Cumartesi Anneleri’nin ‘hafızasına’ ihtiyacımız var

  1. kez Galatasaray Meydanı’nda buluşmaya geldiklerinde polis ablukasıyla karşılaşan Cumartesi Anneleri 95’ten bu yana tüm hükümetler için hep turnusol kâğıdı oldu, onların maskelerini ifşa etti. Yüzleşme çağrısı yapan, yasaklara ve sansüre karşı mücadele eden, kaçak güreşen siyasetçileri hakikat minderine davet eden anneler güçlerini sadece kayıplarının peşinde olmaktan değil, suskunluk duvarını yıkmaktan alıyorlardı.

Ne çok siyasetçi muhalefetteyken faili meçhullerin ve zorla kaybedilenlerin hesabını sorma sözü verdi de sonra iktidar olunca söylediklerini inkâr etti. 96 kışında annelerin 79. buluşmasında arzı endam eden ANAP’lı bir yetkiliye anneler, “Sizin zamanınızda da kayıplar oldu” diyerek tepki göstermişti. Katilleri bulunsun diyen Hasan Ocak’ın anne ve babası Refah-Yol zamanında Başbakanlık kapısından dönmüştü. 99 yazından itibaren oturma eylemlerine üst üste polis baskını yapıldı. Öylesine sert müdahalelerdi ki sanatçısı, akademisyeni birçok isim annelere yapılan muameleyi kınayacak; 99 seçimleri öncesinde Türkan Şoray, “Başbakan olsam Cumartesi Anneleri’nin coplanmasına izin vermezdim” diyecekti.

Eylemlere ara verildiği dönemde Cumartesi Anneleri’nin öyküsü yazıldı, belgeseli yapıldı ama yüzleşme talebinin kitleselleşmesi için muhalefet güçleri yeteri kadar çaba sarf etmedi. Aradan yıllar geçti; Ergenekon ve Balyoz davalarını “derin devletle hesaplaşma” olarak gösterenler annelerin bekleyişinden siyasi rant elde etmeye çalıştı. Çözüm sürecinde “Analar ağlamasın” diye kamuoyu kampanyası yürüten siyasetçiler çatışmalar yeniden başlayınca kendi mevzilerini koruma pahasına anneleri de gözyaşlarını da unutuverdi. Ama anneler en tepeden en alttaki memura delil karatan, suç ortaklığı yapan hiçbir kimseyi unutmadılar.

Annelere yönelik saldırı ‘zulümde istikrar’ın bir kanıtı olarak değerlendirilebilir elbette. Ancak bundan fazlası var. Yeni Türkiye iddiasındaki rejim, 1990’lı yıllar ile şimdiki dönem arasındaki benzerliklere işaret edilmesini istemiyor. Dünün faili meçhulleri bugünün Suruç’u, 10 Ekim’i halbuki; AKP’ye yanaşan Çiller ve Ağar gibilerle de Soylu arasında epey bir zihniyet ortaklığı mevcut.

İktidar seçim sonrasında muhalefetin geri çekilmesinden memnun. Bu sessizliği bozabilecek herhangi bir olaya müsaade etmiyor. Cumartesi Anneleri’nin konjonktürü aşan meşru talepleri etrafında kitlesel bir dayanışmayı dahi kendine bir tehdit olarak görüyor. Zira Adalet Yürüyüşü’nden bu yana kulaklarda çınlayan “Hak, Hukuk, Adalet” sloganının meydanda duyulması ya da Kürtlerle aktif işbirliği içinde olmayan toplumsal güçlerin annelerin yanında durması iktidarın milliyetçi tahkimatına set çekme potansiyelini taşıyor.

Mevcut iktidarın hışmına uğrayanlar arasında bir ‘mağdurlar hiyerarşisi’ kurmak doğru değil şüphesiz. Hiçbirimizin elinde mağduriyetleri ölçen bir terazi yok. Üstelik ‘kendi mahallemiz’ dışındaki mağduriyetlere kulak asmamak, yalnızca bizim gibi olanların yaşadıkları çile ve zulme odaklanmak politik bir yanılgı, sonuçları ağır bir siyasi körlük. Fakat iktidarın hışmına uğrayan her ünlü şahsı sırf bu baskıdan dolayı demokrat ilan etmek, onunla müttefiklik ilişkisi kurmak da en az ilki kadar hazin.

Bu nedenle Cumhuriyet’in kitap ekinde Ahmet Altan’ın yazısına yer verilmesiyle başlayan tartışma magazinel bir tartışma olarak kodlanamaz. Mesele yalnızca ünlü bir yazarın cezaevinde hissettiklerini edebi bir dille anlatması değildir. Basit bir promosyon hadisesi de değildir. Mesele memleketin en kritik zamanlarında iktidarla Fethullahçı çetenin ortaklığından nemalanan, siyasi davalarda bilinçli tetikçilik yapan bir ismin aklanma girişimidir. Bu teşebbüse sayfalarını açan Cumhuriyet’in, kadrosu ve okurlarının o dönemde şer koalisyonunun hedefinde olduğu gerçeği ise ironi sınırlarını dahi zorlar. İktidarın susturmak istediği bir gazetenin yine iktidarın işine gelen hafızasızlık siyasetine bilerek ya da bilmeyerek katkı sunması naiflikle tanımlanamaz. Ortada siyasi bir tercih vardır ve o tercih Altan’ı da içeren ama onu aşan bir tercih olarak bugünün muhalefet gerçekliğine taban tabana terstir.

AKP sürekli kendine yeni stepneler buluyor, arkada bıraktıklarını “Biz toplayalım” demenin politik bir alternatif yaratmakla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Sahici bir seçenek “Düşmanımın düşmanı dostumdur” şiarıyla değil birleşik mücadele üzerine sahici bir tartışmayla mümkün olabilir. O tartışma, sürecin bu noktaya gelmesinde pay sahibi olanlara kapalı olmak durumundadır. Bu zaruret, yol haritasının çizilmesini antidemokratik kılmaz aksine muhalefeti pusulasızlıktan kurtarır. Bizim Cumartesi Anneleri’nin hafızasına ihtiyacımız var, kin tutmak için değil hesap sormak ve seçenek yaratmak için…

Güven Gürkan ÖZTAN