“Kadın Kadınla Erkek Erkekle Koşar!”

Haydi, feministler açıklasın! Haydi bakalım, toplumsal cinsiyet konusunda ahkâm kesenler; yok öyle “gender studies” gibi süslü lafların arkasına sığınmak: “Kadın kadınla erkek erkekle koşar.” Tartışma bitmiştir.

Yalan mı? “Bazıları eşit meşit diyor da yani şimdi biz 100 metreyi kadın erkek aynı şekilde mi koşturacağız. Bu adalet olur mu?” Vallahi olmaz, billahi olmaz, tillahi olmaz. “Kadınların ihtiyacı olan şey nedir? Kadın kadına eşitlik doğru olandır. Erkek erkeğe eşitlik doğru olandır. Kadının adalet karşısındaki eşitliği aslolandır. Kadınları erkeklerin yaptığı gibi her işte çalıştıramazsınız.” Ne o öyle “Komünist rejimlerde olduğu gibi. Eline ver kazmayı, küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer.” E zaten kadınların eşitliği falan diye tutturanlara bir bakın, komünistler değil mi?

Erkekler 100 metre dünya rekoru 15-23 Ağustos 2009 tarihinde Berlin’de düzenlenen yarışmada kırılmış. 9,58’lik rekor Usain Bolt isimli Jamaikalı atlete ait. Adam zaten 2008’de Çin’deki olimpiyatlarda kendisine ait rekoru geliştirmiş.  Peki 100 metrede “kâinat hanımlar rekoru(!)” kaç? 10,49. Florence Grıffıth-Joyner isimli ABD’li bir “baaaayana”, ait. O da tee 1988’de koşmuş.

Bilimsel verilerle söylüyorum kardeşim, Kadın erkeğin 51 saniye gerisindedir. Komünistler, eşitlik olsun diye kadınları 51 saniye daha hızlı koşturmaya çalışan müfritlerdir. Kendi ülkesinin kadınına yabancı entellerdir.

Şakayı Bir Kenara Bırakırsak

Şakayı bir kenara bıraksak da kadın ve erkek cinsiyetleri (sex) arasında bir kapasite farkı olduğunu görmezden gelemeyiz. Gerçekten de neredeyse tüm spor müsabakalarında kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yarışırlar ve yine bu yarışmalara ait ortalama verilere baktığımızda erkeklere ait rekorların, skorların, kadınlara ait rekorların ve skorların ilerisinde olduğunu görürüz. Sadece yarışmalar mı, ortalama Ahmetlerin, ortalama Ayşelerden daha hızlı koştuklarını; ortalama Mehmetlerin, ortalama Zeyneplerden daha hızlı yüzdüklerini, daha yükseğe zıpladıklarını, topa daha kuvvetli vurduklarını, daha fazla ağırlık kaldırabildiklerini… söylemek için de kâhin olmaya gerek yok.  Fizik evrende bir eşitlik yok, kimsenin böyle bir eşitliğin peşine düştüğü de yok.

Üretim, Enerji, Toplumsal Yapı

İşin daha ilginç yanı, kadın ve erkek arasındaki bu kas gücü farklılığı, bu fiziksel kapasite farklılığı avcı toplayıcı dönemden, sanayi devrimine kadar ki toplumsal yapının temel motiflerinin de belirleyicisi olmuştur. İnsanlık tarihinin bu, çok ama çok uzun tarihi boyunca erkek, kendi kas gücü avantajını önce üretim ilişkilerine, oradan üretim araçlarının sahipliğine aktarırken; burada yakaladığı avantajı diğer toplumsal kurumlara havale etmekte ve her nesil, her kuşak bunları o toplumsal kurumlarda (ailede, dinde, siyasette, eğitimde, hukukta…) yeniden ve yeniden üreterek kalıcılaştırmakta gecikmemiştir.

Erkeğin daha hızlı koşmasıyla evin reisi olması, daha hızlı yüzmesiyle siyasete hâkim olması arasında ne alaka olabilir?” Diye soruyorsanız bir dakikanızı rica edeceğim.  Onun için önce Sanayi Devrimi’nin dünya tarihindeki rolünü anlatmam gerekiyor size.

Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde medeniyetin insanın doğayı kendi ihtiyaçları için dönüştürmeye başlaması ile başladığını söyler. Bir şeyi (mesela gömleği) üretmek için de üretim araçları ile doğayı dönüştürmek (ipek böceği kozasından gömleğin imalatına kadar onu üretmek için ihtiyaç duyduğumuz tüm (üretim) araçları(nı) kullanarak) doğayı bu amaçla dönüştürürken de enerji kullanmak gerekmektedir.

Bir şeyi üretebilmek için enerji gerekiyor. Hayvanları avlamak için de, ağacı kesip masa yapmak için de, tarlayı sürmek için de, ipek böceği kozasından gömlek imal etmek için de… aklınıza ne geliyorsa.

