Her Şey Ailede Başlar!

Ben bir babaanneyim. Bu nokta annelikten bir tık ötesi gibi geliyor ama öyle değil. Aslında süren bir annelik bu da… Oğlum olduğunda 23 yaşındaydım. Biraz değişik bir ebeveynlik başlangıcıydı dolayısıyla anne-baba olmaktan çok, anne olmak hakkında karar vermiştim. Ve sanırım da bu hep öyle kaldı. Üstelikte bunun oğlumu nasıl etkileyeceğini hiç düşünmedim. Çünkü 23 yaşında ve âşıksanız, bir de anne olma, sevdiğiniz adamın çocuğunu doğurabilme şansınız var ise çok da fazla şey düşünemiyorsunuz. Bu doğallığın çok doğru olduğuna o günde, bu günde inanıyor olsam da, çocukların önce aşkla doğması gerektiğini tüm kalbimle düşünüyor olsam da, bugün çok daha fazlasına sahip olunması gerektiğini biliyorum.

Aynı cesareti hayatım boyunca bir kez daha gösterememiş olmamın en büyük sebebi hiçbir zaman evliliğimi de, o beraberlik içerisinde kendimi de güvenli bir zeminde hissetmemiş olmamdı.

İşte burada insan kendine şunu soruyor bu şartlar içerisinde “doğru” anne-baba olmak ne derece mümkün olabilmiş olabilir…

Cevap evlatta… Ama sözünde değil tüm yaşamına dağılan hareketlerinde, düşüncelerinde, duygularında… Siz ancak orada ve onun evladıyla iletişiminde görebiliyorsunuz anne babalık sınavınızın notunu…

Biliyorum iyi anne-baba olmak bir ömür süren bir uğraştır. Bitmeyecek öğrenmedir.
Kitabı olmayan, her çocukta farklı çalışacak kurallar bütünüdür.

Aslında siz anne-baba olmadan çok önce başlıyor öykü…

Sizin ebeveynlerinizin nasıl olduğuyla ve şüphesiz onların geldikleri aile ortamlarıyla… Çünkü hayatta ne öğrenirsek öğrenelim, hangi tecrübelerden geçersek geçelim bizim kara kutumuzda ilk başvurduğumuz kaynak bilinçaltımız ve oradaki kodlamalarımız oluyor.

Diyelim ki bizim öykümüz şöyle olsun;

Çok yıllar önce çok hovarda, yakışıklı ve şımarık bir adam her türlü tersliğine rağmen onu seven bir kadınla evliymiş. Türlü aymazlığa rağmen o kadın kimin yanından geldiğine bakmadan onu sabahlara kadar beklermiş. Dayak yese de, aldatılsa da katlanması ve idare etmesi gerektiğini düşünen bir kadın ve ne yaparsa yapsın kabul edildiğini düşünen bir adam varmış yani o evde… Bir başka evde ise sakin, ileri görüşlü, üç kızı ve karısına çok düşkün bir adamla, çok katı kuralları olan, tutucu ve sevgisini gösteremeyen bir kadın evliymiş…

Bir gün ilk ailenin oğlu ile ikinci ailenin kızı evlenmişler… Hem de bunu çok gençken, çok toyken yapmışlar.  İlk çocukları bu hay huya, aile büyüklerinin de birlikte oturduğu ana babasının bağıra çağıra kavga ettiği bir eve doğmuş. Babasının yaptıklarını her koşulda kabul eden annesine alışık delikanlı ile ne kadar katı, sevgisiz olursa o kadar sevileceğini annesinden görmüş kadın elbette kendi içsel getirileriyle yaşam boyu birbirleriyle savaşmışlar. Hır gür, kavga ve aşk eksik olmamış evden çünkü sevmek bu demekmiş, biraz hoyrat ve huzursuz bir duyguymuş o evde sevgi… Ama yenişememişler ve sonuçta adam gitmiş…

