Eyyamcı değil, her devirde insandı Tarık Akan*

“Yaşamak ne güzel şey
Anlayarak, bir usta kitap gibi
Bir sevda şarkısı gibi
Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak.”[1]

16 Eylül 2016’da kaybettik Tarık Akan’ı…
*
Türk(iye) sinemasının siyah-beyaz ama renkli yıllarıydı; sinema ekranında her şeyin net olduğu bir kesitti. İyiler iyi, kötüler kötü, zenginler zengin, yoksullar yoksuldu! Her şey ya siyah ya beyazdı!
Hata yapmak, o hatadan ders almak, af dilemek, alçakgönüllü olmak diye bir şey vardı. “Son”unda her şey tatlıya bağlanırdı. Jenerik öyle güzel akardı. Filmin tadı, insanın damağında kalırdı. İmkânsızlık yıllarıydı. Yeşilçam’da da imkânsızlıklar bolca işlenirdi. İmkânsız aşklar, imkânsız hayatlar, imkânsız buluşmalar… İmkânsız goller. Sonra Kemal Sunal, Sadri Alışık, Adile Naşit, Tarık Akan bir vururdu gol olurdu.

‘Hababam Sınıfı’nda, gözü paraya doymaz işletmeci “yeterince kâr edemiyorum diye” okulunu kapatınca, çocuklar, gençler kendi okullarını kendileri yapmaya niyetlenirdi. Onca haylazlıktan sonra ders almak, hatadan dönmek, af dilemek de buydu. Absürtlük imkânsızlıktan, absürtlük naifliktendi. Sırıtmazdı.

Kimine göre ‘Ahmet’, kimine göre ‘Mühendis Aydın’, kimine göre ‘Nurettin’, kimine göre ‘Şivan’, kimine göre ise ‘Yeke Kişi’, ‘Habip’ ya da ‘Seyit Ali’ydi. Ancak en çok ‘Ferit’ ismiyle anılırdı…
‘Ferit Aker’, ‘Ferit Çalışkan’, ‘Ferit Haznedar’ ve ‘Damat Ferit’…

Ferit’in o mavi balıkçı yaka kazağı, mavi gözleri her ne hikmetse siyah-beyaz camdan bile belli olurdu.

Dedik ya: Siyah, beyaz yıllardı… Her şey net olurdu… Kravat takmış yavşaklar, istismarcı zübükler, elinde viski kadehi olan bornozlu gavatlar, halkın ırzına, namusuna, üç kuruşuna göz dikmiş peşkeşsever hoyratlar, film ilerledikçe elekten geçerdi. Sonunda hep iyiler kalır, onlar kazanırdı.[2]
O yıllardan kalmaydı Tarık Akan…


Taha Akyol’a dahi, “Tarık Akan ‘devrimci’ olmasaydı önemsiz bir sanatçı mı olacaktı?”[3] dedirten O; Nazım Alpman’a göre, “İşçi sınıfının jönüdür!”[4]

İçinde elbette gelgitleri, abartıları da olan yaşam çizgisini takip edince gelip durduğu yere ilişkin olarak şunu diyebiliriz: “Yılmaz Güney çirkin kralsa, o da yakışıklı kraldı.
Onları kral yapan ne çirkinlikleri ne de yakışıklılıklarıydı. Sanatlarıyla kral oldular. Sanatçılığın yalnızca ‘oynamak’ olmadığının canlı iki kanıtıydılar. İmzalarını beyazperdeye atmakla yetinmediler, yaşadıklarıyla hayata nakşettiler.

