Feysbuk ahalisine açık mektup

Merhaba ey feysbuk ailesi!

Mümkünse birkaç dakikanızı ayırıp, hepinizi son derece ilgilendiren bu yazıyı, uzun diye yarım bırakmadan sabırla sonuna kadar okumanızı rica ediyorum.

Dost-düşman hepimiz, nicedir burada görünmez kablolarla birbirimizin zihnine bağlanmış bir şekilde, âdeta paralel bir evrende iletişip duruyoruz.

Burası özellikle Gezi sürecinden sonra çok önemli bir haberleşme ağı işlevi görmenin ötesinde, pek çoğumuzun yaşamına olumlu-olumsuz damgalar vuran ilişkiler kurma ve kendimizi gerçekleştirme ortamı da sağladı. Dünyanın dört bir yanından, bin yıl yaşasak tanışamayacağımız insanlarla tanıştık; ağzımızla kuş tutsak erişemeyeceğimiz kitlelere eriştik. İyi-kötü duygularımızı, bin yıl geçse yüzüne söyleyemeyeceğimiz insanlara şarkılar, şiirler, aforizmalar, iğneleyici göndermeler, imalar vasıtasıyla da olsa ifade etme şansı bulduk. Silik karakterlerin dili çözüldü; korkaklar cengâver, görünmez insanlar görünür oldu. Burayı kim neye ihtiyacı varsa ona göre kullandı ve amacına az çok ulaştı.

Buradaki duruşların çoğunun sahte olduğu iddiasına şahsen katılmıyorum. Herkes reel hayatında ne idiyse burada da o oldu. Burada maskeli olanların hepsi zaten reel hayatta da maskeyle gezenlerdi. Tıpkı buradaki dolandırıcı ve sahtekârların, buradaki kadın-erkek avcılarının, buradaki yırtıcıların, sinsilerin, alçakların, nefret çıbanlarının gerçek hayatta da öyle oldukları gibi… Burası karakterler bazında en fazla, reel hayatta özünü ortaya çıkarma ortamı bulamayan bazılarının sonunda kendi olabilmesine uygun zemin sağlamıştır, o kadar.

Burası sanal değil; burası hayatın ta kendisi! Evet, belki karşımızdaki mimiklerini görebildiğimiz bir yüz değil, bir ekran; ama her ekranın arkasında bir klavye, her klavyenin üzerinde tuşlara basan gerçek eller ve her eli de yöneten bir ruh var.

Çoğunluğun aksine, ben buradaki iletişimin gerçek hayattaki iletişimden çok daha hakiki olduğunu düşünüyorum. Gerçek hayatta sadece yüz yüze iken, burada ruh ruhayız! Üstelik de en maskelinin bile vurup kaçmanın, insan harcamanın çok daha kolay olduğunun farkındalığıyla çok daha otokontrolsüz ve kendi olduğu, gerçek hayatta söylemeye mabadının yemeyeceği şeyleri rahatlıkla söylediği son derece gerçek bir platformda, çırılçıplak iç dünyamızla RUH RUHAYIZ!

Burası, herkes en azından asgarî bir gelişmişlik düzeyinde, vicdanlı ve öğrenmeye hevesli olsaydı hepimizi gerek politik, gerek kültürel, gerek insanî, gerek felsefî, gerek edebî, her alanda çok daha ileriye götürmeye son derece müsait bir platformken, ne yazık ki yurdum insanı her yeri olduğu gibi bu büyük olanaklar sahasını da olanca vasıfsızlığıyla kısa sürede yozlaştırıp çürütmeyi başardı. En fazla, kalemi iyi laf üreten sözde aydınlar prim yaptı; lâkin en çok da onlar, söylemleri ile eylemleri arasındaki büyük uçurum yüzünden insanî duruş sınavlarında çuvalladı.

