Hegel’de “Nesnel, Tanıtlanmış Bilim” Olarak Felsefe Kavramına Giriş

Günlük hayatımızda felsefeyi yücelten deyişlere de rastlarız, felsefeyi yeren sözlere de. Bunlara, Hegel’in, felsefenin konusuna dair ileri sürdüğü görüşleri de dikkate alarak bir bütün olarak bakıldığında felsefenin özünün kavranmasına yardımcı olabilecek bir bakış açısı yakalandığını iddia etmek mümkündür. Hegel, felsefeyi içeriği, yöntemi, araçları ve konusu açısından tanımlarken taşıyıcı içerik olarak düşünceye işaret etmektedir. Halk arasında günlük dilde de, felsefeye dair ister olumlu isterse olumsuz tavır sergilensin, felsefenin konusu düşünce olarak belirleniyor. Örneğin ‘felsefe akıl ve düşünce işidir’ derken, felsefenin yüce bir uğraş olduğu dile getirilir ve bu nedenle filozofa hiçbir yarar hesabı yapmadan, çıkar gözetmeden veya kâr gütmeden büyük saygı duyulur. Filozof, akıl danışılarak, fikri alınarak sergilemiş olduğu çaba ve emeğinden dolayı her fırsatta bilge olarak onurlandırılır. Buna karşın olumsuz anlamda en çok bilinen örneğiyle belirtecek olursak halk arasında günlük hayatta ‘lügat parçalama!’ veya ‘felsefe yapma!’ denir. Bununla düşünceyi manipüle etmek, diğerini yanıltmak için dilin ve düşüncenin araçlarının kötüye kullanıldığına dikkat çekilmek ve bundan vazgeçilmesi gerektiği söylenmek istenir. Öyleyse, bu sözlere göre, felsefe yapmak, ilkesel olarak diğerlerini kötü yola sevk etmek için başvurulan art niyetli düşünme tarzıdır ve bu yapılmamalıdır. Bu nedenle ‘felsefe yapma!’ buyruğu felsefeyi ve felsefe yapmayı temel bir uğraş haline getirmeyi küçümsemek, hatta ahlak dışı bulunduğu için belki de aşağılamak amacıyla söylenir. Sıkça filozoflar arasında olan görüş ayrılıkları neden gösterilerek felsefi uğraşın bir yere varmayan boş uğraş olduğu ileri sürülür. Fakat hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ister olumlu anlamda alınsın isterse olumsuz anlamda; olumlu bakışta da olumsuz bakışta da felsefenin düşünceyle ilgili bir uğraş olduğu kabul edilmektedir. Felsefe deyince de akla ilk gelen düşüncedir; çünkü felsefenin kendisi yani içeriği, araçları, yöntemi düşünce olduğu gibi, konusunu ve kendisini ortaya koyuşu da doğrudan düşünce iledir. Kısacası felsefe düşünseldir ve soyutluk seviyesi bakımından düşünsel olmak zorundadır. Bundan ne anlamak gerekir? Bu soruya Hegel (1972) açısından yanıt vermek, Mantık Bilimi’nin birinci baskısına yazdığı önsözde kullandığı bir tabir ile ifade edecek olursak, onun açısından aynı zamanda felsefenin “nesnel, tanıtlanmış bilim” (s. 17) olarak ortaya konması anlamına gelmektedir.

Ne demek, o halde, Hegel’e göre, felsefenin “tanıtlanmış bilim” olması? Alman felsefe tarihinde bu kavramın bir dayanağı, kaynağı ve anlamı var mıdır? Felsefenin konusunun düşünce olduğu savı ile Hegel tam olarak neyi kastetmektedir?

