En Zayıf Halka: Hemşinli Kadınlar

Birçok kadın tanıyorum, korkunç vaziyetteler. Her şeyi kocalarından istemek zorunda kalıyorlar. Her şey kocalarının ismine kayıtlı oluyor, ev kocalarının ismine kayıtlı, kadınlar adeta ücretsiz hizmetçi gibiler. Evi çekip çevirmek için para alıyorlar ama işte bu kadar… Endişeleniyorlar çünkü kocaları başka biriyle birlikte kasabayı terk etse, onların nesi kalır? Hiçbir şeyleri1.

Kimliklerin ontolojik ve epistemolojik olarak temel imleçler haline geldiği günümüzde, sahip olunan -sınıfsal, ırksal, etnik, dinsel, cinsel, vb.- kimlikler arasında nasıl bir ilişki kurulacağı/kurulması gerektiği mühim bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Bu bağlamda, yapıları, kavramları, olguları ve/veya olayları tümevarımcı bir yaklaşım ile ele almak yerine, minör farklılıkları ve çeşitlilikleri de ortaya koyacak bir biçimde tümdengelimci bir yaklaşım benimsemek yönelinen inceleme nesnesinin daha sarih ve daha gerçekçi bir analizine götürecektir. Özneleri, yapıları, kavramları ve olguları somut ve nesnel koşullar içinde ele alırken, birbiriyle ilişki içindeki kimlikleri kesişim noktaları üzerinden ve tarihsel koşulları içinde irdelemek gerekir. Çünkü bir anlamda insan kültürel bir sürecin içinde ne de olsa hem bu sürecin aktörü hem de bu sürecin ürünüdür.

1976 yılında Emma DeGraffenreid ve birkaç arkadaşı ile birlikte General Motors şirketini çalışanları arasında ırka ve cinsiyete göre ayrımcılık yaptığı için dava etmiştir.Çünkü  hem beyaz değillerdir hem de erkek. İkinci Dünya Savaşı sonrası artan işgücü talebine karşılık işgücü piyasasında sayıları hızla artan kadınlara ek olarak renkli insanların3 da sayıları hızla artmaya başlar. İlk başlarda sınıfı yekpare bir yapı olarak ele alan hareketler 1960’lı yıllarla beraber kadınların işçi sınıfı içindeki yerini de kabul etmeye başlarlar. 1970’li yıllarda ise artık renklilerin mücadelesi yükselmeye başlar ve bu üç mücadelenin kesişim yeri olan renkli emekçi kadınların varlığı da ilk defa su yüzüne çıkmaya başlar. Özelikle de Angela Davis, bell hooks, Audre Lorde, Assata Shakur ve Leyla Khalid gibi renkli kadınların verdikleri mücadeleler de yoksul ve emekçi renkli kadınların sesini yükseltmesi için zemin olmuştur. Irksal, etnik, dinsel, sınıfsal, cinsel, vb. tahakkümlerin ortaklığını vurgulamak için de “kesişimsellik” (intersectionality) kavramı kullanıma girer. Esasında, Kimberlé Crenshaw’ın da belirttiği gibi: “Kesişimsellik analitik bir duyarlılıktır; kimlikler ve kimliklerin iktidarla olan ilişkisi üzerine düşünme biçimidir.”4 Diğer yandan, Patricia Hill “Collins [de], iktidar sistemlerinin çoğulluğundan dem vurarak, bunlardan herhangi birini dikkate alarak tahakkümü anlayamayacağımıza, onu alt edemeyeceğimize işaret eder. Çoğulluktan kast ettiği, bir kimlikler dizisi değil, farklı düzlemler/çerçevelerdir: yapısal iktidar sistemleri, disipliner (bürokratik) iktidar sistemleri, hegemonik olanlar ve kişiler arası olanlar.”5 Bu farklı düzlemlerdeki iktidar yapılarının karşısında sınıfsal, ırksal, etnik, dinsel ve cinsel olarak madun konumda olanların tecrübe ettikleri çok-boyutlu tahakkümü anlamak için de kesişimsellik kavramı oldukça önemli bir işleve sahiptir. Hatta, Antik Yunan’da “ötekiler”6 için kullanılan “ethnikos” (εθνικός) sözcüğünden türeyen ve bir yanda ulus-devletin hâkim/egemen ulusunun inşa süreçlerinin diğer yanda kolonyalist/emperyalist tahakkümün baskısı altında varoluş mücadelesi veren etnisite kavramı da günümüzde sınıf ve toplumsal cinsiyet ile kesişimselliğin önemli bir parametresini oluşturmaktadır. 

