Garbis AltınoÄŸlu ile bir anı…

Garbis AltınoÄŸlu’nu tabiiki 1970’lerin devrimci dalgasının önderlerden biri olarak tanıyor, biliyordum.

Ama şahsen ilk karşılaşmamız 12 Eylül dönemi sorgu odalarında oldu.

Yani AltınoÄŸlu ile “sorgu” arkadaşıyız.

O, Aralık 1981’de gözaltına alınıp Ä°stanbul Gayrettepe’deki sorguya getirilmiÅŸti; ben de Ocak 1982’nin ilk haftası alınmış, Gayrettepe’de sorguya çekiliyordum. Aramızda iki haftalık bir fark olmalı…

Emniyet binasının bodrum katlarında tutulduğumuz tek kişilik bir hücrede en az 8-9 kişi bulunuyordu. Sorgu için gözleri bağlanarak yukarıya çıkarılanlar, kan revan içinde, ayakları şişmiş vaziyete geri geliyordu. Birbirimiz yarasını sarıyor, teselli etmeye, moral vermeye çalışıyorduk.

Hücrelerdeki arkadaşların bir kısmı da DHB (Devrimci Halkın Birliği) operasyonundan alınmışlardı. Onların söylediğine göre hareketin lideri olan Garbis Altınoğlu da sorguya alınmıştı. Hücrelere indirilmiyor, sürekli olarak sorgu odasında, kalorifer demirine kelepçeli olarak yukarıda tutuluyordu.

Böylece kimseyle ilişkisinin olmaması, biraz olsun uyuyabilmesini önlüyorlardı. Bütün nöbetçi vardiya polisleri de sorgu işkencesinin dışında gelen geçen tekme tokat, küfürle onu yıldırmaya çalışıyorlardı.

Yine arkadaÅŸlarının anlattığına göre Garbis, önemli bir iliÅŸki için randevuya götürmek bahanesiyle polisleri Kapalıçarşı’ya gitmeye ikna ediyor ve o vesileyle kalabalığın arasına karışarak kaçma giriÅŸiminde bulunuyor. Bir süre kovalamacadan sonra, son anda yakalanıyor ve bu arada yüzünden kurÅŸun yarası alıyor. Bu yüzden saÄŸ gözü kapanmıştı.

Topluca sorgu odasına çıkarıldığımız bir gün, sorguda kim var kim yok diye göz bağımı altından hafifçe kaçamak saÄŸa sola baktığımda hayatımda ilk kez Garbis’le karşılaÅŸmış oldum. Ãœzerinde sadece bir külotla çırılçıplak, bir eli kolirifer demirine kelepçelenmiÅŸti. Bir gözü tamamen morarmış ve irin akıyordu. Onun da kan ve terden keçeleÅŸmiÅŸ göz bağını aralamış etrafa bakındığını gördüm.

Tabi bu ancak polislerin topluca odadan çıktıkları zamanki nadir anlarda olabiliyordu. O kısacık zamanda, göz bağını aralayan Garbis, hemen sorgudaki arkadaşlara moral vermeye çalıştı;

“ArkadaÅŸlar hiç korkmayın, saÄŸlam durun… Hiç bir ÅŸey yapamazlar, kendinize güvenin!”

Sorgunun ilerleyen günlerinde, belki bir ay sonra, artık sadece ifade yazmak veya sırf eÄŸlence olsun diye yukarıdaki sorgu odasına çıkarıldığım bir gün; bizim iÅŸkenceci timin ÅŸefi, sorgu odasının devamlı sakini olan Garbis’e hitaben alaycı bir edayla sordu;

“La Garbis! Rızgariciler hakkında ne diyorsunuz?”

