Büyük ve Zahmetli Bir Çalışma…

Tanıl Bora, Cereyanlar-Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim, 2017, 926 sayfa

Tanıl Bora

Tanıl Bora’yı, uzun yıllar düşünce tarihinin temel referans kitaplarından olacak böylesine kapsamlı, çaplı ve yüklü bir çalışmaya girişmiş ve altından da kalkmış olduğu için kutlamak gerekir. Gerçekten de zor, zahmetli bir iş. Bütün düşünce akımlarının metinlerini tek tek okuyacaksınız, bu akımları kılcal damarlarına kadar inceleyeceksiniz, ele avuca gelmez düşüncelerin iç bağlantılarını kuracaksınız, bunları uygun bir şekilde kategorileştireceksiniz vb. Gerçekten ömür törpüsü. Ayrıca nankörlüğü de var. Bir temizlikçi büyük bir evi ne kadar temizlerse temizlesin, temizledikleri değil de, ihmal ettiği birkaç küçük toz parçası, göremediği birkaç küçük leke göze batar. Kimse çok iyi temizlemişsin demez de, bak şurada bir leke kalmış der. Bu tür kapsamlı çalışmalar da böyledir. Tanıl Bora gerçekten çok büyük bir işin altından kalkmış, ihmal ettiği, eksik bıraktığı noktalar da çalışmanın büyüklüğü oranında göze çarpacak elbette. Böylesine kapsamlı bir çalışmayı bu kadar köşe bucak bırakmadan yapmaya çalışmasaydı kusurları da göze çarpmayacaktı.

Evet ama, nankörlük etmemek adına kusur ve hatalara işaret etmeyelim mi? Hiç de değil. Madem Tanıl Bora böyle büyük bir düşünce tarihi referans kitabı yazmıştır, bizlere de gördüğümüz eksikleri belirtmek düşüyor. Kitabın 2. Baskısında bu eksiklerin düzeltilmesi ya da tamamlanması dileğiyle…

Bilmediğim alanlarda tabii ki sadece öğrenci olabilirim. Özellikle kitapta daha büyük ağırlık taşıyan sağ düşünce akımlarını okurken çok yararlandım, bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Mutlaka oralarda da eksikler vardır kaçınılmaz olarak. Onu da sağ akımlarla uğraşanlar tamamlar diye düşünüyorum.

Benim eksik ve hatalı bulduğum noktalar, tahmin edileceği gibi, kitapta aşağı yukarı 150 sayfalık bir bölümü kapsayan “Sol” cereyanlarla ilgilidir. Eksik ya da hatalı gördüğüm noktaları aşağıda, ara başlıklar altında belirteceğim.

Halkın Sesi 

Kitapta, “Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) resmî yayın organı Halkın Günlüğü’nden ilhamla adlandırılan – ve rakip sol kampta ‘Halkın sülalesi’ denerek alay edilen – bu gruplar Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği idi.” (s. 666) denmekte ve zaten kitabın en sonundaki “Dizin”de de yine sadece bu üç derginin adı verilmektedir (s. 915).

Oysa bir de Halkın Sesi vardır ve Aydınlık hareketinin çıkarttığı bu dergi “halkın sülalesinin” diğer dergilerinin en eskisidir. 1975 yılında, haftalık Aydınlık’ın kapatılmasından hemen sonra yayınlanmaya başlamış ve yayınına günlük Aydınlık  gazetesinin çıktığı 1978 yılına kadar, üç yıl devam etmiştir.

Öte yandan, diğer dergilerin ÇKP’nin yayın organı Halkın Günlüğü’nü örnek alarak “Halkın” adını benimsedikleri de doğru değildir. Bu “sülale” sadece ve sadece, çok karşı ve düşman oldukları Halkın Sesi’nin adını örnek almıştır kendine ki zaten bu grupların, Aydınlık hareketinden farklı olarak ÇKP’ye hayranlık duydukları filan da yoktu. Dolayısıyla Halkın Günlüğü’nü örnek almış değillerdir. “Halkın” safsatası sadece o dönem genel olarak solun, özel olarak Maocu hareketlerin popülizmine işaret eder.