“Haçlı taş”7 Kaçkarların etekleriyle “konuksevmez”8 Karadeniz’in yalısı9 arasında yaşayan halklardan Hemşinliler ise kimlik bilinci son dönemlerde yavaş yavaş kavuşan hatta bazı kökensel hususlar bağlamında bazı noktalarda kavuşamamış da bir halk. Fortuna10 Deresi tarafında yaşayan Batı Hemşinliler ile Xope ve çevresinde yaşayan Doğu Hemşinliler ne aralarında ne de kendi içlerinde Hemşin kimliği ve kültürü üzerine bir birlikten söz etmek dahi zordur. Bunun en büyük sebebi de; Batı Hemşinlilerin dili, Doğu Hemşinlilerin ise bazı kültürel öğeleri unutmasına neden olacak şekilde oldukça uzunca bir süre hem birbirlerinden izole hem de kendi içlerine kapalı bir biçimde yaşamalarıdır. Yalnız açıktır ki milliyetçi, muhafazakâr, devletçi ideolojinin bir hayli güçlü olduğu Doğu Karadeniz gibi bir coğrafya Hemşinliler için oldukça zor bir yerdir de; bilhassa da Ermeni kökenleri nedeniyle. 20. yüzyılın başlarına kadar bölgede yine yaygın bir biçimde yaşayan Ermeniler ile girilen çeşitli ilişkilenmeler üzerinden Hemşinlilerin Ermeni kökenlerine dair bilgi sahibi oldukları muhtemeldir. Fakat Ermenilerin başlarına gelenleri gören Hemşinliler için bu köken artık travmatik bir im de halini alma ihtimali yüksektir. Özellikle de, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus-devlet inşa süreci içinde ülkenin sınırları dâhilindeki tüm etnik grupları Türkleştirme, Müslümanlaştırma, Sünnileştirme çabalarının zaman zaman rıza ile zaman zaman baskı, zor ve şiddet ile götürülmesi Doğu Karadeniz’in toplumsal belleğinde olan bir durumdur. Bu dönüşüme karşı çıkanların ise nasıl bir muamele ile karşılaştığı da aynı şekilde canlıdır, bölgenin belleğinde. Buna verilebilecek en uygun örnekler ise; bölgede yaşayan Ermeni ve Rumların, asimile olmayı kabul etmedikleri için deneyimledikleri baskı, şiddet ve zorla göç et(tiril)mektir. Bu nedenle, Hemşinliler de uzunca bir süre kendi içlerine fazlasıyla kapalı, gözlerden ırakta, kendi yağları ile kavrulmaya çalışıp, çok fazla ses çıkarmadan yaşayıp gitmiştir.