Sanayi Devrimi’ne kadar üretmek için insanoğlunun sahip olduğu enerji, doğanın basit enerjisidir. Kendi kol/kas gücü, hayvanların gücü, derenin akma, suyun kaldırma, ateşin yakma, rüzgârın esme… gücü. İşte Sanayi Devrimi’ne kadar kadın ve erkek arasındaki kapasite farklılığının (yani bugün de 100 metre yarışlarında kadınların erkeklerden 51 saniye geride olmalarının) üretim ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Kadın sadece koşarken değil, üretirken de dezavantajlıdır; ayrıca neslin devamı sürecinde kadının (annenin), bebek ile kurduğu ilişki erkeğin (baba) bebek ile kurduğu duygusal ilişkinin ötesinde fizyolojiktir- ki bu süreç de kadını üretim sürecinde daha da dezavantajlı hale getirir.

İşte çok ama çok eski zamanlarda başlayan bu ilişki orada kalmaz; erkek, üretme işi sürecinde sahip olduğu kapasite avantajlarını üst yapı kurumları olarak adlandırdığımız toplumsal kurumlara da aktarmaya, üstünlüğünü oralarda da pekiştirmeye, kalıcılaştırmaya başlar. İşler, Sanayi Devrimi’ne kadar tıkır tıkır işleyecektir: Din, aile, ekonomi, siyaset, hukuk, eğitim… aklınıza gelen tüm kurumlar da erkek birey (tarihin o derinliklerinde bir gün elde ettiği, kapasite farklılıklarına dayanan o avantajları yeniden üreterek) kadınlardan üstün olduğunu kabul ettirir.  Sanayi Devrimi ile o güzel günler sona erecektir.

Forklifti bilir misiniz?

Hani şu çatala benzeyen dişleri ile çok ağır yükleri kaldırmaya ya da bir yerlere yerleştirmeye yarayan aletleri. İşte erkeklerin on binlerce yıldır tıkır tıkır işlettikleri mutlu düzenleri bu forklift yüzünden bozulur. Bu forklift yüzünden kadınlar eşitlik peşinden koşmaya başlarlar.

Tabii ki değil.  Ama yaptığım latife boşa da değil. Elbette her şey forklift yüzünden olmaz ama her şey Sanayi Devrimi ile birlikte üretmek için kullanılan enerjinin biçiminin değişmesiyle başlar. Artık bir şeyi üretmek için kullanılan enerji, doğadaki basit enerji (insanın kas gücü, rüzgâr gücü, ateş, hayvan vb.) değildir. Sanayi Devrimi’ndeki gelişmeye paralel olarak devreye su buharı, petrol, elektrik, nükleer enerji vb. devreye girer.

Bir şeyi üretme sürecinde devreye giren bu yeni enerjiler, yeni üretim araçlarını ve üretim ilişkilerini, yeni üretim ilişkileri de yeni toplumsal ilişkileri zorlamaya başlar. Çünkü artık bir şeyi üretirken, örneğin başka bir yere taşınması gereken 100 kg’lık ürün ne hayvanların gücüyle, ne nehrin gücüyle, ne de erkeklerin kadınlardan çok daha fazlasına sahip oldukları kas gücüyle gerçekleştirilmektedir. 100 kg ürünü kaldırarak 50 metre ilerideki başka bir yere götürme işi, (erkeğin) kas gücüyle değil, petrolle çalışan forklift ile gerçekleştirilmektedir. Çalışan erkek ya da kadının üretim sürecinde ihtiyaç duyduğu kas gücü, forkliftin direksiyonunu sağa sola çevirmek, frene gaza basmak ya da araç içindeki o karmaşık düzenekleri kullanmak için ihtiyaç duyduğu kas gücüdür –ki, bu, erkek ile kadın arasındaki farkı da önemsiz hale getirir. Öyle ya, artık üretme işi sürecinde kimin daha ağır kaldırdığı değil; döküp saçmadan 100 kg ürünü 50 metre ötedeki depoya götürecek  aracı (forklifti) kullanabilme becerisi belirleyici olmaya başlar.  Artık erkeklerin on binlerce yıldır sahip oldukları avantajlar işe yaramamaya başlar. Üretme sürecindeki dezavantajlarından adım adım kurtulan kadınlar, önce aynı işi yaptıkları erkeklerle aynı ücretleri almak için, daha sonra da binlerce yıldır toplumsal kurumlarda erkeğin avantajlarını yeniden ve yeniden üreten mekanizmaları sorgulamaya başlarlar.

Bugün modern insanlığın tartıştığı “eşitlik” tartışması işte böyle bir tartışmadır.  Şecaat arzederken sirkatin söylemek derler eskiler.  Günümüz Türkçesine “akım derken bokum” demek olarak tercüme edebiliriz. Her konuda ahkâm kesmemeli insan.

 

Mete Kaan KAYNAR