Felsefenin Konusu Düşüncedir

Hegel (2006), Tinin Fenomenolojisi’ne yazdığı “Önsöz”de amacını felsefenin Antiklerden beri “bilgi sevgisi” olarak adlandırılmasına son verip, onu “gerçek bilgi” (s. 6) olarak yeniden tesis etmek olarak tanımlıyor. Bu elbette Hegel’in (2006) “gökyüzü”nü “yeryüzü”ne indirip yeryüzünde “yeşertme” (s. 385) ve böylece bilgi ve inanç dünyalarını bilgi temelli uzlaştırma projesi ile ilgilidir. Zira Antikler felsefeyi bilgi sevgisi olarak tanımlarken, bununla aynı zamanda bir özgüven yoksunluğunu da beraber ifade ederler ve insanın işinin aslında bilgeliğe bir çeşit bir öykünme olduğunu ileri sürerler. Hegel modern çağ ile birlikte insanın artık kendine güvenebileceğinden ve kendisini bilginin gerçek öznesi olarak görebileceğinden hareket etmektedir. Zira modern felsefenin anlamı budur. Bu nedenle felsefe bir öykünme değil, gerçek bir bilgi sistemi yani bilimsel olabilir.

Gerçeğin var olduğu gerçek şekli, onun ancak bilimsel sistemi olabilir. Felsefenin bilim şekline yaklaşmasına katkıda bulunmak (bilgi sevgisi ismini bırakabilmek ve gerçek bilgi olmak), kendime koyduğum hedeftir. Bilginin içsel bilim olma zorunluluğu, onun doğasında yatmaktadır ve bu konuda tatmin edici açıklama, sadece felsefenin kendisinin temsilini sunmadır. (Hegel, 2006, s. 6)

Felsefenin bilimsel bir sistem olmasına dair talep, aşağıda ayrıntılı olarak göstereceğim gibi en geç Leibniz’ten beri Alman felsefesinin gündeminde olan bir taleptir. Descartes’ın yöntem sorusunu başa alması, bir dünya tasarımı olarak felsefeden, ortaya koyduğu dünyayı mantıksal bir süreç olarak ortaya koymasını talep etmek anlamına gelmektedir. Ortaya konan, dünyanın bilgisidir. Bu bilgi ancak zaten oluşmuş olan dünyanın bilgisinin mantıksal olarak ortaya konması olabilir. Mantıksal olarak ortaya koyuş dünyayı düşüncede yeniden üretmek zorundadır. Mantıksal yeniden üretim, dünyanın bilgisinin kanıtı olacaktır. Bu talebin gerçekleştirilebilmesi için, felsefenin nasıl bir bilim olduğu konusuna açıklık getirmek gerekir. Hegel, Mantık Bilimi’nde ontolojiye, epistemolojiye ve mantığa/yönteme dair tüm kuramını felsefe gibi başlangıcı ve konusu aynı olan başka bir bilim olmadığı düşüncesine dayandırır. Diğer bilimlerden farklı olarak felsefenin başlangıcı, konusu ve yapısı düşüncedir. Örneğin anatomi gibi birçok tikel bilimin incelediği konu ve bunun kuramlaştırıldığı kuramsal yapıs birbirinden farklıdır. Fakat felsefede incelenen düşüncenin kendisidir, kendisiyle başlanan düşüncedir, başvurulan yöntem ve araçlar yani kavramlar ve teknikler düşünseldir. Bunu Hegel, sanki Aristoteles’in Metafizik’te ilke kavramına dair geliştirdiği düşünceyi de andıracak bir şekilde ifade eder. Hegel (1972),“ilke, başlangıç da olmalıdır ve düşünce için Prius (başlangıç -DG) olanın, düşüncenin ilerleyişinde de ilk olan olması gerekir” (s. 66) diyor. Nedir o halde “düşünce için Prius” olan? “Başlangıcın, özgür kendi başına olan düşüncenin unsurunda olması, saf bilgide olması mantıklıdır. Böylelikle başlangıç, saf bilgi sonuncu olmakla, bilincin mutlak gerçeği olmakla dolaylı olarak verilidir” (Hegel, 1972, s. 67). Bu nedenle “mantık saf bilimdir yani saf bilginin kendi gelişiminin bütününün kapsamıdır” (Hegel, 1972, s. 67). Burada aktardıklarımızı biraz yukarıda daha açık kılan ve felsefeyi de daha yakından tanımlayan bir belirlemesinde şöyle diyor Hegel (1972): “Düşünce uygarlığını felsefi yani düşüncenin kendi içkin etkinliği olarak veya (ki bu aynı şeydir) kendi zorunlu gelişiminde ortaya koymak” (s.19). Böylelikle Hegel (1972) düşünceyi mantığın konusu olarak belirler ve bunu rastgele akıl yürütmeden farklı olduğuna dikkat çekmek amacıyla daha tam olarak “kavrayan düşünce” (begreifendes Denken) (s. 35) olarak tanımlar. İşte, büyük felsefenin işi, felsefi temel düşünceyi, ontolojiyi, epistemolojiyi ve yöntemi aynı anda kapsayan mantık çerçevesinde her çağda yeniden “kendi zorunlu gelişiminde” bir bütün olarak ortaya koymaktır.