İşine geldiğinde her türlü çıkarı için kullandığı, gelmediğinde ise sanal diyerek tu kaka ilan ettiği bu mecrada gerçek hayatta olduğu şey ne ise onu çok daha büyük ölçekte gerçekleştirdi herkes; ama ne yazık ki büyük çoğunluk gerçek hayatta bilgiye alabildiğine ilgisiz, niteliksiz ve derinliksiz birer nefret çıbanı olduğu için, burada büyüttüğü şeyler de onlar oldu.

Üstelik halkımız bu sıfatlarıyla öyle fecî bir de yanılsamaya kapıldı ki, birer cümlesini gördüğü ya da paylaştığı her kitabı, her yazarı, her filozofu bilgi hanesine yazarak, okumakla olan pamuk ipliğini de kopardı ve ‘kendini sosyal medyadaki aforizmalar vasıtasıyla aydınlanmış zanneden cahiller’den oluşan dev bir kifayetsiz muhterisler ordusu yarattı.

Çoğunluk reelden çok burada yaşamaya başladı; ama bir yanıyla hep sanal diye niteleyip değersizleştirdiği için, gerçek hayatta koşulsuz riayet ettiği asgarî insanî kuralların hiçbirini buraya taşıma ihtiyacı duymadı.

Bu kuralsızlık da bu mecrayı başta benim gibi duyarlı insanlar için olmak üzere, reel hayattan çok daha büyük bir cehenneme çevirdi.

Ben kanuncu, dogmatik, didaktik bir insan değilim. Bununla birlikte, insan iletişiminde olmazsa olmaz asgarî sınırların, kuralların ve hassasiyetlerin şart olduğuna inanıyorum. Bu kurallar, en az gerçek hayatta olduğu kadar burada da gerekli.

Kimsenin bunca güler yüzüme, iyi kalbime ve yaşama, insana dair onca farkındalığıma rağmen neden yaptığımı bir türlü anlayamadığı, anlayamadığı için de beni geçimsizlikle, hoşgörüsüzlükle, agresiflikle ve hatta kibirlilikle itham ettiği şeyin, yani BU KADAR ÇOK İNSANI BİR KALEMDE SİLMEMİN nedeni budur! SAYGI!

Ben burayı asla çoğunluk gibi sanal bir platform olarak görüp küçümsemedim. Karşımda bir ekran değil, kanlı canlı bir insan olduğunun farkındalığını hiç yitirmedim. On yıl önce dahil olduğum ilk günden itibaren, reel hayatımda ne isem, büyümeden de küçülmeden de aynısı oldum. İnsanlara reelde nasıl davranıyorsam, burada da öyle davrandım; gündelik hayatımda insanlardan bana nasıl davranmasını bekliyorsam, burada da onu bekledim. Kendime olan saygım bunu gerektiriyordu; çünkü insanın saygı duymadığı bir yerde bulunması, saygı duymadığı insanlarla iletişim kurması ve onlardan da aynı saygıyı beklememesi kendine hakarettir.

Buradaki çoğunluk ile benim ve benim gibilerin arasında bu kadar büyük bir uçurum oluşmasının nedeni de işte içinde birlikte devindiğimiz platforma olan bu bakış açısı farkımız oldu. Ve bu büyük uçurum, giderek beraberinde benim tarafımdan reddedilen, silinen büyük bir kitlenin oluşmasına, onların da buraya olan küçümseyici bakış açıları nedeniyle bir türlü doğru anlamlandıramadıkları tavrım yüzünden bana bitimsiz kinler büyütmesine yol açtı.

Anlamlandıramıyorlardı; çünkü buraya yüklediğimiz anlamlar çok farklıydı. Ben burayı reel hayattan ayırmadım ve reaksiyonlarımı ona göre belirledim; onlar ise ne yaparlarsa yapsınlar mübah olmasını, kabul görmesini, itiraz edilmemesini bekledikleri; diledikleri sayfada dilediklerince cirit atabilecekleri, ahkâm kesebilecekleri sanal ve yalan, üstelik de son derece vahşi bir oyun alanı olarak gördükleri için, hiçbir kural ve sınır tanımadılar. Hele ki kendilerini bi halt zanneden sözde kalburüstü aydın-solcu kisfesindeki fosillerden oluşan kifayetsiz muhteris tayfa!..