Şöhreti kendi hayatlarını değiştirmek için kullanan çoktur, iki-üç basamak tırmanınca evi, arabayı, eşi, çevreyi değiştirirler. Onlar ise, başkalarının hayatlarını değiştirmek için kullandılar.
Tarık Akan daha zor bir şeyi yaptı. Sinemada kolay yoldan, yakışıklılığını kullanıp tüketerek ilerlemedi. O yüzden de, sinemanın ‘yakışıklı’sının yoluyla ‘çirkin’in yolu kesişti. Sürü’de kesişti yolları, Yol’da kesişti. Ölümleri de aynı hastalığın elinden oldu.”[5]

Mehmet Basutçu’nun, “Haksızlıkların, yaşadıkları baskıların benzerlerini, başka dönemlerde başka bir coğrafyada yaşamıştı. Bu toplumsal ve siyasi bilinçti kuşkusuz, Tarık Akan’ın yaratıcı yorum gücünü kamçılayan,”[6] dediği; Hikmet Çetinkaya’nın, “İnsan olmanın bilinciyle yaşadı hep”;[7] Şükran Soner’in, “Ezilenin yanında, yaşamın içinde,”[8] vurgusuyla tanımladığı Tarık Akan’dan söz ederken; bunun kesinlikle göz ardı edilmemesi gerek…

Kuzey Afrika’dan İspanya’ya geçerken gemileri yakan Tarık Bin Ziyad gibi, bir “Tarık”ımız oldu bizim de… Şöhreti, parayı, korumalarla çevrili, her yere araba konvoyuyla giden, adım attığı yerde yüzlerce flaş birden patlayan bir star hayatını elinin tersiyle itip, başına bir kask giyerek maden ocaklarına inen, Pervari’deki kan davalarında acı çeken, karısını aşkla omzunda taşıyıp karlar arasında donmasını izleyen karakteriyle bir büyük sanatçıya dönüştü… Kolayı değil, zoru seçti. Nâzım’ların, Yaşar Kemal’lerin, Orhan Kemal’lerin, Yılmaz Güney’lerin çileli, dikenli yoluna girdi…[9]
*
Işıl Özgentürk’ün, “Sosyal medyanın kan emicileri, hemen ölünün başına toplanıp, daha çok kan emmek için birbirleriyle yarışırcasına kendi çirkef üsluplarıyla Tarık Akan’ı linç etmeye başladılar,”[10] notunu düştüğü O, şiddetli bir tartışmanın da konusu oldu.
“Tarık Akan vefat ettiğinde arkasından ‘kem laf’ eden birtakım merhametsizler”den[11] söz eden Muhsin Kızılkaya’nın uyarısına; Zeynep Oral’ın, “Yılmaz Güney’i tanımak, yaşamını değiştirmişti”;[12] Zahit Atam’ın, “Kıymetli bir insandı ve hayatını belirli bir tutarlılıkla yaşamış birisiydi. Sinema tarihimizde ak sayfalarda yaşayacak bir isim Akan, gerisi ise sadece ve sadece boş lakırdı,”[13] saptamaları da eklenmeliydi.

Sinemanın “yakışıklı jön” rollerinin parlak vitrinini bırakıp sanatın düşünen, düşündüren bilinçli alanına geçmek çok zordu. İnsanın “zordan kolaya geçme” eğiliminin tersine “kolaydan zora” geçmeyi seçti Tarık Akan. İnsanı da öğüten tüketim kültürünün canlı nesnesi olmayı reddetti. Geçici olanı bıraktı, kalıcı olmayı seçti.

İnsan, seçimleridir. Tarık Akan, bunun çok önemli bir kanıtıdır. Bilinçli olmanın ülkemizdeki trajedisini elbette yaşadı. İşsiz kaldı. Parasız kaldı. Çevresi seyrekleşti. Hayır, yılmadı. Yeni yollar buldu. Taksicilik yaptı. Ama istediği filmlerde oynadı. İstediği rolleri canlandırdı.[14]

Bu yolda zirvedeyken isyan bayrağını dalgalandırıp salon filmlerine veda etmeyi seçmişti Tarık Akan. Yakışıklı prens rollerine sığmıyor, parçalamak istiyordu kendisine biçilen kaftanları. Nasıl devrimci olabilir insan? Tam da böyle, bu şekilde, kendini yıkıp yeniden yaratma cesareti göstererek. Bir buçuk yıl iş bulamamış, “Aç kalacaksın, benim dediğimi yapacaksın” diyen Ertem Eğilmez’e boyun eğmemiş, mücadeleyi kazanmıştı…