Doğrusu bu “sülale” muhabbetinin başlatıcısı olan Halkın Sesi’nin, çok dikkatli bir araştırmacı olan Tanıl Bora tarafından “Dizin”de bile ihmal edilmesi şaşırtıcıdır.

Ufuklar 

Tanıl Bora, 12 Eylül’den sonra Aydınlık hareketinin cuntaya karşı aldığı teslimiyetçi tutumu, darbeden iki üç ay sonra legal olarak çıkmaya cesaret eden Ufuklar dergisinin sırtına yıkarak büyük bir haksızlık yapmıştır: “TİKP, 12 Eylül’ü ‘Sovyetçi güçlerin ve terör odaklarının’ belini kıran bir ‘ara güç’ olarak gayet anlayışlı karşılamış, kısa süre(de) kapatılacak olan Ufuklar dergisiyle, orduyu ‘doğru çizgiye’ kazanmayı bile denemişti.” (s. 689)

Oysa Ufuklar, Aydınlık hareketi içinde teslimiyetçiliğe görece ayak diremiş bir kesimin sesiydi. Tanıl Bora, eğer derginin 14 sayısını dikkatli bir şekilde incelemiş olsaydı bunu tespit edilebilecek ve derginin neden “kısa sürede” kapatıldığının izahını da o sayfalarda bulabilecekti. Bakın Havariler’de Ufuklar’ı nasıl anlatıyorum:  “Nasıl bir dergiydi, on dört sayı yayınlandıktan sonra, 1981 yılının Nisan ayında, cuntanın kararıyla kapatılan Ufuklar? Bu konuda bir karara varmak oldukça zor görünüyor bana. Daha doğrusu bu dergi, Aydınlık hareketi açısından, hem olumsuz, hem de görece olumlu bir gelişmeyi yansıtır. Olumsuzluk, derginin büyük ölçüde, Aydınlık hareketinin o zamana kadar devam eden teslimiyetçi yönelimini sürdürmesinden geliyordu.” (s. 465)

Bundan sonraki satırlarda Tanıl Bora’nın yukarıda belirttiği tutum “akıldanelik” sözcüğüyle eleştirilmektedir. Ancak hemen ardından şu satırlara da yer verilmektedir: “… kimi makale, haber ve yazılarında, o koşullarda cesur denebilecek eleştirel bir dil geliştirdiğini de saptamak gerekir… kullanılmak zorunda kalınan Ezop dili, eleştirelliği bir yönüyle bastırırken, diğer yönüyle serbest hale getiriyordu. Cuntaya doğrudan doğruya saldırmak mümkün olmadığından, tamamen başka bir şeyden söz edermiş gibi, ama cuntayı can evinden vuracak şeyler yazabiliyordunuz… Mizah da, eleştirellik için iyi bir silahtı. Aydınlık’ın karikatüristi Erhan Yalvaç, cuntayı alaya alan (ama sanki cuntayla hiçbir ilgisi yokmuş görünümü altında) güzel karikatürler çizip yolluyordu. Bu karikatürlerin hepsinin basılmasından yana oy kullanıyordum.” (s. 466)

Ayrıntılara önem veren Tanıl Bora bu anlatımlara dikkat etmiş olsaydı, anlatımındaki, derginin “kısa sürede kapanması” olayı da izahsız kalmamış olacaktı!

Stalin Tartışması 

Tanıl Bora, 1980’li yıllarda sol içinde çok önemli bir tartışma olan “Stalin tartışmasını” sadece “ ‘Geç’ Troçkizm” ara başlığı altında Troçkizmin Türkiye’ye girişi açısından ve bir de Kurtuluş hareketi içinden “Troçkist” bir akımın (Sosyalist İşçi hareketi) çıkışı açısından ele almış. Dev-Yol’la ilgili olarak, doğru bir şekilde “Stalinizmi sorgulamaksızın Stalin’e mesafeli” (s. 673) saptamasını yapan Tanıl, 1980’ler solunda Stalin meselesi en geniş bir şekilde Aydınlık hareketi içinde tartışıldığı ve hatta bu harekette önemli bir bölünmeye yol açtığı halde, buna tek bir cümleyle değinme gereği duymamıştır.