Oysa ki hepimizin sayfası kendi yaşam alanımızdı ve nasıl ki reel hayatlarımızda birbirimizin alanına paldır küldür giremiyorsak, burada da öyle davranmalıydık. Ben öyle yaptım ve herkesten de kayıtsız şartsız bunu bekledim. Ben nasıl ki kimsenin kişisel alanına asla ve kat’a fütursuzca dalmıyorsam, kimsenin de benim alanıma böyle dalmasına; ben nasıl ki kimseye yavşamıyor; kimsenin düşünce emeğini çalmıyor; kimseye ayar çekmiyor; kimseyi sayfasında boş beleş eleştirmiyor; kimseye saygısızlık, ukalâlık, laubalilik yapmıyor, kimseyi şahsen hedef göstermiyor, düşmanımı linç etmiyor-ettirmiyor, dostum dediğimi asla satmıyor, beraber bir çay içmenin bile hatırını unutmuyorsam, kimsenin de bana bunları yapmasına izin vermedim; yapanlara da çok sert reaksiyon gösterdim. Yaptığım en uç şey, bana karşı sergilenen alçaklıklara ve linçlere meşru müdafaa yaparken aşırı tepki vermekti; bunda da dibine kadar haklıydım. Bu onurlu duruşum karşısında gördüğüm ve muhtemelen de görmeye devam edeceğim onca alçaklığa karşın asla pişman değilim; burada bulunduğum sürece de aynı şekilde davranmayı sürdüreceğim.

İşte ipleri koparan şey, sadece bana değil herkese son derece gerekli olan öz saygım ve son derece haklı olan saygı ve vefa görme talebim oldu.

Çoğunluk ise, içinde psikolojik olarak ezim ezim ezildiğimiz şu faşizan ve tutucu baskılar ülkesinde reel hayatında hiç alışkın olmadığı bu müthiş özgürlük ortamında ne oldum delisine döndü; bostana giren deli danalar gibi dalabildiği özel alanlarda bir tıkla ulaştığı özel hayatlara, ruhlara, duruşlara, şahsî fikirlere, inançlara, beğenilere, zevklere, zaaflara, kederlere ve hatta fotoğraflara bile dilediği gibi dil uzatabileceği; her fikre hadsizce müdahale edebileceği; herkese keyfince ayar çekebileceği; senelerdir içinde biriktirdiği sözünü dilediği yere dilediği gibi kusabileceği; karşı cinse sınırsızca sarkabileceği yanılsamasına kapıldı.

Herkes birbirine çok kolay dostum dedi, dediğinden çok daha kolay da sattı. Her sabah sayfalarda bin bir riyayla sevgi sözcükleri yazılarak kahve fotoları paylaşıldı, bir fincan kahvenin kırk dakika hatırı kalmadı. İntiharın eşiğine gelen insanların görülüyor olmalarının umuduyla attıkları yardım çığlıkları, tabiri caizse, “Atla! Atla!” tezahüratlarıyla karşılanıp, sözde dostlar, yoldaşlar kayıtsızca ölüme yollandı; feysbuk sayfalarının ortasında paylaştıkları aksine vasiyetlerine rağmen inadına dinî törenlerle gömülüp, “Filanca yoldaş ölümsüzdür!” diye atılan sloganlarla prim yapılarak timsah gözyaşları döküldü.