Günlük hayattaki tavrı, duruşu, emekleri bir yana, ‘Sürü’nün Şivan’ı, Kanal’ın idealist kaymakam beyi, ‘Demir Yol’un Bülent’i, ‘Yol’un Seyit Ali’si, ‘Derman’ın Şehmuz’u, ‘Pehlivan’ın Bilal’i, ‘Karartma Geceleri’nin Mustafa Ünal’ı, ‘Deli Deli Olma’nın Mişka’sı yetmiyor mu Tarık Akan’ın devrimci sayılmasına?

Sinemada sendikalaşmaya katkıları unutuldu da, Muzaffer Hiçdurmaz’ın tek yönetmenlik denemesi olan ‘Çark’, orada Tarık Akan’ın canlandırdığı Rauf karakteri de mi unutuldu? İşçi sınıfının en örgütsüz, en fazla ezilen kesiminin, en alttakilerin, sendikasızların, cam fabrikalarında-tersanelerde-deri atölyelerinde iliklerine dek sömürülenlerin filmi baskılar nedeniyle sinema salonlarından kaldırılmış ama Kazlıçeşme işçilerinin greve gitmesinde etkili olmuştu.[15]
*
12 Eylül’cü darbe yıllarında, düşüncelerinden, duruşundan ödün vermedi: ‘Anne Kafamda Bit Var’ kitabı bunu tanığıdır… 80’lerde ‘Pehlivan’, ‘Ses’, ‘Derman’… 90’larda darbeleri lanetleyen ‘Karartma Geceleri’, ‘Eylül Fırtınası…’ Namuslu ve bilinçli seçimlerdi…

Tarık Akan, “Nehir”, “Maden”, “Sürü”, “Yol” ve “Kanal” filmleriyle çizdiği politik sanat yoluyla olduğu kadar, başta Soma faciası ve Gezi Direnişi olmak üzere, duruşunu açıkça sergilediği bütün toplumsal olaylarda da mesajlarını açıkça vermeyi sürdürdü…

Beyazperdenin yakışıklı jönü “Komünizm masası”nın sorgu odasında çırılçıplak soyulup, sorgulanırken, dövüldüğünde 12 Eylül’dü: “Almanya’da Türkiye aleyhine konuşmakla, Yılmaz Güney’e yardım yataklıkla, barışa sahip çıkmak”la suçlanıyordu.

O günlere ilişkin S. Gür’ün aktardığı üzere: “Tarık Akan, 12 Eylül 1980 darbesi ardından çıktığı Almanya da yaptığı konuşmanın ‘Tercüman’ tarafında ihbar edilmesi nedeniyle 1981’de gözaltına alındı… Onun Gayrettepe 1. Siyasi Şubeye getirildiği dönem faşist cuntanın ipleri eline aldığı, saldırılarını yoğunlaştırıldığı ve işkencenin sınır tanımdan sürdüğü ve korku duvarlarının yükseltildiği yıllardı.

Tarık Akan yıllar sonrasında Gayrettepe’de yapılan işkence ve zulmü teşhir eden bir kitap yazdı. O kitapta yazılanların yaşananların onda birini ifade etmediğini ve kendine yapılan zulümleri yeterince teşhir etmediğini belirtmeliyiz. Kuşku yok ki bu politik sınıf bilinci ve devleti yeterince tanımamakla bağlıdır. Politik olarak aynı kulvarda durmasak da, Tarık Akan Yılmaz Güney’in izinde yürüme çabasından dolayı hedef alınmış ve gözaltına alınarak korkutulup-sindirilmeye çalışılmıştır. Hataları, eksiklikleri, yetmezlikleri, aydınlanmacı toplumsal filmleri ve muhalif duruşuyla O anılarımızda daima yaşayacaktır.”[16]

Gerçekten de “Yalnız filmleri ile değil, olması gerektiğine inandığı için de işçilerin yanında yer alan Tarık Akan, özelleştirmenin ardından işlerini kaybeden TEKEL işçilerine de Soma’da cinayete kurban giden 301 emekçinin ölümünü protesto eden madenciye de destek verdi.