Tanıl’ın, Aydınlık hareketinin dergisi olan aylık Saçak’ın sayfalarına bile geniş bir şekilde yansıyan ve 1980 sonrası solun ruhunu belirleyen bu büyük tartışmayı ihmal etmesi bence kitabın önemli eksiklerinden biridir.

Sivil Toplumculuk Tartışması 

Kitapta 1980’ler solunun içindeki bu önemli tartışmaya dört sayfa (s. 726-729) ayrılmasına rağmen o dönemin metinlerinden gereğince yararlanıldığı kanısında değilim.

Birincisi, “Sivil Toplumculuk” meselesini derli toplu bir şekilde sol kamuoyunun önüne getiren Murat Belge’den önce, Sivil Toplum ve Devlet (Yazko, 1982) kitabıyla Kürşat Bumin’dir. Öte yandan sivil toplumculuğun “temel aksını 11. Tez dergisi oluşturmuş” (s. 726) değildir. Bu derginin “1986 Şubat’ındaki” 2. Sayısında Sungur Savran sivil toplumculuk eleştirisine girişmeden dört yıl kadar önce Sivil toplumculuğun ilk yazılı eleştirisini ben yapmıştım. Bunu da Havariler’den okuyalım: “Acul karakterim ve ideolojik meselelere merakım dolayısıyla, parti saflarında, Kürşat Bumin’in kitabını hedef alarak, ‘sivil toplum’culuk adını verdiğimiz neo-liberal eğilime ilk yazılı eleştiriyi ben kaleme almıştım. Dört beş makalelik bu diziyi, daktilo edilmiş şekliyle, konuyla ilgilenen arkadaşlara okumaları için dağıtmış, hatta Almanya’daki arkadaşlara postalamıştım. Bu makaleler, tek bir makale biçimine sokularak, o sırada Almanya’daki arkadaşların çıkartmakta olduğu Seçenek adlı dergide, “Mehmet Cemil” imzasıyla… yayınlanmıştı.” (s. 494-495)

Bunun arkasından da 1984 Şubat’ında Saçak çıktı ve sivil toplumculuğu topa tuttu. Saçak’ın özellikle ilk 15 sayısında, Mehmet Gündüz, Salih Ural, Halil Berktay imzalı çok sayıda kapsamlı sivil toplum eleştirisi yazısı bulunmaktadır. Üstelik bu eleştiriler, 15. Sayıdan sonra dergiye hâkim olan Kemalist-devletçi perspektiften oldukça farklı nitelikte eleştiri yazılarıdır. İhmal edilmeleri büyük eksikliktir.

“Kuruçeşme Süreci ve Öncesi 

Kitapta 1989 yılından itibaren “Kuruçeşme süreci” diye bilinen solun birleşme çabalarına ve sonrasına da yer verilmiş. Fakat “Kuruçeşme süreci”nden önce, 1980’lerin ortalarında başlayan, onun önceli olan bir “sosyalistlerin birliği süreci” vardır. Bunun üzerinde tek bir kelimeyle bile durulmaması çok büyük bir eksikliktir. Çünkü bu “dağ” her ne kadar Sosyalist Parti gibi bir “fare” doğurmuşsa da, özellikle başlangıç aşamasında Mehmet Ali Aybar gibi büyük isimler vardı ve ilk başlarda sol kamuoyuna umut vermişti. Sonradan klik çatışmalarıyla, özellikle de Doğu Perinçek’in başını çektiği klik tarafından yozlaştırılmıştır, o başka.

