Güce Tapınma

“Dünyanın problemi otoriteye karşı ayaklanmalar değildi, problem otoritenin ta kendisiydi. Ve tabi otoriteye uyanlar, otoriteden çok otorite olanlar! Otorite karar verdiği için hiç bilmedikleri bir ülkeye gidip hiç tanımadıkları insanları öldürmeyi kabul edenler, verdikleri vergilerin savaşta kullanılmasını kabul edenler, televizyonda seyrettikleri savaşı alkışlayabilenler! Asıl problem buydu : kötülüğü kabul edebilenler ve seyirci kalabilenler.” ( Azra Kohen )

Güç, hem korktucu hem de cezbedici bir özelliğe sahiptir. Gücün büyüleyici cazibesi altına girerse insan, zehirlenmeye başlar. İktidar kendini yenilmez sanır. Tarih boyunca krallar, imparatorlar gücün büyüsüne kapılarak halkı, kölesi, tebaası olarak görmüştür. Halkın yıkıcı gücünü görememişlerdir.

Peki, iktidar güç zehirlenmesi yaşarken, toplumda güce tapınma hastalığı nasıl gelişir? Bireysel bir tutum olan Stockholm Sendromu siyasete hangi şekillerde yansır? Kitleler neden otoriter rejimlere oy verir? Bunları çözümlemeden bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumunu, yönetim anlayışını ve Reis’in gözü kapalı fanatik destekçilerini analiz edemeyiz.

Psikologlar ve toplumbilimciler, güce tapınmaktan kaynaklanan durumu ‘Stockholm Sendromu’ olarak tanımlarlar. Stockholm sendromu olarak adlandırılan ve zorbasına sempati duyma ile karakterize edilen bu durumda güce aşık olma hali vardır. Gücü kutsama hali, o gücü uygulayanın tutsağı haline dönüştürür.

Gustav Flodberg’e göre, Stockholm sendromu toplumlarda da görülüyor. Örneğin, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinde güce tapınmanın etkisi yadsınamaz. Birçok diktatör halkın desteği ile iktidara gelmiş ve bu destek ile uzun yıllar iktidarda kalabilmiştir.

Uzmanlar Stockholm sendromunu çözümlerken şunu belirtiyor : “uzun süre baskı altında yaşayan ve şiddet gören birey zamanla bu durumu kanıksıyor.” Aslında bu toplumlarda da böyle. En fenası kanıksama, tüm toplumu çürütüyor. Misal, Türkiye’de demokrasi kültürü yok diyoruz ya, demokrasiyi yaşadık mı? Devlet sisteminden günlük yaşama kadar demokrasiyi tatmadan nasıl demokrasi kültürümüz olsun. Evet, kabul edelim demokrasi kültürümüz yok. Hatta öyle ki muhalif partilerin, parti içi yaşamlarında ve uygulamalarında bile bu hastalıklı durum hayat bulur. İşte bu hastalık, toplumun tüm hücrelerine yayılıyor, tıpkı kanser gibi… Her yerde ve çeşitli şekillerde güce tapma hastalığı yaşanıyor.
Güce tapma, toplumun her kesiminde farklı dozda hayat buluyor. Ama az, ama çok…

Gücü kutsama, biat kültürünü de beraberinde getiriyor. Sorgulamamak meziyet sayılıyor. Sorgulayan beyinler ise “diskalifiye” ediliyor. Düşündüğünü söylemekten korkan insan bir süre sonra düşünmemeye başlıyor. Kalabalıkların şuursuz alkışlarının sesinde, mantığın ve bilimin sesi boğuluyor. Velhasıl Stockholm sendromu sadece savaş esirlerinde yaşanmıyor. Dinin ve tarikatların baskısı altındaki toplumlarda bu sendromu günlük yaşamda da görüyoruz.

Bu yazıyı McKinsey meselesinden yola çıkarak yazıyorum. Çağımızın Düyun-u Umumiye’si olan McKinsey anlaşmasını eleştiren, karşı çıkan herkese, ” cehaletlerinden değilse hainliklerinden” diye cevap verdi Damat Berat. Bu anlaşmaya karşı çıkanlara, havuz medyası koro halinde saldırdı. Memleketi sömürge haline götüren bu ihanet anlaşmasını eleştirenler vatan haini ilan edildi. Damat Berat Albayrak’ın bu ağır ve mesnetsiz ithamlarından tam bir gün sonra kayınpederi Tayyip Erdoğan anlaşmayı geri çektiğini açıkladı.

Tayyip Erdoğan’ın bu açıklaması ne kadar doğrudur bilmiyoruz. Zira AKP, McKinsey’e ödemeyi el altından yapabilir, “verdiğiniz programa uyacağız” demiş olabilir. Bunu zamanla göreceğiz elbet. Asıl meseleye dönersek, bir gün önce bu anlaşmayı eleştirenlere hain diyenler bir gün sonra Reis’in bir açıklamasıyla koro halinde nakarat değiştirdiler. Bu utanç verici durumdan yüzleri hiç kızarmadan yorum yapmaya devam ediyorlar. Peki, AKP kitlesi bu durumu sorguluyor mu? Tabi ki hayır! “Nasılsa Reis Erdoğan, her şeyin en doğrusunu bilir, sorgulamaya ne gerek var.”  Bu şekilde ülke emperyalistlere peşkeş çekilirken, başına ne çorap örüldüğünü anlamayan kitle, Reis’i alkışlama derdindedir. Oysa gemi batınca Reis kaçar. AKP kitlesi ise acı gerçeği çok trajik bir halde görür görmesine de iş işten geçmiş olur. Gücü kutsamanın varacağı en korkunç boyut bu işte!

Son sözü Victor Hugo’ya bırakayım: ” İnsanlığın başında cehalet denen bir tiran var. Ben bu tiranın ölümü için oy verdim. Bu tiran haksız bir otorite anlamına gelen krallığı doğurdu, oysa bilim gerçek bir otoritedir. İnsan sadece bilimle yönetilmelidir.”

Bilimden uzaklaşmak karanlığa götürür. Yüzünüz her daim bilime dönük olsun!