Toplumsal olaylara yakınlığı ama ille de emekçinin yanındaki duruşu 1970’li yıllarda başlayan Tarık Akan, hafızalara kazınan 1 Mayıs’lara da katıldı. Akan, daha sonra yıllarca yapılamayacak Taksim’deki 1 Mayıs’a Semra Özdamar ve Müjdat Gezen’le katılmıştı.

Sokaktan kopmadan emek ve demokrasi mücadelesinin içinde yer alan Tarık Akan, emek mücadelesinde gösterdiği duruşu ile işçilerin gönlünde silinmez bir yer edindi. Çünkü ona göre demokrasi işçilerin hak mücadelesinden geçiyordu. TEKEL direnişi sırasında Ankara’da yapılan büyük gösterilerin birinde yaptığı konuşmada tam da bunu söylemişti: “Demokrasi buradan başladı…”
Akan, Damat Ferit’ten Seyit Ali’ye can verdiği karakterlerle, ‘Sürü’den ‘Yol’a Türkiye ve dünya sinemasına damgasını vuran filmlerle, 1977 sansüre karşı yürüyüşten 2000’lerin sonunda 1 Mayıs Taksim yasağının kırılması mücadelesine… Bir sinema emekçisi olarak oynadığı filmlerde canlandırdığı karakterlerle yer aldığı direnişler, TEKEL işçilerinden Somalı madencilere, emekçilere verdiği destek öylesine karıştı ki zaman zaman yer aldığı bir fotoğrafın bir film karesi mi yoksa gerçek bir protesto eylemi mi olduğunu anlamak zorlaştı.

Belki de bu nedenle DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, “İşçi sınıfının abisi” olarak tanımladığı Akan’ı, “Emeğin hakları mücadelesinde, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hep işçi sınıfının yanında olmuştur. 1977’de sansüre karşı büyük Ankara yürüyüşünün örgütçülerindendi. 12 Eylül faşist darbesine karşı ezilenlerden yana oldu” diye anlatıyordu.

Akıl almaz koşullarda çalışan Kazlıçeşme işçisi de, hayatı pamuk ipliğine bağlı madenci de onunla beyazperdeye taşındı. Türkiye’de yapılabilmiş az sayıdaki işçi filmlerinin önemli bir bölümünde başrol oynaması nasıl bilinçli bir tercihse, 1 Mayıs alanlarının yeniden emekçiye açılması için yapılan eylemlerin içinde yer alması da bilinçli bir tercihti…[17]

Evet, evet “O 1 Mayıs’larda sokağa çıkıp direnendi… Halktan yana saf tutan bir aydındı…
Kaybedecek ayrıcalıklarınız varken safınızı egemenlerden değil halktan yana almak, bu uğurda bedel ödemeyi göze almak herkesin yapabileceği işler değildir… Tarık Akan’ı faşizme biat edenlerle karıştırmayın…