Anarşizm anlatısı üzerine 

Sol bölümü içinde en zayıf bulduğum anlatılardan biri “Anarşizm”e ilişkin anlatıdır. Zaten “Siyah” ara başlığı altında bir buçuk sayfaya sıkıştırılmıştır. Bir kere “siyah” başlığı hiçbir şey ifade etmemektedir. Bari “kara” veya “kara/kızıl” denseydi. İkincisi, anarşizme çok büyük katkısı olan Apolitika dergisi bir cümlede geçiştirildiği gibi, yirmi yılı aşkın bir zamandır Türkiye’deki anarşizmin temel taşlarından olan Kaos Yayınları’ndan söz edilmeye bile gerek duyulmamıştır. Muhafazakârlık bölümünde diyelim ki Dergâh Yayınları’ndan söz etmemek neyse, anarşizm bahsinde Kaos Yayınları’ndan söz etmemek de odur. Bu konuda İletişim’in yayınladığı “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” dizisinin 8. Kitabı olan Sol’da (2007) yer alan “Türkiye’de Anarşizm” yazısında ve Barış Soydan’ın yine İletişim’den çıkan Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme (2013) kitabında oldukça geniş bilgi vardı oysa.

Üstelik, anarşizm konusunda yazıp çizen birçok isim atlanırken, bir başka yerde (s. 560) yakın zamana kadar AKP yandaşlığı yapmış bir yazara (Gülay Göktürk) anarşizmle eş anlama gelen “liberteryen”lik payesi verilmesi oldukça tuhaftır.

Ulusalcılık

Bu konu kitabın hangi bölümünde ele alınırdı bilmiyorum ama özellikle son 15 yılın önemli bir akımı olan ulusalcılığın bir ara başlıkla bile kitapta yer almaması önemli bir eksikliktir. Tanıl Bora, yeri geldiğinde bu terimi birkaç kere kullanmış, o kadar. Belki de MDD hareketini yeterince ele aldığı için ulusalcılığı da izah ettiğini düşünmüştür ama bence bu hatalıdır, çünkü ulusalcılıkla MDD’cilik, aralarında geçirgenlik ve akrabalık olsa bile aynı şeyler değildir. Aslında bundan 12 yıl önce yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi, MDD, YÖN’ün, ulusalcılık da MDD’nin tereddi etmiş şekilleridir (bkz: http://www.gunzileli.com/2004/11/23/yon-leninizm-kemalizm-mddcilik-ve-ulusalcilar/)

Keza, Attilâ İlhan’dan söz edilen bir yerde Sultan Galiyev’e de atıfta bulunulmuşken (s. 608), ilk derli toplu ulusalcılık eleştirisi olan, benim yazdığım “Galiyev Üzerinde El Sıkışmak” yazısından da söz edilmemesi bir eksikliktir (bkz: http://www.gunzileli.com/1998/07/23/galiyev-uzerinde-el-sikismak/)

Bundan sonra diğer eksikliklere ara başlıksız olarak hızla değinip yazıyı bitireyim.

Sol içi şiddetten ve keza son bölüm olan “Kürt Ulusal Hareketi” bölümünde Kürt hareketi içindeki şiddetten söz edilirken Aytekin Yılmaz’ın İletişim’den çıkan Yoldaşını Öldürmek (2014) kitabından söz edilmemesi, kitap dizininde bile verilmemesi önemli bir eksikliktir. Keza Ergun Aydınoğlu’nun diğer iki kitabı kitap dizinlerinde verilmişken, sol üzerine eşsiz bir kitap olan Sol Hakkında Her Şey mi? (Versus, 2008) kitabından hiç söz edilmemesi bir diğer eksikliktir. Dürüst ve samimi anı yazımıyla temayüz eden Ali Taşyapan’ın İbrahim Kaypakkaya ile ilgili anı kitapları da en azından kitap dizininde bence yer almalıydı.

Başucumuzdan eksik etmeyeceğimiz temel bir başvuru kitabının yayınlanmasını sevinçle karşıladığımı bir kere daha belirteyim.

Gün ZİLELİ
Latest posts by Gün ZİLELİ (see all)