Ekonomi politik üzerine

Facebook’tan bir arkadaşım “Önceden ne güzel ekonomi politik yazıları olurdu, şimdi paso geyik” diyerek özelden bir mesaj atmış. Bu eski dostumun dediği doğrudur. Eskiden felsefe ve ekonomi temelli Marksist eğitim çalışmaları yapılırdı. Marksist felsefe, daha doğrusu Diyalektik ve Tarihi Materyalizm’di. Bu konunun temel kitabı,  Ekim 1966’da Sol Yayınları tarafından yayınlanan Joseph Pulitzer’in “Felsefenin Başlangıç İlkeleri “ kitabıydı. Bu konudaki ikinci kitap ise Bilim ve Sosyalizm Yayınları tarafından Kasım 1967’da yayınlanan Stalin’in Diyalektik ve Tarihi Materyalizm’iydi. Bunlar o dönemde sosyalistlerin başucu kitaplarıydı. Kitabın genişletilmişi olan “Felsefenin Temel İlkeleri” de Kasım 1969’da yayınlanmıştı.

Ekonomi konusunun temel kitabı Ekonomi Politik İlkeleri, Türkçedeki tanımıyla Ekonomi Politik’ti. Ekonomi Politik, Pyotr Ivaneviç Nikitin‘in Sol Yayınları’nın Nisan 1968’de yayınladığı kitaptı. Aynı dönemde Lenin’in Ne Yapmalı (Kasım 1968) ve Emperyalizm (Mayıs 1969) kitapları da Marksizm’i Lenin üzerinden okumalar dönemi başlatmıştı. Bu yayınların giderek artması, teoriyi dil bilen aydınların tekelinden çıkarmaya başlamış, ancak bu konudaki yayınların bir sisteme göre yayınlanmaması ideolojik eksiklikleri ve yetersizleri de dayatmıştı. Asıl kaynaklara ulaşamama sıkıntısı nedeniyle Troçki’yi Lenin’den, Lenin’i Stalin’den öğrenmek zorunda kalınmıştı. Marks’ın ve Engels’in da rastgele bir şekilde yayınlanması Marksizm’in eksik ve yetersiz kavranılışına neden olmuştu. Bu nedenle Kapital bölük parça bir şekilde yayınlandıktan çok sonraları kitap bütünlüklü olarak yayınlandı. Üstelik çevirilerde ciddi sorunların olduğu daha sonraki yıllarda ortaya çıktı ve birçok kitap yeniden yayınlandı. Marksizm’in yaratıcı bir şekilde Türkiye koşullarına uygulanmasında ideolojik ve teorik sapmalar yaşandı. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye sosyalist hareketi içinde egemen olan kopyacılığın, şaplonculuğun ve reçeteciliğin bir nedeni buydu.

Nikitin’in kitabında “Ekonomi politik”, özetle şöyle tanımlanmıştı:  Toplumun gelişmesinin temelini inceler. Bu temeli, maddi varlıkların üretimi, üretim tarzı oluşturur. Ama ekonomi politik, üretimi, ancak, üretim içinde, insanlar arasında kurulmuş olan ilişkiler açısından inceler. Toplumun temelini araştırır. Lenin “Ekonomi politik, hiç bir zaman ‘üretimle’ uğraşmaz, üretim alanında insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerle, üretimin toplumsal yapısıyla uğraşır” diye yazıyordu. Ekonomi politik, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında bulunan ortak bağı hesaba katmadan da edemez. Ekonomi politik, üstyapıdan da tamamıyla kopamaz, çünkü üstyapı temelden çıkar ve kendisini meydana getiren bu temel üzerinde güçlü bir etkide bulunur.

Bundan dolayıdır ki, ekonomi politik, insanlar arasındaki üretim ilişkilerini, üretim araçlarının mülkiyet şekillerini, üretim içinde bulunan farklı toplumsal grupların durumunu ve onlar arasında var olan ilişkileri; maddi malların üleşim biçimlerini inceler. Ekonomi politik, maddi malların üretim ve yeniden üretim ve dağıtımını etkileyen yasalarını gün ışığına çıkarır. Ekonomi politik, üretim süreçlerinin gelişmesinin çeşitli aşamalarında toplumsal ilişkilerin, yani insanlar arasındaki ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin gelişmesinin bilimidir. Başka bir deyişle ekonomi politik, bir sınıf bilimi ve bir parti bilimidir.

Burjuva ekonomi politiği ise, toplum gelişmesini dizginleyen ve kendi akibetinden kurtulmakta çaresiz kalan kapitalist emperyalist sistemin çıkarlarını ele alır. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler burjuvaziye karşı bağımsız bir güç olarak kendini kabul ettirmeye başladığı ve sınıf mücadelesinin kapitalist düzeni değiştirecek belirli düzeye ulaştığı andan itibaren burjuva ekonomi politiğinin asli görevi değişti. Daha doğrusu bütün araçlarla kapitalizmi ve emperyalizmi savunmayı ve işçi sınıfı ideolojisine karşı savaşmayı üstlendi. Bu süreçte yükselen devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini alt etmek için tüm siyasi ve hukuki kavramları da bilimselliklerinden kopartmaya ve çarpıtmaya çalıştı. Bu bağlamda üç temel konuda vurgu yapmak istiyorum:

Birincisi, egemen sınıf partileri ve yandaş medya, Türk oligarşisinin sözcülüğünü yapan çeşitli yazar ve siyasetçiler, “siyaset kurumu” ve “siyaset sınıfı” gibi kavramlarla insanların kafasını karıştırmasıdır. Siyaset bilimine göre “siyaset kurumu” olmaz, partilerin ve hükümetlerin siyaset tarzı olur. Bir sınıfın siyasetinden veya izlenen siyasetin niteliğinden, yani demokratik ve totaliter olmak üzere başlıca iki tür siyasetten söz edilebilir. Aynı şekilde “siyaset sınıfı” da olmaz, siyasetçiler toplumun bütün kesimlerinden gelebilir ve benimsedikleri sınıfın ideolojisiyle anılırlar. Özellikle de kapitalist sistemin iki temel sınıfından birini benimseyerek, yani burjuvazi ve onun katmanlarından birinin ya da proletaryadan yana taraf olurlar.

İkincisi, hukukun üstünlüğü safsatasıdır. Çünkü bir toplumda yasalar, kamu otoritesi, yani o toplumun kamu gücü tarafından veya kararlarını bu gücün desteklediği görevliler ya da seçmenler tarafından açıkça onaylanan yürütme ve davranış kurallarıdır. Kendisini destekleyecek bir devlet olmaksızın hukuk var olamayacağına göre, devletin olduğu her yerde yasalar devlet tarafından açıkça onaylanan yürütme ve davranış kurallarını oluşturur.

Üçüncüsü, devlet ve toplum ilişkileri bağlamında ele aldığımızda bir devletin niteliğini belirleyen anahtar soru, “Kim için, ne için, hangi sınıf için?” sorusudur.  Bu sorularının yanıtı bir ülkede bireysel hak ve özgürlüklerin niteliğini, başka deyişle sınırlarını da belirler. Devletin ve devlet iktidarının niteliğini, devrim ve demokrasi kuramını yeterince ve siyaset bilimi çerçevesinde kavrayamayanlar; ya sistem krizinin çatlakları üzerinden siyaset yapmaktan ya da burjuva yasallığının sınırları içine hapsolmaktan kurtulamaz.

 

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)