Düzen aydını ve resmi ideoloji savunucusu olanlar reklamdan reklama koşanlar, 12 Eylül’de Kenan Evrene övgüler dizenler, daha yakın tarihte düzenin krizini çözmek için ‘akil adamlığa’ soyunanlar ve bugün ‘milli mutabakat’ mitinglerine giden oyuncular ile Saraydan çıkmayan eski solcu artığı şarkıcılardır. Hayatı mücadele ile geçen, Yeşilçam’ın parıltısına sırtını dönüp Yılmaz Güney ile hareket eden, şehirli Ferit değil yoksul, köylü Seyit Ali olmayı seçen Tarık Akan bir direniş imgesidir.
Bugün Kürt sorunu konusunda görüşlerine katılmıyor olabiliriz ama bu onun ömrünün sonuna kadar süren mücadelesini yok saymayı, onu bir çırpıda silip atmayı gerektirmez. O ki Maden’in işçi önderi, Sürü’nün feodalizme direnen Şivan’ı, Yol’un derin, merhametli Seyit Ali’sidir. O ki 12 Eylül koşullarında film çekmemeyi göze alıp taksicilik yapan, hücreye sürgün edilendir.
O ki, Güler Zere’nin hastalığında hapishaneden dışarı çıkması için imza toplayan, Berkin’in katledilmesinin yıldönümünde hazırlanan videoda ‘Ben Berkin Elvan. Rahat mısınız? Katilim nerde?’ diyen ve O ki Şafak ve Bahtiyar için ‘Ben o çocuklara terörist diyemem’ diyendir.

Kısacası Tarık Akan halkçıdır, solcudur, devrimcidir. Zulme karşı halkının yanında bir direnişçi, paranın yönettiği hastalıklı bir dünyada paraya biat etmeyen bir onur abidesidir. Bu özellikleriyle Tarık Akan devrimcilerin, sosyalizmindir. Onu hep Seyit Ali olup sırtında taşıdığı Zine’yle, 1 Mayıs kortejinde en önde yürüyüşüyle, ‘Mücadele bitmeyecek’ diyen cüretiyle hatırlayacağız.”[18]


Nazım Alpman’ın, “Tarık Akan’ın Sol yanı çok güçlüydü”;[19] Nilgün Cerrahoğlu’nun, “Tarık Akan kötülükler bataklığında işte açan ender nilüfer çiçekleri gibiydi”;[20] Mehmet Tezkan’ın, “Solculuğu sanatçılığının bir adım önündeydi. Sanatçıydı, sanatçı olmasına. Büyük sanatçıydı. Ama aynı zaman da harbi solcuydu. Solcu gibi konuşup farklı yaşayanlardan değildi. Solculuğu dilinin ucunda değildi. Solculuğu istismar edenlerden olmadı. İnandığı gibi yaşadı. Sözde değil özde solcuydu. Gerçek devrimciydi,”[21] diye tanımladığı Tarık Akan’ın “solculuğu/ devrimciliği” elbette eleştirilerden muaf değildi.

Onun “solculuğu/ devrimciliği” inkâr edilemeyeceği gibi, abartılmamalıdır.
Haksızlıklara karşı çıktı; hak arama mücadelesinde yer aldı; ezilenlerin yanındaydı; mütevazı bir yaşamı vardı; sanatçı Zafer Algöz’ün ifadesiyle, “Her devrin insanı değildi. Her devirde insandı.”
Ancak yakın arkadaşı Rutkay Aziz’in, “Tarık yaşamı boyunca üç kişiye toz kondurmazdı. Birincisi Atatürk, ikincisi Nâzım Hikmet, üçüncüsü ise İlhan Selçuk’tu” ifadelerini kullandığı[22] Onun yer yer “ulusalcı” bir tondan malûl olduğunu unutmak ve bunu da “es” geçmek mümkün değildir…[23]
Ve nihayet artısıyla eksisiyle Tarık Akan sadece Türkiye sinemasının bir jönü değil, bir mücadele insanıydı. Yakışıklıydı. Sevimliydi. İsyankârdı. Muzipti. Ve en önemlisi Melih Cevdet Anday’ın, ‘Telgrafhane’sindeki, “Uyuyamayacaksın/ Memleketinin hâli/ Seni seslerle uyandıracak/ Oturup yazacaksın/ Çünkü sen artık o eski sen değilsin/ Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin/ Durmadan sesler alacak/ Sesler vereceksin/ Uyuyamayacaksın/ Düzelmeden memleketin hâli/ Düzelmeden dünyanın hâli/ Gözüne uyku girmez ki/ Uyuyamayacaksın/ Bir sis çanı gibi gecenin içinde/ Ta gün ışıyana kadar/ Vakur, metin, sade/ Çalacaksın,” dizelerindekilerdendi…