Hiç tanımadığı insanlara tek bir negatif deneyimle ya da bir ufak sürtüşmeyle ve hatta sırf kendi ırkından, avanesinden ya da kıç yalayıcılarından biri ısmarladı diye bile kalleşçe yaftalar takıp, o insanı linç etme/ettirme hakkını buldu kendinde bazı habis ruhlar… Reel hayatta karşısına dikilemediği, hatta kuyruğunu kıstırıp başka ülkelere kaçtığı düşmanının yerine burada gücünün yettiği bireyleri koydu; acizliğinin, ödlekliğinin, aşağılık komplekslerinin acısını faşistten daha faşist bir alçaklıkla yargısız infaz ettiği, kıymetli varoluşunu karaladığı benim gibi cesur yaşam hakkı mücadelecilerinden, gerçek düşünce emekçilerinden çıkardı; müthiş bir çifte standartlı nefret havariliğiyle kendisi gibi habis ruhların nefretlerine referanslık, önderlik ve öncüllük yaptı. Zaman içinde, yaptığı şeyin ne büyük bir insanlık suçu olduğunu görmesine ve o insana özelden itiraf etmesine rağmen, kendisinin tetiğini çektiği o nefret furyasını bitirmek için hiçbir şey yapmayarak seyredecek ve her defasında referans olarak isminin kullanılmasına izin verecek kadar alçak olanları çıktı içlerinden.

Herkes biat istedi; önüne gelene kendini dayattı; hiçbir özgünlüğü, niteliği ve derinliği olmadan, son derece faşizan bir üslupla sergilediği son derece sıradan, yoz ve klişe fikir dayatmalarının adına eleştiri dedi. Reelde gün be gün baskılanan ifade özgürlüğünü kullanma derdinin, burada birbirinin gırtlağına çökerek bokunu çıkardı.

Bu sözde aydın-solcu-muhalif olduğu iddiasındaki kötücül güruh, benim gibi bu iletişim şeklini kesinlikle reddeden, bu çirkin gidişata müthiş bir güçle ve kararlılıkla direnen insanları, tıpkı faşist bir mekanizma gibi ötekileştirip, kendini yalan ederek yok etmeye kalktı. Kavramlar, olgular, sıfatlar ters yüz oldu; solcusu sağcısından daha beter bir şekilde hâlâ da bu girdabın içinde müthiş bir farkındasızlık ve zalimlikle devinerek insan yiyorlar!

Bu ülkede her daim alçaklığın kitabı yazılmıştır; ama özellikle son on altı yıldır toplum olarak maruz kaldığımız, müdahale edemediğimiz, sineye çektiğimiz, seyretmek zorunda bırakıldığımız ya da seyretmeyi tercih ettiğimiz o kadar çok vahşet, zulüm, kötülük, pislik, hırsızlık, uğursuzluk, ahlâksızlık oldu ki bunlarla birlikte yaşamak zorunda kalmak, çoğunluğun ruhunda büyük erozyonlara yol açtı; bu erozyonlar da katmerlenerek buraya yansıdı.

Zulmün, kötülüğün, pisliğin, hırsızlığın, ahlâksızlığın düzeyi o kadar yükseldi ki insanı insan yapanın ya da insanlıktan çıkaranın saygısızlık, inceliksizlik gibi küçük şeyler olduğu unutuldu.

Ayrıntılar silindi, koskocaman bir kabalık kaldı ortada; ve çoğunluk, içinde uzun süre debelendiği bu kabın şeklini aldı.

Zamandan ve uzamdan azade, körlemesine devinip duran birer yuvarlak oldu insanlar. Yüzsüz birer yuvarlak!

Kerterizler kayboldu; nirengi noktaları silindi; incelikler nasırlaştı; hayata renksiz, kokusuz, ışıksız, simsiyah bir cisme bakıyor gibi bakıyor ve öyle yaşıyor kitleler.

Kötülüklerin, çirkinliklerin, saygısızlıkların çıtası o kadar yükseldi ki hiçbir küçük pislik, pislik olarak görülmüyor artık.

Nasıl ki reel hayatta birine uyguladığı fiziksel şiddeti kan çıkmadıysa şiddetten, tacizi tecavüz etmediyse tacizden, hakareti ana avrat sövmediyse hakaretten, sorumsuzca ihmalleri sevgisizlikten saymıyorsa, burada bin beterini yapıyor insanlar! Çalıyor, çırpıyor, kullanıyor, dolandırıyor; duygularla oynuyor, satıyor, kendisine reelde ulaşılamayacağını zannetmenin rahatlığıyla dilediğince hakarete, iftiraya boğuyor, linç ediyor, hastaneye düşürüyor, gömüyor; sonra da sırıta sırıta, “NE OLMUŞ Kİ” diyor kurbanına, NE OLMUŞ Kİ!

