DeÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok deÄŸiÅŸen havalardan gayri

Sosyal medyada, geçen Cuma hutbesinde yedi düvelin ekonomik ve teknolojik her türlü saldırısına karşı koyacağımızdan bahsedilmesi filan eleştirilmiş. Hutbeye yönelik eleştirilere bakıyorum da ağırlıkla sekülerlik iddiasında olan kesimden.

Oysa, bunlar caminin görevidir; her durumda telkin ve irşad aracı olmak. Formel dini kurumların esas görevinin iktidarı ve onun siyasetini desteklemek olduğunu bilmeme rağmen, Cumadan Cumaya da olsa camiye gider namazı Cemaatle birlikte kılardım. (Yok yok, devletten makam mevki beklediğimden, yahut sakallı sarıklı birilerinden iş umduğumdan, yahut iktidara yakın olmayı arzu ettiğimden değil, samimi hissiyatımdan dolayı giderdim.) Şimdi gitmiyorum. Kürtlerin namaz kıldığı camilerde, hatiplerin anlaşılmaz ve bozuk Türkçe ile okudukları hutbelerin birer resmi asimilasyon ritüeli olmaya devam etmesi bir yana, camiler her zaman siyasetin propoganda aygıtı olagelmiştir. Dolayısıyla, gündelik hayatın hayhuyları, devlet, iktidar, siyaset, para pul, dolar euro, geçim, kazanç, makam ve ihale kaygılarından uzak, ilahi bir vecd ve kendi ile yüzleşme için başvurulacak en son kapı cami, mescit kapılarıdır.

Kemalist tek parti rejiminde camilerden ziyade, (bir propoganda aygıtı olarak camileri kullanmayı ender olarak tercih etmeleri, model aldıkları batıda devlet yönetimlerinde dini kurumların hükümsüz kalmasıyla açıklanabilir ancak. Yoksa, böyle etkili bir aygıtı kullanmaktan ne diye vazgeçsinler ki?) modern devletin kurduÄŸu Türk Ocakları ve onların yerini alan Halkevleri, önderin ve partisinin ideolojik propoganda aygıtlarıydı. Bunlar, rejimin “telkin ve irÅŸad” ocaklarıydı. Halkevlerinin, tek bir peçeli ve çarÅŸaflı kadın kalmayana kadar, yahut gerçek dilleri öz Türkçeyi unutup Kürtçe diye “daÄŸ Türkçesi”ni konuÅŸan herkes öz Türkçe konuÅŸana kadar, halkı terbiye etmek ve Cumhuriyet ahlakı doÄŸrultusunda Kemalist kimlik inÅŸa etmek görevi vardı. Umum MüfettiÅŸliklerce valiliklere gönderilen yazılarda, halk partisi teÅŸkilatı zayıf olan ÅŸehir ve kasabalarda halkevlerinin Kemalizm rejimine, onun siyasetine ve halk partisi prensiplerine sadık namzet bulması ve yetiÅŸtirmesi emrediliyordu.

Ä°ÅŸte, Camilerin bu “telkin ve irÅŸad” rolünün Halkevlerince üstlenilmesi nedeniyle yaÅŸanan kopukluk camide siyaset yeni birÅŸeymiÅŸ algısına yol açması bu yüzden. Esasında, hangi çaÄŸda olursa olsun, hangi ÅŸartlar altında olursa olsun, devletin himayesindeki formel din yahut mezhep, mevcut gücün hizmetkarıdır. Osmanlı yönetimi boyunca padiÅŸahların uygulamalarının meÅŸruiyet aracı olduÄŸu gibi, aynı padiÅŸahların hâline ve katline onay vermek durumunda olan da aynı resmi din kurumları olmuÅŸtur. Yakın tarihe kadar Hristiyan dünyasında da durum pek farklı deÄŸildi. Kilise, Ä°ngiltere’de ve kıta Avrupasında her zaman iktidar savaÅŸlarının içinde oldu.

Bu bakımdan ortada bir terslik yok. Dolayısıyla hutbe doÄŸrultusunda, yedi düvelden dolar ve euro ile aldığımız teknoloji ürünlerini, içimiz yanarak da olsa vatan saÄŸolsun deyip kırmak dışında, teknolojik ve ekonomik güçle bu yedi düvele karşı koymak imkanımız olmadığına göre, iman kuvvetiyle karşı durmak görevimizdir. Ancak, ufak bir sorun var. Yedi düvelin “alın alın, daha çok alın” diye uzattığı yüksek faizli dolar ve euro kredilerine sarıldığımızda ve yedi düvele methiyeler dizdiÄŸimizde nerdeydi bu camiler ve hatipleri? Bize borç verirken dostlarımız olanlar, verdiklerini kat kat fazlasıyla geri isterken mi düşman oldular? Caminin itirazı borca mı, borcun geri ödenmesi mecburiyetine mi?

Hasılı eski ile yeni arasında deÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok, deÄŸiÅŸen havalardan gayri…

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)