Başka bir yerlerde ise mütevazı kendi halinde bir aile varmış. Ah demenin yasak olduğu, en yok günde bile “şükür” denilmesi gereken, bağırma, kavga ve kötü sözlerin ayıp olduğu bir evmiş orası. Yoklukta, varlıkta aile olmak çok önemli imiş… Ailenin erkekleri eşlerine sevgili, saygılı imiş… Çocuklarına düşkünmüşler. Aile dedin mi akarsular dururmuş. Ama o evde erkekler de, kadınlar da biraz fazlaca içli, duygusal ve kırılganmış. O evde sevmek susmak, onur kırmamak, belli etmemek ve kabullenmek demekmiş… Fazlasını istemek, dillendirmek ayıpmış.

Gel zaman, git zaman ilk evin kızıyla, ikinci evin oğlu evlenmişler… Çok küçük değilmiş yaşları. Kız da, oğlan da öğrendiklerini getirmişler evlerinden. Kız yaşadığı huzur ortamı yaşamamak istemiş, gördüklerini tekrar etmemek istemiş ve adamın sakinliği, sevgisi kıza iyi gelmiş yavaş yavaş evden getirdiği hırçınlığı azalmış ama şüphesiz asla bitmemiş. Çocukluğunun karmaşasından hediye bir sürü hastalığı, öfkesi varmış. Adam ise öğrendiği gibi içine atarak yaşamaya devam etmiş. Ailesine çok düşkün bir baba olmuş. Ama kendinden beklentisi biraz yüksekmiş. Çünkü yokluk içinde büyümek daimi bir yarın kaygısı taşımakmış. Yine de bu iki insan belki de şans eseri bir araya gelmelerine rağmen bir uyum ve düzen yakalayabilmişler ve çocuklarına güven dolu, sevildiklerini bildikleri bir yuva vermişler.

Sonra onların kızları büyümüş. Onun bildiği baba figürü sakin, sabırlı ve güvenilir bir adammış. Anne figürü ise sevgisini gösteren, öpüp okşayan ama sesi de yükselen bir anneymiş. Evinde gördüğü aile olmanın önemi, babanın evine sadakati, çocuklarına düşkünlüğü, ana babasının birbirine saygısı, aşkı ve bağlılığı, annesinin abartısız, sırta havlu koymakla ölçülmeyen, özgür bırakan anneliği imiş…

Ama elbette geçmişin kodlamaları, öğretileri anne babasında da varmış. Anne kendi evinden sesli öfkeyi, sevgiyi de öfkeyi de gösterebilmeyi getirmiş. Baba da kuralların katılığını, zor beğenmeyi ve ketum olmayı, sevgiyi dillendirememeyi getirmiş.

Onlar da çocuklarına bunu öğretmişler…

Kız büyürken şöyle düşünmüş…

Erkek sadık olmalıdır. Güvenilir olmalıdır. Ailesine bakmalıdır. Anne ona maddi manevi destek olmalıdır. Eleştirmemelidir. Küçük düşürmemelidir. Anne baba çocuklarının yanında kavga etmez. Çocuklara ikisi bir arada ortak davranırlar. Ceza konusunda hem fikirdirler.  Anne her zaman babayı yumuşatır. Araya girer ve affedilmeyi sağlar. Babadan gizli hiçbir şey olmaz evde. Anne ve baba arasında hiç sır yoktur. Baba sıkıntıyı anlatmaz, anne herşeyi anlatır hiçbir şeyi içinde tutamaz. Kocasına, çocuklarına güvenir. Aile olmak çok önemlidir.

Bunca şeyi neden anlattın derseniz…

Hepimiz kuşaklar boyu gelen davranışların uzantıları ile dolu bir bilinçaltıyla yaşıyoruz. Bagajımız dolu yani…

Ben sadece ben değilim… O ailedeki tüm kadınların ve adamların davranışlarının ortak sonucuyum. Sadece yaşama bakışım değil anne- babalığa bakışımda aynen öyle…

Bu hikâye şöyle devam ediyor…

Kız bir gün başka bir hikâyenin sonucuyla bir yuva kuruyor. Adamda bagajında erkek ve kadına dair karmaşalar, yanlış kodlamalar, gereksiz özgüven görünümlü yetersizlik duyguları ile geliyor beraberliğe…

Sonra bu iki insan bir evlat sahibi oluyor.

