Mevcut rejimin ideolojik-politik hattının siyasal İslam üzerine kurulu olduğu gerçeğini bugün için inkâr edebilecek kimse kalmadı gibi. Zamanında “laikçiler komplo teorilerine teslim olmuş” diyenlerin, 28 Şubat rezaleti sonrasında meydana gelen olumsuzlukları fırsat bilip İslamcı hegemonyanın kurulmasına hizmet edenlerin hatta “laiklik bu haliyle demokrasiye uygun değil” deyip “ılımlı İslam”dan demokrasi bekleyenlerin büyük bir kısmı İslamcılığın muktedir olduğunda neler yapabileceğini gördü. Ancak bu “farkındalık” onların suçlarının üstünü örtmüyor, orası ayrı…
İslamcılık aslen tabanda, belediyelerde ve İslamcı vakıflarda örgütlendi ama ‘tepeden’ hep belli ölçülerde destek gördü. 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında ise İslamcılığın yukarıdan aşağıya örgütlenmesi sürecine geçildi. Bu devlet içi kavgayı körükledi ve neticede 15 Temmuz’daki darbe girişimine kadar vardı işler. Adım adım kurulan Saray rejimi toplum mühendisliğini yalnızca tabandaki İslamcı organizasyonlar aracılığıyla sürdüremeyeceğine kanaat getirdi. Devlet eliyle İslamlaştırmanın vites yükseltmesi ile tek adam rejiminin kurumsallaşması atbaşı gitti.
Bu sürecin iki boyutu var. Birincisi yasalar, yönetmelikler vasıtasıyla İslamcılığın kamusal faaliyetlerin yürütülmesinde temel referans olması. İkincisi ise kamusal kaynakların gündelik yaşamı siyasal İslam’a göre düzenlenmek maksadıyla kullanılması. Bilhassa son 5 yılda AKP her iki alanda da tüm gücünü kullandı. Buna rağmen İslamcılığın “muzaffer” olduğu söylenemez.
AKP’nin itirazlara rağmen geçirdiği müftülükte nikâh uygulamasına bakalım. İslamcılar Türkiye’nin her yerinde insanların müftülükte nikah kıymak için sıraya gireceklerini varsaydılar. Böylece zamanla belediyede nikah kalkacak, müftü nikahı da törenselliğe alenen dini kuralları katacaktı. Ama beklenen olmadı, evlenecek çiftler yine belediyeye gitti nikah işlemleri için. Gerçek bu olunca müftü nikahını cazip kılma operasyonu başladı. AKP’li belediyelerdeki görevliler şimdilerde nikah için belediye masraflarını karşılayamayan çiftleri müftülüklere yönlendiriyor. İktidar mensupları şaşaalı düğünlerde mehter takımlarıyla evlenirken yoksul halka müftülük fuaye salonu düşüyor. Aynı tespiti imam hatipler için de yapmak mümkün. “Talep gereği” arttırıldığı söylenen imam hatiplerde kontenjanlar hep boş kalıyor. Dev binalar, bir dolu teşvik, devlet eliyle promosyon ama hala başarılı öğrencilerin tercihi imam hatipler olmuyor. Üstelik bu zoraki İmam hatipleştirme tabanda homurdanmalara da yol açıyor. Zira yoksul ailelerin çocukları için tek çıkış umudu nitelikli eğitim.
Yerelde de durum farklı değil. Belediyeler Saray’dan İslamcılaştırma eğiliminin ve rantın birer parçası haline gelerek tabandan koptu. İslamcılığın yükselişinde koçbaşı olan yerel yönetimlerin başarı hikayesi acı bir biçimde bitti. Bugün AKP’li belediyeler hizmetle değil lüks harcamalar, boşa harcanan vergiler, yandaşları zengin eden ihalelerle anılıyor. Üstelik çoğu Sayıştay raporlarında ayan beyan ortaya konuyor. AKP’li belediyelerin çoğu sorun çözmüyor aksine sorun yaratıyor, “halka hizmetkâr olmak” içi boş bir retorikten ibaret artık.
Ankara’yı mahvettikten sonra koltuğundan olan Gökçek’in başkentte yaptıkları Anadolu’nun dört bir yanında aynen tekrar ediliyor. Zerre kadar işlevi olmayan, estetik yoksunu devasa işlere servet gömülüyor. Ezcümle Gökçek’in kendisi değil ama fikri iktidarda!
İdeolojik olarak büyübozumuna uğrayan İslamcılığı durdurmak için seküler güçlerin önünde bir dolu fırsat var. Devletin zirvesini ele geçirme stratejisi yerine, yerelden, halkın somut sorunlarından yükselen bir başka başarı öyküsü yaratılmalı. Bu başarı hikayesine yalnızca İstanbul ve Ankara’nın değil tüm Türkiye’nin ihtiyacı var. Unutmayalım gerçek anlamda sosyal bir belediyecilik laiklik mücadelesinin tabanda güçlenmesine de hizmet ederek siyasal İslam’ı geriletebilir.
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020