“Kadınlarımız Henüz Tam Bir Emniyette Değildir”

Tramvayda bir genç kıza musallat olan iki genç erkek, kızın öteye kaçmasına rağmen tacizi sürdürmüşler, araya girip kendilerini ikaz eden yaşlıca bir adamı da dövmüşler, dava açılmış. “Delikanlılar” kendilerini şöyle savunmuşlar:

“Erkek, bir kadının seksapeli karşısında heyecana gelince onu tanımasa da yanına gider, konuşur. Avrupa’nın her tarafında bu böyledir. Kadının yüz vermez görünmesine de aldırış etmez. Zira kadın, arkadaş olacağı erkekle hemen konuşmaz, biraz nazlanır, sonra ahbaplığa başlar. O hal psikolojik bir hâlet icabıdır.” 

Refik Halit Karay, bu hadiseyi 1943 Haziran’ında nakletmiş. Eskiden böyle “kötü zamparalar” fiyakalı laflarla hakime laf anlatmaya kalkmaz, boyunlarını büküp sus pus otururlardı, diye de ayıplamış adamları. Bu yazısı üzerine aldığı mektuplardan birinde, ‘üstelik’ üniversiteli bir gencin aynı erkek masumiyeti karinesine başvurmasını, yine ayıplayarak aktarmış: “Ben davet beklemem. Bir kadının hoşuma gitmesi yeter. Modern hayatta seksapel birçok cüretleri mazur gösterebilir.”

Karay, 1946’da “serbest” veya “hafif” görünen kadınların maruz kaldığı bir tecavüz vakası üzerine, gayet açık bir tavır almış. Polisin ve yargının “Sen zaten şununla bununla düşen bir kadınsın; her erkeğin arzusuna uymaya mecbursun; şikâyet ne hakkın?” dememesini, “Madem Ali’ye yüz veriyor, Veli’yi de memnun etmesi gerekir nazariyesine” iltifat etmemesini, olağan ve doğru bir tutum olarak benimsiyor.

1949’da bir yazısında, “Kadında gönül rızası aramamakta ısrar ediyoruz!” diye, bir genel ahlâk yakınmasında bulunur Karay. “Zorla fuhşa mecbur etmek” kadar, “o fuhuştan zevk alabilme”yi de “feci” addeder. Böylelerine karşı, “Hayvanlar bile dişinin muvafakatini elde etmeye çalışırlar,” diye kaş kaldırır (1956).

Türkçenin şüphesiz en mahir yazarlarından olan Refik Halit Karay’ın parça pinçik gazete yazıları, Tuncay Birkan’ın müthiş azmi sayesinde toplandı, iki senedir tematik başlıklar halinde kitaplaşıyor. Benim burada aktardıklarım, Karay’ın kadınlar hakkındaki yazılarını biraraya getiren Doğuştan Kadıncıl kitabındandır. (Memleket Yazıları – 6, İnkılâp Kitabevi Yayın, İstanbul 2014). Kitapta, usta denemecinin kadınlara yönelik saldırılara, daha doğrusu erkek şiddetine eğilen 27 yazısından oluşan, Tacizler-Cinayetler başlıklı ayrı bir bölüm var!

Refik Halit, kadına karşı erkek şiddetini sürekli mesele etmekle kalmamış; kadınlara nizam verme cehdini, iktidar aklının bir takıntısı olarak teşhir etmiş. 1943 Kasım’ında, “açık saçıklığıyla” meşhur bir Balkan şehrinde polisin bisiklete binen kadınların kollarını dirseklerine kadar örtmelerini emretmesi üzerine, Birinci Dünya Savaşı Türkiye’siyle kıyaslıyor. O zaman da Enver Paşa’nın işler kötü gidince kadın çarşaflarının etek boylarının şu kadar santimden kısa olamayacağına dair tamim çıkarttığını hatırlıyor. Bir büyük meseleyle başa çıkamayan hükümetlerin “büsbütün softalaşıp papazlaşarak ahlâk kayırıcısı kesilmesi”ne –ve kadınları kısıtlamaya yönelmesine– dikkat çekiyor.