O evlatta tüm bu çıktılarla başka bir hikâyenin sonucu olan bir başka kız çocuğu ile evleniyor.
Onların dolu bagajlarıyla hikâye tekrar ediyor ve bir evlatları oluyor.

Çünkü yaşamın döngüsü bunu gerektiriyor.

Yıllar boyu bilinçaltına kodlanmış kaygılar, korkular, güvensizlikler, önyargılar, öfkeler nedenini anlamadığımız sevgi ve nefret duyguları ile başlıyoruz ilişkilere ve sonra anne baba olmaya…

Bu şartlar altında “iyi anne baba olmak” nasıl olacak peki…

Kadının maddi gücünü kazanmasıyla kaçınılmaz olarak değişime uğrayan bir aile yapısı, çoğu boşanmış ve hatta görüşmeyen, birbiriyle sorunlu eşlerin çocuklarının kurduğu yaşamlar var artık etrafımızda. Anasıyla babasıyla mutlu evlerde büyümüş çocuklarda bile durum yeterince zor iken, bu çocukların kurdukları ailelerde bilinçaltından gelenler, dış etkenler ve diğer tüm öğretilenlerle durum daha da karmaşık oluyor.  Rol modelleri, önyargıları, ilk büyüme çağlarında içselleştirdikleri kavga, gerginlik ve güvensizlikler nedeniyle bu yeni ebeveynler için olay daha da zor olabiliyor.

Etrafıma baktığımda birkaç ebeveyn modeli görüyorum. Ama değişmeyen bir şey var. Ebeveynlik konusunun temeli maalesef daha çok anneye odaklanıyor. Çünkü kadın bu misyonun önce ona ait ve o isterse erkekle paylaşabileceği bir şey olduğu inancında çoğu zaman… Bu da çocukla baba arasında, eğer babanın özel bir gayreti yoksa mesafeyi annenin istediği konumda açıyor ya da kapıyor…

Nasıl anneler var etrafınızda…

Tüm yaşamı çocuğu olan, yaşamın onun etrafında dönmesi gerektiğine inanan anneler… Eşlerinin yedeği olarak çocuklarını gören anneler bir değişle…

Çocukla aslında bağı kopuk, söylemde çocuğuyla harika ilişkisi olan ancak çocuğun kendini sürekli yalnız ve güvensiz hissettiği gerçek duygu ve hislerini ifade edemediği anneler…

Aşırı talepkâr, sürekli mağdur, mutsuz ve stresli anneler…

“Benim de hayatım var” diyen ayarı biraz kaçmış, annelikle kadınlığını, özelini aynı potada, gerekli ayarda tutamayan anneler…

Sürekli başarıya odaklı yaşayan ve çocuğunu bir yarışın ortasına atan en rahatsız olduğum anneler… Onlar için daha başarılı olmanız, daha güzel görünmeniz gerekir… Başkalarının çocuklarından daha yetenekli ve önde olmanız gerektiği için sürekli mutsuzluk kaynağı olan annelerdir onlar. Gözlemim o ki en mutsuz çocukları hırslı anneler yetiştirir…

Diyeceksiniz ya babalar… Samimiyetle bakın etrafınıza kaç adam birlikte olduğu kadına rağmen evlatlarıyla bağımsız ilişkisini başarıyla oluşturabiliyor. Azınlıktalar… Yok değiller hele yeni nesilde muhteşem babalar var. Ama çoğu evde hala yedek ebeveyn konumundalar. Böyle olunca da babanın o sorumluluğu zaten koparıp alamadığı evden kopup gitmesi biraz elzem, biraz da rahatlatıcı oluyordur belki de…

Elbette çok yönlü bir konu bu…  Ailelerden, bilinçaltımızdan, aldığımız eğitimden, mental durumumuzdan ve etkileniyor bu konudaki başarı ya da başarısızlık.