Üste bir de benim gibi hassas insanlardan bu hoyratlıklarına hak ettikleri karşılığı görünce de mağdur oluyor, daha da çirkefleşiyorlar. İnanıyorum, hakikaten mağdur hissediyorlar kendilerini; çünkü neye dönüştüklerinin farkında değiller!

“Ne olmuş ki” diyorlar arsızca sırıta sırıta, “Ne olmuş ki! Geberdin mi, anana avradına mı sövdüm; ne yaptım ki?”

Elinin körünü yaptın!

Hayatı sözde karşısında direndiğini iddia ettiğin zalimlerden bin beter katlettin; yaşamı ince ince çürüttün; bütün inceliklere, küçük güzel şeylere kıydın; daha ne yapacaktın!

DEJENERE OLDUNUZ, KENDİNİZE GELİNİZ!

Bir nesneye uzun süre bir etki uygulanırsa, o nesnede de o etkiye tepki oluşur. Bu en basit bir fizik kuralıdır. Nicedir içinde çırpındığımız zalimane sürecin hepimize uyguladığı etkinin sizde yarattığı kaçınılmaz tepki de dejenerasyon oldu!

Bu korkunç hali ancak durumunuzun ayırdına vararak tersine çevirebilirsiniz!

Siz diyorum; çünkü ben ve benim gibi bir avuç aykırı, bu tehlikenin daima farkında olarak ve de basbas bağırarak yaşadığımız için, kendimizi bu girdaba hiç kaptırmadık!

Gerek reel hayatta gerek de sanal diye küçümsediğiniz bu reelden daha reel sosyal medya platformunda hiçbir şeyi sineye çekmedik! En ufak bir zulme seyirci kalmadık! Sağcıyı solcudan, hayvanı insandan ayırmadık! Saygımızı ve sizin kibir zannettiğiniz özsaygımızı hiç yitirmedik. Bize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi karşımızdakine yapmadık. Kendimize ya da bir başkasına yapılan her küçük pisliğe isyan ettik, bağırdık! Sözümüzün arkasında durduk. Birine dost dediysek, onun harcandığı her yere yetiştik. İnsanız, elbette bizim de hatalarımız oldu; ama her defasında özür dilemeyi, gönül almak için ne gerekiyorsa yapmayı bildik. Tanımadığımız, hatta bize kötülük yapmış olan insanların bile linç edilmesine seyirci kalmadık.

Bize deli dediniz!

“Bunca kötülük olurken taktığı şeylere bak şunun, deli!”

Hayır efendim! Asıl delilik küçük ya da büyük fark etmez pislikleri boşvermektir. Her küçük pislik, bir büyük pisliğin çekirdeğidir. Her küçük pisliğe duyarsızlık, büyük pisliklere büyük kötülüklere yol vermektir.

Asıl kötülük, incelikleri yitirmektir!

Yaşam ayrıntıda gizlidir! Düşüncesizliğinizle, nezaketsizliğinizle, hoyratlığınızla, tepkisizliğinizle, ödlekliğinizle, kayıtsızlığınızla, fütursuzluğunuzla ve müthiş, ölçüsüz zalimliğinizle hem reeli hem sanalı çürüttünüz!

Mikro makrodur. Sizin çürümüş mikro varlığınız bütünün sembolüdür!

Kendinize geliniz!

Birini itmeniz de şiddettir; illa öldürmeniz gerekmez!

Tanımadığınız kadınlara, erkeklere gecenin 3’ünde mesaj yazmanız da tacizdir; illa tecavüz etmeniz şart değil!