Velakin, diğer bir yandan da, bilhassa Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra devletin sevgili evlatlarından biri haline gelen Laz halkı Hemşinlilere karşı sert bir tavır takınmıştır. Hemşinliler yüzyıllardır yanyana yaşadıkları Lazların küçümsemesi, horlaması, zaman zaman aşağılaması ile sıklıkla karşılaşmıştır. Hemşinlilerin yakın döneme ait toplumsal belleklerinde yer alan esas olgu budur. Hemşinliler, devletin aradığı “beyaz Türk”ü bulduğu ve hem çay ile rant gelirleri sağladığı hem de bürokrasinin üst kadrolarında yer verdiği Lazların bölgede devleti ve sermayeyi temsil etmelerinin neticesi olarak etnik ve sınıfsal olarak ciddi bir biçimde tahakkümü hissetmişler, yıllarca bölgenin madun halklarının başında gelmişlerdir. Hem Batı Hemşinlilerin hem de Doğu Hemşinlilerin içinden devrimci, sol hareket içinde yer almış, alanların sayısının fazlalığı etnik ve sınıfsal tahakkümün itkisinin bir sonucudur. Sağ hareket içinde yer almış, alan ve/veya bugün hala Hemşinlilerin “öz be öz Türk” olduğunu temelsiz bir biçimde fakat ısrarla iddia edenler ise -anlaşılır bir şekilde- tamamen pragmatist, konformist ve majoritaryan bir yaklaşım ile varolan monist sistemle ilişkilenmek için bunu yapmaktadır.

Diğer bir yandan da, 1980’lerin sonu, 1990’ların başında Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ve faal hale gelmesi ile yavaş yavaş sahile inmeye de başlar Hemşinliler. Bunun öncesinde ise, Hemşinliler ya yurtdışında pastacılık, fırıncılık ve/veya nakliyat işi, ya şehir dışında yine pastacılık, fırıncılık ya da köyünde ve/veya yaylasında hayvancılık ve yeni yeni gelen çay tarımı ile uğraşır. Sahile yerleşen Hemşinliler hem kendi kabuklarından çıkıp başka halklar ile ilişkiye geçmeleri hem de sınır ticareti ve onun sonucu ortaya çıkan alanlar sayesinden kazandıkları para sayesinde ister istemez -yavaş da olsa- bir dönüşüm sürecine girerler. Daha önceleri işçi sınıfının yoksul birer üyesi iken, zamanla elde edilen sermaye birikimi ile zenginleşip, burjuvalaşan Hemşinlilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Velakin, tüm bu faktörlere rağmen, bugün hala Hemşinliler ise feodal ilişki ağlarını üzerinden atamamış bir halktır. Ataerkinin ve muhafazakârlığın güçlü olduğu ve aile bağları üzerinden bu olguların erkeğin lehine kadının aleyhine olacak biçimde korunduğu da bir halktır. Erkeklik ve kadınlık kodlarının oldukça sert ve keskin bir biçimde belirlenmiş olmasının yanısıra, bu toplumsal cinsiyet kodlarının sıkı bir takibinin de şart olduğu hayli aşikârdır. Kadının özgürlük alanının dahi -aileden, akrabadan- erkeklerin iznine, kontrolüne ve/veya denetimine bağlı olduğunu da söylemek gerekir.

Bunun yanında, aynı zamanda, Hemşinli kadınların diğer bir hayat pratiği ise; hem Hemşinli olmaktan dolayı karşılaştığı etnik ayrımcılıkla, hem -babasının veya kocasının malı mülkü olsa da- herhangi bir birikime sahip olmamalarından kaynaklanan emekçi yanlarıyla hem de hem bölgede kadın olmanın zorluğu altında yaşamlarına devam etmektedir. Kesişimsellik kavramının bölgede adeta vücuda gelmiş halidir Hemşinli kadınlar. Etnik, sınıfsal ve cinsel olarak tahakkümün en katmerlisini bizzat tüm ömürleri boyunca tecrübe etmektedirler.

