretim süreçleri içinde geçerli olduğunu vurgular (Şengül, 2001:16 ). Devrim koşullarını yeni bir mekânın üretiminde gören Lefebvre  bu değişimler dizisinin kapitalizmin ortadan kaldırılması projesinde nasıl olup da günlük yaşam içinde kurulacağı sorusuna açık bir yanıt vermez.

[1] Bkz. A.g.e., s.55