Burada birbirinize eleştiri ayağına ayar çekmeniz, ukalâlık ya da laubalilik yapmanız, birinin sözünün üstüne söz söylemeniz, kendi eksikliğinizi örtmek için onu inceden karalamanız, büyük gözükmek için küçümsemeniz, fikirlerini üstelik de son derece sığ ve dayanaksız söylemlerle güya eleştiri ayağına aşağılamanız, objektif olmamanız, her şeyi nalıncı keseri gibi kendinize yontmanız, kendinizi göstermek sevdâsına karşınızdakini ezmeniz, kendinizi dayatmanız da insana hakarettir; anasına avradına sövmeseniz de olur.

Tanığı olduğunuz bir alçaklığa sessiz kalmanız, o alçaklığın mağduru olan kişi düşmanınız bile olsa susmanız, dostunuz ise ikili oynamanız da alçaklıktır; o alçaklığı yapan siz olmasanız ne yazar.

Sevdiğinizi iddia ettiğiniz insanları ihmal etmeniz, kederlerini görmemezliğe gelmeniz de sevgisizliktir; illa onları satmak zorunda değilsiniz.

Dindirebileceğiniz bir küçük acıyı dindirmemeniz; silebileceğiniz bir damla gözyaşını silmemeniz; insanların küçük dertlerini küçümsemeniz; engelleriyle, hastalıklarıyla, eksiklikleriyle, zaaflarıyla, yoksulluklarıyla, yoksunluklarıyla, inançlarıyla, ritüelleriyle alay etmeniz; zararsız kişisel tercihlerini topa tutmanız hayatı çürütmektir!

En basiti, kendini matah biri olarak pazarlayan kaç ucubenin, hasta yatağındaki fotoğrafını feysbuka koyan insanlarla sayfasında dalga geçtiğini gördüm.

Kaç ağır abinin kadınların taciz isyanlarına güldüğüne tanık oldum.

Kaç sözde yaşam hakkı savunucusunun, şişman insanların ya da ekstrem pozlar vermiş türbanlı kadınların fotoğraflarını alay konusu yapmak için iğrenç ifadelerle sergilediğine ve bu insanları arkalarından salyalı gülüşler ve olmadık hakaretlerle linç ettiğine/ettirdiğine rastladım.

ZALİMSİNİZ!

İnsanların ilgiye ihtiyaç duymasıyla alay etmek zalimliktir! İlla o insanı hastane yatağına düşüren kişinin siz olmanız şart değil örneğin. Ki kiminiz kendi alçaklığınızla hastanelik ettiğiniz insanları bile alaya alacak, hasta kadınları intihara azmettirmek için alkış tutacak, aranızda dost iken geçen özel diyalogları ifşa edecek ve hatta orda burda bu kötülüklerinizle şişinecek kadar alçaklaştınız.

Ve daha niceleri…

ZALİMSİNİZ!

OLANCA OPORTÜNİSTLİĞİNİZLE OLAYLARI VE OLGULARI TERS YÜZ EDİP, ÜSTE BİR DE MAĞDUR AYAĞINA YATACAK KADAR ZALİM!

FEYSBUK ORTAMI DA SİZİ ERİŞİLMEZ KILMASI VE SAĞLADIĞI VURUP KAÇMA KOLAYLIĞI SAYESİNDE ZALİMLİĞİNİZİ YÜZE, BİNE KATLAMA OLANAĞI SAĞLIYOR SİZE…

Yaşam ayrıntıda gizlidir!

Koskocaman yamuk yumuk bir taşa dönüşen kaba varlığınızı yeniden yontunuz!

Şekilsizleşen ucube ruhunuza yeniden biçim veriniz!

Sistemin nihaî hedefi budur:

FİZİKEN YOK EDEMEDİĞ İNSANI, RUHEN YOK ETMEK!

Ruhunuz reelde de sanalda da yok olmak üzere, kendinize geliniz!

KENDİNİZİ YONTUNUZ! SİZ İNSANSINIZ!

Rabia MİNE
Latest posts by Rabia MİNE (see all)