Kuşkusuz ki, tüm bu tahakküm düzlemlerinin Hemşinli kadınların yaşamlarında somut bir biçimde tezahür etmektedir. Hayatlarının her alanında Hemşinli olmaktan dolayı birçok sıkıntı ile karşılaşmalarının yanında kadın olmanın zorluğu da bunun üstüne eklenmektedir. Ayrıca, babası veya kocası zenginleşen, burjuvalaşan Hemşinli kadınların hala mülksüz, gelirsiz, güvencesiz olması ve erkeğin eline bakması ayrı bir sorundur da. Ev-içi emeklerinin karşılığı olarak çok bakımlı evlerde, lüks eşyalar, son moda giysiler içinde son sürat tüketen Hemşinli kadınların ne kendi gelirleri ne de güvenceleri vardır. Dışarıda çalışan Hemşinli kadınlar ise düşük ücretli ve çok fazla çaba isteyen işlerde çalışmakta ve evin yükünün çoğunu -bazen tümünü- kendileri üstlenmektedir.

Ayrıca, Hemşinliler arasında oldukça güçlü olan patriyarkanın bir tezahürü de olarak; homo-sosyalleşme yani insanın sadece kendi cinsiyetinden insanlarla sosyalleşmesinin bu etnik grup içinde oldukça yüksek idir. Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla sosyalleşmekte; karşı cinsten biri ile kurulacak ilişkilenmeye de pek “iyi” gözle bakılmamaktadır. Çünkü hem varolan patriyarkadan hem de bölgede öncesinde var olan seks ticareti olgusu nedeniyle erkeklik ve kadınlık halleri sadece cinsellik üzerinden tanımlanmakta ve bu da yine kadınların aleyhine çalışmaktadır. Zaten bölgede cinsel açlığın oldukça güçlü bir biçimde mevcut olduğu da açıktır. Ayrıca, belirtmekte de fayda var ki çoğunlukla eşlerin ilişkilerini, aile-içi ebeveynlerle çocukların ilişkilerini ciddi biçimde etkileyecek biçimde erkekler yoğunluklu olarak dışarıda sosyalleşmekte ve neredeyse eve ve aileye dair tüm yükü kadının omuzların yıkmaktadır. Kısacası, ev içi ve/veya dışı emeğinin yanısıra sahip olduğu etnik kimliği ve kadınlık hali nedeniyle Hemşinli kadınlar şüphesiz ki bu coğrafyanın en madun kesimini oluşturmaktadır; en zayıf halkasını.

Son olarak, sosyo-kültürel farklılaşmanın, sosyo-ekonomik hiyerarşileşmenin ve bunun yarattığı tahakkümün çeşitlendiği günümüzde tüm bu çok-boyutluluğu ele almak için gerekli olan bakış açısının da kesişimsel olması gerekliliği kaçınılmazdır. Ayrıca, ekonomik, politik, kültürel, toplumsal ve ideolojik düzlemlerde birbirinden ayrılan eşitsizliklerin kesişim alanları yine benzer biçimlerde farklı madun kimliklere sahip bireylerin ve grupların yaşam pratiklerinde kendini göstermektedir. Bu bağlamda, birçok otokton halkın yaşadığı Doğu Karadeniz’in Lazona kısmında yüzyıllardır yerleşik olan Hemşinliler de çok çeşitli düzlemlerde eşitsizliğe, ayrımcılığa, baskıya, zora maruz kalmış bir halktır. Bugün bunun yavaş yavaş bilincine varan/varmaya başlayan Hemşinlilerin es geçtiği, göz ardı ettiği kesim ise kendi kadınlarıdır. Ne eski nesil ne de yeni nesil Hemşinli kadınların yaşadıkları çok çeşitli zorlukların aşılması için Hemşinli halkının yeterli çabayı gösterdiğini söylemek hayli zordur. Varolan tekil örneklerin ya da bireysel kurtuluş hikâyelerinin var olmasının genel olarak Hemşinli kadınların zorlu hayat pratiklerinin dermanı olmadığı da aşikârdır. Neticede de, bu sebepten dolayı, hem Hemşinli erkeklere hem de Hemşinli kadınlara kendi etnik grupları içindeki hem genel olarak Hemşin toplumu için hem de her bir birey için yapılması gerekenler, alınması gerek yollar vardır; kesişimselliğin açıkça da gösterdiği tüm sorunların eşit oranda çözülmesi adına.

