Cins Bilinci ve Hülya Avşar

Hülya Avşar, oyuncu Mehmet Aslantuğ’u konuk ettiği televizyon programında, “Erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını kendi büyütsün, yemeğini yapsın, kocasını karşılaşın” dedi. Ayrıca, “erkek egemenliği güzel bir duygu geliyor bana” sözleriyle devam etti. Hülya Avşar, “erkek egemenliği diyorum, erkek üstünlüğü değil yahut baskısı değil” dedi, hoşuna giden erkek egemenliğini tarif ederken.

Hülya Avşar’ın burada kurduğu her bir cümle derin bir tartışma konusu. Neyse ki, Mehmet Aslantuğ, Avşar’a, kısa ve öz, yerinde bir cevap verdi. Aslantuğ, kadın özgürlüğünde kadının üretime katılmasının önemine vurgu yaparak şöyle dedi: “Hiçbir kadın geleceğini bir adamın vicdanına, aşkına, günün sonunda bir gün aklının karışmasına bırakmamalı.”

Hülya Avşar, erkek egemenliğine güzelleme yaptı. Yalnız, erkek egemenliğinin, erkek üstünlüğü ve baskısına dayalı olduğunun ayrımını yapayacak kadar düşük bir bilinç seviyesiyle dile getirdi. Erkek egemen sistem nedir? Patriyarkal sistem zaten cinsiyet eşitsizliğine dayanır. Şimdi ne patriyarkası denmesin diye kısaca açalım. Patriyarka terimi cinsiyet eşitsizliği ve baskının münferit veya istisnai olmadığını ifadeetmek için kullanılır. Baskı ve eşitsizlik kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkan olgular düzeyine indirgenmez, çünkü tam tersine onlar, tüm toplumu saran ve bireysel seviyede kalarak açıklanmayacakmekanizmaların temelinde yeniden üretilirler.

Erkek egemenliğinin öncesiz ve sonrasız, evrensel bir kanun olmadığı ve tarihte soyun kadınlar üzerinden belirlendiği, kadınların toplumda belirleyici bir rol oynadığı eşitlikçi dönemlerin de yaşandığı tarihsel bir gerçeklik. Erkek egemenliği/ patriyarka da, tıpkı özel mülkiyet, sınıflı toplumlar ve devlet gibi ve tabii ki onlarla organik bir bütünsellik içinde tarihin bir döneminde ortaya çıkmış, kadınların emeklerinin, bedenlerinin ve kimliklerinin erkekler tarafından denetlenmesinin ideolojisi olarak günümüze gelmiştir. Analık hukukunun yıkılmasıyla erkek için kadın, bağımsız bir varlık, bir insan değil, soyunu devam ettirecek çocuklar doğuracak, cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak, her türlü özel hizmetini görecek bir mülk, bir araç olarak görülür.

Kadının tarihsel yenilgisini her iki cinsin hem kendilerine hem de birbirlerine yabancılaşması izler. İktidar ve özel mülkiyetle özdeşleşen erkek, kendi insani özüne de yabancılaşmıştır. Erkeğin kadını egemenlik alanı ve bir meta olarak görüşü, süreç içerisinde toplumsal bir bilince dönüşmüştür.

Hülya Avşar, kadın evde otursun, çocuklarını büyütsün, kocasını karşılasın derken, erkek egemen sistemin kadına biçtiği geleneksel kadın rolünü tarif ediyor. Kadına dayatılan toplumsal cinsiyet rolüdür bu. Cinsiyet, bizi kadın veya erkek yapan belli fiziksel ve biyolojik özelliklerdir. Toplumsal cinsiyet ise kültürel ve sosyal olarak belirlenen cinsiyet rollerine karşılık gelir. Bu roller davranış kalıplarını, sorumluluklarını, paylaşım düzenlerini, kaynaklara ve ayrıcalıklara erişimimizi de belirler. Toplumsal cinsiyet, toplumsal, kültürel, coğrafi farklılıklara göre bu ‘kadın’ ve ‘erkek’ bireylere yüklenen rolleri, sorumlulukları içerir. Yani doğuştan gelmez, fizyolojik değildir.

Toplumsal cinsiyet rollleri, dünyaya geldiğimiz andan itibaren bize aşılanıröğretilir. Henüz bebek iken bile oynadığımız oyuncaklar bu toplumsal cinsiyet rolüne göre belirlenir. Kız çocukları nazik, yumuşak başlı duyarlı, evcimen ve bağımlıdırlar, başka bir deyişle pasiftirler. Kız çocuklarına hayatı uzaktan izlemeleri, kurallara boyun eğmeleri, edilgen olmaları öğretilir. Erkek çocuklar ise saldırgan, hırslı, egemen, güçlü ve bağımsızdırlar yani aktiftirler. Toplumsal cinsiyetin belirlediği bu özelliklerin, öncelikle anne ve baba tarafından çocuğa kazandırılması beklenir. Kadın, anne rolüyle, erkek ise baba rolüyle bu sürecin öznesi olarak karşımıza çıkar. Evde, okulda, sokakta ve hayatın her alanında bu toplumsal cinsiyet rolleri bize dayatılır.

Kadınların, analık hukukundan, kadınların tarihsel yenilgisi olan erkek egemen sistemin, özel mülkiyet sisteminin süreçlerini incelemesi ve bilgi sahibi olması gerekir. Sadece bu da yetmez bilince çıkarması gerekir. Bilmek ve bilince çıkarmak farklı şeylerdir. Kendi tarihini bilmeyen, öğrenmeyen yok olmaya mahkumdur.

Hülya Avşar’ın bir kadın olarak erkek egemenliğine güzelleme yapması trajiktir aslında. Cins bilincinden fersah fersah uzak olduğunun göstergesidir. Cins bilincinden uzak olan sadece Hülya Avşar mı? Malesef toplumda, sağımızda, solumuzda, yanımızda, yöremizde, erkek egemenliğine güzelleme yapan, kutsayan çok kadın var. Cins bilincinin olmayışı, erkek egemenliğiyle işbirlikçiliğe götürüyor. Bu anlayışa karşı mücadele etmek gerek. Erkek egemenliğiyle işbirliği değil kadın dayanışması! Cins bilinci ve kadın dayanışmasıdır bizi kurtaracak olan.

Yarın, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Dünyanın neresinde olursak olalım, sokağa çıkalım, alanlarda eşitlik, özgürlük taleplerimizi haykıralım. Kadınların sokaklarında özgürce dans edebileceği bir dünya dileğiyle tüm kız kardeşlerimin 8 Mart gününü kutlarım. Kız kardeşlik kazanacak. Kadın dayanışması kazanacak. Bir, iki, üç: Daha fazla cins bilinci, daha fazla kadın dayanışması!