Daha bir-iki ay öncesine kadar Devrimci Halkın BirliÄŸi dergisinde Rızgari ile ilgili çok olumsuz bir yazı çıkmıştı. Bizi, “Troçkist ve Kürt milliyetçisi kırması” bir örgüt olarak tanımlamaktaydılar. DHB, Stalin’i büyük ustalardan biri olarak kabul ediyordu ve bu konuda çok tavizsizdiler. Rizgari 9. sayısındaki Stalinizm eleÅŸtirisi bu gruplarda çok tepki yaratmıştı. O yıllarda birine “Troçkist” demek, karşı-devrimci olduÄŸunu söylemek anlamına geliyordu. Ardına bir de sosyalizmle hiç alakaları yok baÄŸlamında “Kürt milliyetçisi” demekteydiler… Ki ezilen ulus milliyetçisi olmak Troçkist olmaktan bir gömlek daha iyi bile sayılıyordu.

Garbis’in buna benzer bir yorum yapmasını bekliyordum. Bunları söyleseydi hiç ÅŸaşırmayacaktım. O ise;

“Severiz” dedi “onları, Devrimci saflarda görüyoruz!”

Bunu beklemiyordum. Bu belirlemesine çok duygulandım. Ne iyi bir insan diye düşündüm, hiç benimsemediÄŸi görüşten birisini sorguda hem polislere malzeme vermemek ve hem de tanımadığı o kiÅŸinin morali bozulmasın, direnci kırılmasın diye övme duyarlılığı göstermekte…

Kendisi günlerdir en ağır işkenceler altında, aç uykusuz, gözünden irinler akan, gelen gidenin ayak altında hırpalanan bir insanın tanımadığı hatta görüşlerine karşı olduğu birine karşı bu kadar duyarlı, bu kadar nazik olmasını, ona güven ve sevgi iletmesini inceliğini, gösterdiği duyarlılığı hiç unutmuyorum.

Garbis, gözleri baÄŸlı olmasına raÄŸmen odada Rizgari’den birinin sorguda olduÄŸunu anlamıştı. Yoksa polis durup dururken niye “Rızgari”yi sorsun?

Aslında polise değil hiç tanımadığı bana hitap etmişti. Devletin zulmü karşısında birbirimizi sahipleniyoruz, destekliyoruz mesajı vermişti.

Çok mutlu, gururlu olarak inmiştim aşağıya.

Daha sonraki dönemlerde bizlerin sorgusu bitip mahkemeye oradan da cezaevlerine gönderilirken, Garbis AltınoÄŸlu’nun çilesi bitmedi. Neredeyse memleketteki bütün Emniyet TeÅŸkilatlarına, Sıkıyönetim Komutanlıklarına dolaÅŸtırıldı; sorguya, iÅŸkenceye gönderildi. Domuz bağıyla baÄŸlandı. Ama o Kaypakkaya geleneÄŸini sürdüren yiÄŸit bir kiÅŸilik göstererek, iÅŸkencecilere asla boyun eÄŸmeyen bir isim olarak 12 Eylül dönemine adını yazdı.

Yıllarca hep onun direnişçi haberlerini aldık…

Neden sonra 2000’li yıllarda Avrupa’da artık karşılıklı tanışma fırsatı bulduÄŸumuzda bu olayı kendisine anlattıydım. Åžahsen de ne kadar mütevazı, içten, nazik bir insan olduÄŸunu görme fırsatım oldu.

Gelawej sitesini editörlüğünü yaptığımda sürekli yazılarını, görüşlerini gönderdi, paylaştı. Sitemizin devamlı yazarlarından biriydi.

En son geçtiÄŸimiz yıl Frankfurt Soykırım Karşıtları DerneÄŸi’nin yıldönümü toplantısında dostlarla bir araya geldiydik.

Ne diyebiliriz ki, ölüme çare yok!..

Yaşamı, mücadelesi, düşünce üretimi hakkında yazılacak ne çok şey var. Şimdilik bu anımı paylaşmakla yetineyim.

Anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Ne mutlu o insanlara ki yaşarken pozitif bir enerji yaydıkları gibi, öldükten sonra da arkalarından ışıklı bir iz bırakıyorlar.