 


KAYNAKÇA

Aslan, Murat. 2016. “Pontos’tan Karadeniz’e: Bir Adlandırmanın Ardındaki Önyargılar, Varsayımlar ve Gerçekler,” OLBA, Sayı: 14.

Bora,     Aksu.     “Kesişimsellik”, Birikim –            Haftalık,              21          Mart      2017. http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8225/kesisimsellik.

Crenshaw,           Kimberlé.            “Kesişimsellik    Hemen Şimdi!”,              5Harfliler,           06          Ocak     2017. http://www.5harfliler.com/kesisimsellikhemensimdi.

Çağatay,              İrfan.     “Furtona/Fırtına Deresinin            Adı ve          Tarihi    Üzerine”,            Lazoba, 18          Ocak 2014. http://lazoba.blogspot.com.tr/2014/01/furtonafrtnaderesininadvetarihi.html.

Gibson-Graham, J. K. 2010. (Bildiğimiz) Kapitalizmin Sonu: Siyasal İktisadın Feminist Eleştirisi, çev. Zeynep Gambetti. İstanbul: Metis.

Haçikyan, Levon. 1996. Hamşen Ermenileri Tarihinden Sayfalar, çev. Bağdik Avedisyan. İstanbul: Belge.

Hırata, Helena ve diğerleri. 2015. Eleştirel Feminizm Sözlüğü, çev. Gülnur Acar-Savran. Ankara: Dipnot.

Sahakyan, Lusine. 2012. “Hemşin Yeğnovit-Elevit Yerleşim Biriminin Tarihi ve Bu Yer İsminin Etimolojisi”, http://hamshentsi.blogspot.com.tr/2012/01/hemsinyegnovitelevityerlesim.html.

Simonian, Hovann H. 2007. “Hamshen Before Hemshin: The Prelude to Islamicization”, The Hemshin, der. H. H. Simonian. London & New York: Routledge, s. 19-41.

                                                        

1 Orta Queensland (Avustralya) kömür havzasından bir kadın görüşmecinin J. K. Gibson-Graham’a aktardıkları. Bkz. Gibson-Graham, 2010, s. 311.

2 Crenshaw, 2017.

3 “Beyaz” olmayan insanlar için kullanılan “People of Colour” (PoC) terimine ithafla kullanılmaktadır.

 4 Crenshaw, 2017.

5 Bora, 2017.

Hırata ve diğerleri, 2015, s. 137.

