Dersim, Anadolu

Türk devleti neden “Tunceli” ismini vermiÅŸtir; neden Dersim’in iadesini istemez?

Çünkü kimse artık “Anadolu”yu tartışmıyordur.

Anadolu öyle bir yerleÅŸmiÅŸtir ki, hatta belki en “ilerici” en “devrimci”, en “birleÅŸtirici” kavram olarak solcular, devrimciler, demokratlar tarafından cansiperane savunulur hale gelmiÅŸtir.

Öbürleri için zaten elle gelen düğün-bayram!

Oysa “ANADOLU”; Küçük Asya’yı, Pontos’u, Kapadokya’yı, Kilikya’yı, Lazistan’ı, Kürdistan’ı, Ermenistan’ı, Mezopotamya’yı … haritadan silen bir isimlendirmedir.

Hem kavramları çarpıtarak, bozarak onlara sahip çıkmanın;
Hem de bir ÅŸeyin, bir nesnenin ismini deÄŸiÅŸtirerek ona sahip çıkmanın en bariz örneÄŸidir “ANADOLU”…

Hırsızların, gaspçıların, yaÄŸmacıların yaptığı ilk iÅŸ çaldıkları ÅŸeyin etiketini markasını kazımak, onu tanınmaz hale getirmek olur. At ve sığır hırsızları da malların üzerine kendi damgalarını ekler ki dava olursa ortalığı bulandırabilsin…

“ANADOLU”nun esası Yunanca “anatoli (ανατολή)”‘dir. Yön bildiren bir kavramdır ve “DOÄžU” demektir. Herhangi bir coÄŸrafi bölgeyi tanımlamaz.

CoÄŸrafi ifade olması için yine Yunanca bir son-ek olan “ia” eki alması gerekir. Yani Anatoli olur Anatolia.. Bu da “DoÄŸu ülkesi” (DoÄŸu toprakları) anlamına gelir. Yunan ve Bizans coÄŸrafyasında Konstantinopolis’in doÄŸusunda kalan eyaletleri “DoÄŸu Toprakları” anlamında “Anatolia” deniyordu. Dolayısıyla hemen hemen tüm antik coÄŸrafya atlaslarında “Anatolia” ifadesine rastlamak mümkündür.

TürkleÅŸtirme siyaseti hemen büyük bir “uyanıklıkla” bu kavramı “TürkçeleÅŸtirir… Onun “ANA ve DOLU” kelimelerinden meydana gelen bir kavram olduÄŸu uydurmasını çıkarır. Böylece bir yandan kendi resmi tarihlerine göre ancak “1071’de Anadolu’nun kapılarına geldiklerini” söyleselerde, bu kavramı TürkçeleÅŸtirdikleri için aslında ANA-DOLU binlerce yıldır kendilerine ait olmuÅŸ olur.

Öyleya bu topraklar ANATANRIÇA’lar ile doludur. Ama kendi “Ana Tanrıçaları Atena” artık binlerce kilometre uzaklıkta kalmış olsa da re gam… Bir de kadına çok saygı duyarız ya onun için “Anadolu” demiÅŸizdir, herkesin gögsü kabarıverir. Aslı böyle olmasa da “Biz böyle söyledik böyle oldu”!..

Burada kavramları çarpıtarak, Türkize ederek onları kendine mal etmenin bir örneğini görürüz.

1.Dünya savaşında “Misak-ı Milli” sınırları çizmeye gelince “Anadolu” kavramı da imdada yetiÅŸir. Böylece Onlarca antik coÄŸrafyayı “Anadolu” isimlendirmesiyle haritadan silmek (Önasya, Kapadokya, Kilikya,Pontus, Ermenistan, Kürdistan, Lazistan, Mezopatamya … vd) mümkün olur.

Ve artık bu isimlendirme gerek “Milli eÄŸitim” yoluyla, gerekse “basın yayın” yoluyla beyinlere iyice kazılmıştır. Kimse “Anadolu”da halının altına süpürülen gerçek isimlendirmelere dönmek istemez.

Kürt aydınları olarak da “DoÄŸu ve GüneydoÄŸu”suna itiraz ederiz ama geri kalanın “Anadolu” olduÄŸuna fazla kuÅŸkumuz yoktur! (Hem “Bizi ilgilendirmez!” deÄŸil mi?)

Sonuçta “Anadou isimlendirmesi böyle geniÅŸ bir kabul görebildiyse Tunceli ismi de niye yerleÅŸmesin; buranın madence zengin bir “Tunç Eli” olduÄŸu ya da Türk devletinin “Tunç Eli” olduÄŸunu hatırlatması deÄŸil mi?” diye düşünülür.

Yalnız kendi ismimizi değil başkalarının ismini de doğru söylemek gerekir; onların adını çarpıtmanın kimliklerini de çarpıtmak, kişiliklerine saygı duymamak olduğunu unutmamalı derim.