Mantık Bilimi’nden aktardığım bu pasajlarda Hegel, felsefede konu ile başlangıç özdeşliğine işaret etmektedir. Buna karşın Tinin Fenomenolojisi’nin “Önsöz”ünde felsefede incelenen ile içeriğin özdeşliğine işaret etmekle birlikte; içerik, içeriğin ortaya konuşu ve bunun sonucu ulaşılan sonuç veya erek arasındaki bütünlüklü ilişkiyi vurgular. Bu aynı zamanda Hegel’in nasıl felsefe yaptığına da işaret etmektedir. Dikkat çektiğim gibi birçok tikel bilimin incelediği konu ve bunu kuramlaştırdığı yapısı birbirinden farklıdır. Felsefede incelenen konu düşüncedir. Düşünce nasıl incelenebilir ve söz konusu incelemenin sonucu nasıl ortaya konabilir? Düşünceyi incelerken insan, zorunlu olarak yine düşünme yetisine yani mantığın araçlarıyla veya yöntemle düşünme yetisine başvurur. İnceleme sonucu ulaşılan sonucun ortaya konması için yine düşünceye başvurulmak zorundadır. Bu durumda sonucun ortaya konuşu zorunlu olarak kendi kanıtını kendi içinde taşımak zorundadır. Bu nedenle, sonucun ortaya konuşu ancak düşüncenin bir süreç olarak örgütlenip ortaya konmasıyla mümkündür. Sonucun ortaya konuşunun, en basit olan ile başlayan bir başlangıcı ve en kapsamlı ve karmaşık olan bir üst uğrağı veya ereği olmalıdır. Dolayısıyla düşüncenin başlangıçtan sonuca doğru, başka bir deyişle daha kapsamlı ve karmaşık olana doğru sürekli bir nevi bir spiral gibi ilerleyen bir süreç olarak örgütlenmesi kaçınılmaz olur. İşte, Hegel, “Önsöz”de en başta gerçeğin tam olarak ne olduğunu bilebilmek için tüm bu sürecin bir bütün olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamaktadır –ki gerçeğin bütün olduğuna dair belirlemesi her şeyden önce bununla ilişkilidir. Şöyle diyor Hegel:

Zira eşya kendi ereğinde son bulmaz, tersine, kendi uygulanıp gerçekleştirilmesinde; ne de sonuç gerçek olan bütündür, tersine, oluşumuyla beraber bütün olur; erek kendi başına cansız olan geneldir; eğilimin yalnızca kendi hakikatine sahip olmayan dürtü olması gibi; ve çıplak sonuç, eğilimi geride bırakmış cesettir. Aynı şekilde ayrılık daha çok eşyanın sınırıdır; sınır eşyanın bittiği yerdedir veya sınır, eşya ne değilse, odur. (Hegel, 2006, s. 5)

Öyleyse, başlangıç, süreç ve sonuç arasında bir sınır olması mümkün değildir. Aynı şekilde düşüncenin ortaya konuşunun bu üç boyutunu bir bütün olarak almak yerine bunlardan birini bütünden ayırıp almak, diğerlerine karşı bağımsızlaştırmak gerçeğin eksik, dolayısıyla yanlış kavranışına ve sonunda da bilinç çarpıklığına götürür. Bu bakımdan, felsefenin konusu, yöntemi ve araçları, bir mantıksal düzen içinde ortaya konuşu ve sonucu, bu bütünlük içinde ve bu bütünlüklü anlamda düşüncedir ve insanlar da düşünen varlıklar olduğuna göre, ‘felsefe insanların olduğu her yerdedir’ denebilir.

Doğan GÖÇMEN