7 Bugün Kaçkar dağları olarak adlandırılan, Doğu Karadeniz sahili boyunca sıralanan dağlarının antik dönemdeki adı “Pontik dağları” ve/veya “Pontik Alpleri” idir. En yüksek zirvesi ise Kaçkar dağıdır. En doğudaki kısmı Barhal/Barkhal/Parhal/Parkhal dağları ya da bugünkü adıyla Altıparmak dağları iken, en batısındaki kısmı da Paryadres dağları ya da bugünkü adıyla Canik dağları idir. Bir anlamda, Barhal dağları, Kaçkar dağı/doruğu, Moskhia dağları, Skydises dağları ile Paryadres dağları, bugün Kaçkarlar ya da Kaçkar dağları dediğimiz sıradağları oluşturmaktadır. Her ne kadar, Hovann Simonian, farklı dağ sırları olan “Barhal”, “Paryadres” ve “Kaçkar” kelimelerini birbirinin yerine kullansa da. Bkz. Simonian, 2007, s. 22-24. “Kaçkar” sözcüğünün kökenine dair de birkaç iddia vardır. İlki, Ermenice “Haç taşı / Haçlı taş” manasına gelen “Haçkar / Khaçkar” [Խաչ քար ] kelimesinden geldiğidir. Bkz. Öztürk, 2005, 582. İkincisi ise, Lusine Sahakyan’ın dile getirdiğidir: “Kackar ismi ise büyük bir ihtimalle kack (zebanî, cin, peri) ve kar (taş) kelimelerinden oluşmuştur (bu yer isminin bu şekilde yorumlanması S. Vardanyan tarafından belirtmiştir). […] Ermeni kaynaklarında Hamşen, geçit vermez ve puslu, gür ormanları sayesinde “ışıksız ülke”, Kaçkar ise “Kackar cini” olarak da anılmıştır.” Bkz. Sahakyan, 2012. Velakin, Levon Haçikyan’ın “Kaçkar” kelimesi için kullandığı versiyonları, bu sözcüğün kökeni hakkında bir sürü soruyu da doğurmaktadır: Kaçkar, Khaçkar, Khaçekar, Khaçkari, Kaşkari, Kaşgari, Kaşgar, vb. Ayrıca, Haçikyan’ın Ğevond Alişan’dan alıntıladığı bir cümle içinde “Khaçekar dağı”nın yanında parantez içinde “Demirdağ” yazması da ayrı ilginçtir. Bkz. Haçikyan, 1996, s. 33. Bu bilgiyi, Sahakyan da, Alişan’dan alıntılayarak kullanmıştır: “Demirdağ Dağı altında bulunan Baş-Hamşen’in başlıca yerleşim yeri Hamşen’de bulunan Khaçekar Dağı’nda eski bir manastır vardır ve bu manastırda Vardanants şehitlerinin kemikleri saklanmaktadır.” Bkz. Sahakyan, 2012. Ben ise; hem Haçikyan’ın belirttiği “İsa Mesih’in kefeninin orada [Surp Khaçik-Hor manastırında] korunduğu efsanesi”ne (Haçikyan, 1996, s. 33), hem Sahakyan’ın aktardığı gibi “Kackar Dağı eteklerinde yapılan çatışmalar esnasında V. yüzyılda şehit düşen Vardanants savaşçıları ve komutanları Hımayak Mamikonyan”dan oluşan “Aziz Vardanants şehitlerinin kemikleri”nin Surp Khaçik-Hor manastırında saklanmış olduğu bilgisine (Sahakyan, 2012), hem de yine Sahakyan’ın Rahip Minas Bıjışkyan’dan alıntıladığı gibi Surp Khaçik-Hor “manastırın[ın] yanında büyük bir çan bulunmuştur ve orada büyük bir mezarlık vardır… Ermeniler ve Türkler günümüze kadar [19. yüzyılın başlarına kadar] bu mezarlığa ziyarete gitmektedir” (Sahakyan, 2012) ifadesine dayanarak ve Ermeni kültüründe mezarları ve/veya yerini/yerlerini belli etmek için kullanılan mezar taşlarına verilen isim olan “haçkar/kaçkar” sözcüğüne referans ile Kaçkarları imgesel olarak “haçlı taş” sözcüğü ile anmayı uygun buldum.

8 İlk olarak belirtmekte fayda var ki, “póntos” [πόντος] Antik Yunanca’da -basitçe- “deniz” manasına gelmektedir. Antik dönemlerde gemi ticareti ile bu bölgeye gelen Helenlerin Karadeniz’e zorlu tabiatından dolayı ilk verdiği isim “Aksenos Pontos” [Αξενος Πόντος] yani “konuksevmez deniz” olmuştur. Daha sonra ise, deniz tanrılarının gazabını üzerlerine çekmemek ve Karadeniz’e iltifat ederek onu biraz sakinleştirmek için “Euksenos Pontos” [Εὔξενος Πόντος] yani “konuksever deniz” denmiştir. Bkz. Aslan, 2006, s. 80.

9 “Yalı” [γιάλη], Rumca “kıyı, sahil, deniz kıyısı” demektir. “Çayeli’nden öteye / Gidelum yali yali…” 10 Fırtına Deresinin esas adı; hatta Lazcası da “Furt̆ona”. Bkz. Çağatay, 2014.