Dönelim başa iyi anne baba olmanın ölçülebilir bir terazisi var mıdır?

Son günlerde şunu düşünüyorum. Torununuz büyürken evladınıza neler yaptığınızı görüyorsunuz. Onu biçimlendirirken, onu eş, ana ya da baba olmaya hazırlarken ona yaptıklarınızı en net, o çocuğunu büyütürken görüyorsunuz. Sizin ona yaptığınız hataları o çocuğuna yapmamaya çalıştığında ya da farkında olmadan aynı hataları tekrarladığında görüyorsunuz… O tüm iç öğretilerinden bağımsız bir yol keşfetmeye çalışırken ya da sizinkine benzeyen bir yolda ilerlerken görüyorsunuz kendinizin nasıl bir anne – baba olduğunu…

Birçok insan yaptığının farkında olmadan zarar veriyor çocuğuna. Hiç kimse mükemmel ebeveyn olamaz elbette, hepimizin geçmişten getirdiği bagajları var. Çocuğa zarar vermemenin yolu da bunun farkında olmak sadece. Sıkıntı burada başlıyor aslında, birçok insan kendi geçmişiyle yüzleşmekten kaçınıyor ya da samimi olamıyor bu konuda… “Ben etkilenmedim ki aslında hiç, takmıyorum” dediğiniz anda değişme şansınızı kaybediyorsunuz. Yıllarımı asla kendi yaptığı hiçbir şeyi sorgulamayan bir adamla yaşadım ben. “Acaba yanlış yapmış olabilir miyim, benim bir hatam olabilir mi?” dememek ailesinden onun getirdiği bagajdı. Benim bagajım ise  “ben hallederim” idi…

Biliyorum ki tüm sevgimize rağmen yeteri kadar iyi anne baba olmayı biz de beceremedik.

Bugün baktığım yerden görüyorum ki;

Önce insanın kendine dürüst olması gerekiyor… Kendinize dürüstçe şunları sorun; sevdiğimi ve sevildiğimi hissediyor muyum?  İlişkimde sıcak ve yakın hissediyor muyum, rahat davranabiliyor muyum?  Yoksa belirsizlik karşısında hep tetikte miyim?   İlgi hep benim üzerimde olsun istiyor muyum, affedici ve şefkatli değil de daha çok yargılayıcı ve cezalandırıcı mıyım?  Kendime karşı acımasız mıyım?  İnsanlar olması gerektiği gibi ya da beklediğim gibi davranmadığında öfkeme hâkim olabiliyor muyum?

Sizin kendinize olan tavrınızın yansımasıdır evladınıza olan tavrınız…

İnsanın geçmişinden taşıdığı duygusal bagajdan tamamen kurtulmak mümkün olmayabilir belki. Ama bu bagaj ne kadar hafiflerse yaşamda o derece kaliteli bir hal alır diye düşünüyorum.

Geç de olsa herkes kendi doğru yolunu bulup, doğru soruları sorabilir ise hayatını görmezden gelmek ve reddetmek üzerine kurmazsa, eminim daha iyi insan olmak dolayısıyla daha iyi ebeveynler olmak daha mümkün olacaktır.

Bu yaşamda en kolay alınan payelerden biri anne baba olmak… Doktor olmak, avukatlık yapmak gibi insani sorumluluklar isteyen her konuda bir eğitim almanız gerekirken kendini idareden aciz insanın bile istediği kadar çocuk sahibi olma hakkı vardır neticede… Ehliyet mecburiyetimi getirmek lazım bilemedim…

Bırak iyi yetiştirmeyi ana babasının elinde harcanıp giden hatta ölen evlatlar var bu dünyada…

İyi bir aile şans kötü bir aile bu dünyadaki cehennemdir…

 

Emine AKI
Latest posts by Emine AKI (see all)