[*] Kaldıraç, No: 199, Şubat 2018…
[1] Nâzım Hikmet.
[2] Erk Acarer, “Solan Bir Yaprak Gibi”, Birgün, 17 Eylül 2016, s.2.
[3] Taha Akyol, “Çeşitlilik…”, Hürriyet, 19 Eylül 2016, s.22.
[4] Nazım Alpman, “Güzel İnsan Tarık Akan: İşçi Sınıfının Jönü”, Birgün, 17 Eylül 2016, s.7.
[5] L. Doğan Tılıç, “Yakışıklı Kral!”, Birgün, 17 Eylül 2016, s.3.
[6] Mehmet Basutçu, “Politik Sinemanın Gücü…”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.14.
[7] Hikmet Çetinkaya, “Güle Güle Kardeşim…”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.5.
[8] Şükran Soner, “Ezilenin Yanında, Yaşamın İçinde…”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.9.
[9] Zülfü Livaneli, “Gemileri Yakan Tarık”, Cumhuriyet Sokak, 18 Eylül 2016, s.17.
[10] Işıl Özgentürk, “Biraz Haddimizi Bilelim!”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2016, s.13.
[11] Muhsin Kızılkaya, “Tarık Akan’ın Vefatı Dolayısıyla Kişisel Bir ‘Yol’ Hikâyesi!”… http://www.haberturk.com/yazarlar/muhsin-kizilkaya-2291/1298815-tarik-akanin-vefati-dolayisiyla-kisisel-bir-yol-hikâyesi
[12] Zeynep Oral, “Tarık Akan”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2016, s.15.
[13] Zahit Atam, “Tarık Akan’a Dair…”, Birgün, 19 Eylül 2016, s.15.
[14] Erdal Atabek, “Tarık Akan Ortak Bilincimizdir…”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2016, s.4.
[15] Onur Behramoğlu, “Devrimci Tarık Akan”, Birgün Kitap, Yıl:13, No:501, 16 Ekim 2016, s.16.
[16] S. Gür, “Tarık Akanla 1-Şubede Bir Gözaltı Anısı..!”, 16 Eylül 2016… http://www.halkinbirligi.net/tarik-akanla-1-subede-bir-gozalti-anisi/
[17] Olcay Büyüktaş, “Emekçi Onu Unutmayacak”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.9.
[18] Bekir Sami Paydak, “Tarık Akan Devrimcilerin, Sosyalizmindir!”, 20 Eylül 2016… http://gezite.org/tarik-akan-devrimcilerin-sosyalizmindir/
[19] Nazım Alpman, “Tarık Akan’nın Sol Yanı”, Birgün, 19 Eylül 2016, s.7.
[20] Nilgün Cerrahoğlu, “Bir Eski Türkiye İnsanıydı”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.13.
[21] Mehmet Tezkan, “Sözde Değil Özde Solcuydu”, Milliyet, 19 Eylül 2016, s.4.
[22] Miyase İlknur, “Yıldız Gibi Aktı Geçti”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2016, s.3.
[23] “Tarık Akan’ın son dönemde ‘ulusalcı’ olduğu eleştirisini yapanlar var. Ama unutmayın, adam Dombra değil en baskıcı dönemde Yılmaz Güney’in yasaklı ‘Yol’ filmini yapmış! Köşesinde oturacağına protestolara gitmiş. İtiraz etmiş. Her köşeye korkunun sindiği darbe sonrası günlerde, ‘mahalledeki solcu genç’ rolünü kabul etmiş. İsyanını oyunculuğuyla, film seçimiyle göstermiş. Doğru ya da yanlış ama Türkiye’nin sorunlarını kendine dert edinmiş Tarık Akan. Daha ne olsun.” (Aslı Aydıntaşbaş, “Kadınlar Solcu Sever”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2016, s.11.)