Kadına dönük erkek şiddetinden ve onun mazur gösteren “nazariyelerden” canı gönülden nefret ettiği belli olsa da, Refik Halit’te hayal kırıklığı yaratan şerhler çoktur. “Serbest” ve “hafif” intibaı veren kadınlara tecavüzü yine meşru görmese de, izbe yerlere giden, bekâr bir delikanlının evine misafir olan kadınları lâubalilikle, küstahlıkla suçlar. Gerçi, aslî kaygısı kadınları –o yılların sevilen sıfatıyla- ‘behimî’ [hayvanca] dürtülerin kurbanı olmaktan sakınmaktır; henüz o kadar medenileşmediğimizi düşünüyordur zira. Hadiseler, “henüz o derece pervasız, ihtiyatsız hareket edilecek düzenli, olgun bir kıvama gelmediğimizi meydana koymaktadır.” 1954’te bir fıkrasında, “Biz otomobili yanlış anladık, kadın kaçırmak için icad edilmiş sanıyoruz!” nüktesini yapacak, 1955’te: “Kadının otomobile binmekten korktuğu bir şehre, şehir denilebilir mi?” diye soracaktır. Bir yazısının başlığı, adeta kırmızı kırmızı yanıp sönerek ikazda bulunur: “Kadınlarımız henüz tam bir emniyette değildir.” Kadınlara sapa yerlere giderken, gece sokağa çıkarken, tek başlarına bir taksiye veya sandala binerken iki kere düşünmelerini nasihat eder. “Seksüel bir rezalet” teşkil eden “kanlı bir hadise” üzerine yazıyordur bunu. “Canavar için hafifletici sebepler teşkil etmez,” der yine ama kadınların ibret dersi alarak ihtiyatlı davranmaları uyarısında bulunur (tarih 29 Ağustos 1958). Daha eski tarihli bir yazısında, “peşinde tutkun erkek dolaşan kadın”lara “ihtiyatlı davranma” tavsiyesinde bulunmuştu; sert konuşmamalı, ümit kapılarını örtmemeli, peşlerindeki adamı yatıştırmayı bilmeliydiler.

Refik Halit, bilhassa “lodos ve bahar” zamanlarında ihtiyatı davranma tavsiyesinde bulunuyordu. Kadına dönük erkek şiddetini bir tür doğal âfet olarak gören bakışı paylaşıyordu neticede. Nitekim doğal hadiselerle, doğanın döngüsüyle irtibatlıydı ona göre bu âfet. “Sıcak seksüel arzuları kamçıl”ıyor, yazla birlikte kadın kaçırma ve tecavüz vakaları artıyordu. Adeta –günümüz tabiriyle– ‘mevsim normalleri’ idi bu. 1956’da bir fıkrasında, Antalya’da o yaz “kız kaçırma ve dağa kaldırma rekoru” kırıldığını not eder Karay. 1952’de, ilkbahar için “Kadın için tehlikeli mevsim” başlığını atmıştır! Bahar hevesi, âşıkların ihtiraslarını şahlandırıyor, bu da “cinsiyet sebebiyle işlenen cinayetleri” arttırıyordur. O gün eline geçen gazetedeki haberlere göre, bir gün içinde memlekette beş kocanın karısını öldürmüş olması üzerine yazıyordur bu satırları! 1942’de, bir başka âfet mecazıyla, ‘cinsî’ cinayetlerin bir nevi salgın halini aldığını söylemişti. “Sanki kocaların gözü birbirine bakarak açılıp kararı”yordu. Üstadın en büyük hayal kırıklığı yaratan yazısı, 1942’de, karısını sinemada yabancı bir adamla gören bir dülgerin ikisini de öldürmesini, kaçınılmaz bir doğal afet gibi anlatmasıdır. Başka vesilelerle söylediklerini de çiğneyip, neredeyse ibret alkışı tutuyor: “Kızgın dört beş aşifte ile beş, on çapkını ürküttü ise… dülgerin işlediği suç bir hayra benzedi demektir!”

Onun kadınlar üzerine yazılarının toplandığı bu kitaba yazdığı Önsöz’de Aslı Biçen, bugün Refik Halit’in bu sürçmelerinden hayal kırıklığına kapılmamızı, feminizme borçlu olduğumuzu söylüyor. Refik Halit gibi kadınlara şefkatle ve hürmetle yaklaşan bir yazar bile neticede çareyi kadınları kısıtlamakta bulduğunda, feminist eleştirinin ‘müktesebatı’ sayesinde bunu fark ediyor, rahatsız oluyoruz.

Meselenin kendisine, erkek şiddetine gelirsek… İhtiyar bir usuldür, ‘bakın o zamandan beri hiçbir şey değişmemiş,’ diye dertlenmek. Değişenler de var gerçi; Refik Halit 1946’da ‘orospuya’ tecavüzü ‘normal’ gören bakışı kabul edilemez sayıyor, polisin ve yargının bunu kabul edilemez bulmasını veri sayıyordu. Bugün, var mı böyle bir veri?

Geçen sene AB çapında yapılan bir araştırmanın verileriyle bitirelim. Araştırma(1), Refik Halit’in tabiriyle “olgun bir kıvama” geldiği varsayılan Avrupa’da, üç kadından birinin şiddet gördüğünü, iki kadından birinin tacizle karşılaştığını ortaya koydu. (Bir Avusturya gazetesi, tacize-tecavüze uğrayan kadınların, bir ulus olsalar, Fransa ve Almanya’nın ardından üçüncü büyük Avrupa ülkesi olacaklarını söylüyordu!) En yüksek oran İskandinav ülkelerindeydi, % 40’ın üzerine çıkıyordu. Fakat araştırmacılara göre bunun nedeni, oralarda kadınların daha bilinçli olmaları ve saldırıları bildirmekte daha cesur, kararlı davranmalarıydı – yani bu hayal kırıklığını da feminizme borçluyuz!


(1) http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/03/140305_ab_kadin_siddet