Bu akşam beni bekleme

“Bir gün delireceğim ve tımarhaneye kapatacaklar beni.”
Bu cümleyi kurduğunda henüz on-yedi yaşında olduğu düşünülecek olunursa; insan, bazen söylediklerini yaşarken buluyor kendini diyebiliriz sanırım.
Yine delirerek intihar eden, dünya edebiyat tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Gerard De Nerval sağlıklı, genç bir delikanlıyken bile farkındaymış ilerde bir gün delireceğinin.
Ve muhtemelen deliliğinin, günün birinde intiharla son bulacağının…
Nerval’in hayatı hüzünlü bir yolculuk gibidir.

Tıp Fakültesinde okurken, okuldan ayrılarak kendisini şiir ve yazıya vermiş. Varlıklı bir ailenin çocuğu olmasının getirdiği avantajı dünyayı dolaşıp, farklı kültürleri tanımak doğrultusunda kullanmış. Babası Napolyon’un ordusunda askeri doktormuş. Pek çok kıta gezip, pek çok ülke görmüş. Bir gezgin, şair, yazar, âşık ve deli olduğu kesin. (Yaşam biçimi, bana biraz da Arthur Cravan’ın coşkulu yaşamını anımsatmaktadır. Ancak elbetteki bir etkilenme olması söz konusu değildir.)
Gerçekle hayalin ortasında kalan algı gücüyle, delilik ve deha arasında yorumlanacak sembollerden yararlanarak; zaman, mekân ve olay sarmalı arasındaki aşklarını yansıtmıştır şiirlerinde…
Kendisini gravatıyla bir sokak lambasın direğine asmadan önce;

“Bu akşam beni bekleme, çünkü gece Kara ve Ak olacak.” yazılı bir not bırakır, birlikte yaşadığı teyzesine. Cesedi daha morga kaldırılmadan teşhis edilir ve ölüm haberini duyan şairler, yazarlar, sanat çevresi olay yerine akın ederler. Lamba direğine asılı bedeninin karşısında, topluca saygı duruşuna geçerler ve ‘Edebiyatçılar Derneği’ sahip çıkar ölüsüne.

Edebiyat dünyasına kabulü, genç yaşta Goethe’nin ölümsüz eseri ‘Faust’u çevirmesiyle başlar. Goethe çeviriyi çok beğenir ve genç Nerval’in Paris edebiyat çevresine girmesine katkıda bulunur. Üniversite yıllarında Alexander Dumas’la da tanışırlar. ‘Romantik Deizm’ öğelerine de rastlanan bazı şiirleri ise Victor Hugo tarafından takdir edilmektedir.Her ne kadar ‘Sürrealizm’ ve
de ‘Sembolizmi’ büyük ölçüde etkilemiş olsa da; kendi yazım tarzını tarif ederken; ‘Süper-Natüralizm’ deyimini kullanmış şair. Süper-natüralizmde Nerval, şiirlerinin düş ve imgelerle yazdığını söylüyor. Ona göre gerçek bir şiir ancak düş ve imgelerden oluşur ve düşler olmadan şiir eksik kalmaktadır.

Süper-natüralizm akımı daha sonraları evrilerek ‘Modern-Sürrealizm’e ilham kaynağı olmuş olduğundan, Gerard De Nerval, sürrealistler tarafından da taçlandırılmıştır. Ölümsüzlüğe ulaşmak gibi bir saplantısı olduğundan söz eder bazı kaynaklar. Fakat zaten hangi bilinçli sanatçı eserleriyle ölümsüzlüğe ulaşmayı amaçlamamıştır ki? Her sanatçı ürününün değerli bulunmasını, takdir edilmesini, eserlerinin ölümsüzleşmesini arzular. Sadece şizofren sanatçıların bu tür kaygıları yoktur.
Ancak Nerval’in en başından beri deli olmadığı gerçeğinden yola çıkarsak, şiirlerinin ışığında deliliğe uzanan yolu onunla birlikte adım adım arşınlayabiliriz. Bu da bizim, şiirlerine yansıyan romantizmle karışık melankolizmi, başka deyişle onun iç dünyasını daha iyi anlayabilmemizi sağlar. Aslında ne yaptığını, ne söylediğini hep biliyormuş Nerval. Onun zafiyeti, bir gün aşkı için intihar edebilecek kadar romantik olmasından kaynaklanıyormuş, bence.

Nerval’e göre, aşk gidince; madde hacmini, zaman boyutunu, ruh da bedenini kaybetmektedir. Şiirlerinde izine en bariz şekilde rastlanan aşkının, tiyatro sanatçısı Jenny Colon olduğu bilinir. Fakat Jenny Colon başka biriyle evlenir ve evlendikten kısa bir süre sonra da hastalanarak ölür. Artık Nerval için bir düştür Jenny Colon. Onun kaybı, şairi gerçekle düş arasına sıkıştırmıştır. Şiirlerinde sevdiği kadından sanki hiç yaşamamış olan bir düş kişisi gibi bahseder.

“Bir hava bilirim, dünyalara değişmem.
Bütün Rosselini, Mozart, Weber sizin olsun.
Çok eski bir hava, ağır, hazin, muhteşem;
Yalnız ben duyarım onda ne varsa füsun!

Ne zaman o havayı dinleyecek olsam,
Ruhum gençleşiverir birden, iki asır
Onüçüncü Louis devridir, vakit akşam!
Batan günle sararmış yamaç uzanır.

Camları kızıla çalan renklerle yanar,
Kiretmitten şato, köşeleri taştan.
Etrafı çepçevre bağlar, bahçeler, parklar,
Bir dere akar, çiçekler arasından…

Kömür gözlü bir kumral en üst pencerede;
Eskidir geçmiş zaman esvapları.
Görmüşlüğüm var, bu kadın ama nerde?
Hatırlıyorum, başka bir hayattan belki…”

‘Fantazya’ adlı bu şiirindeki düşsel kadındır Jenny Colon. Colon’un ölümü Nerval’in şiirlerini büyük ölçüde etkilemiştir.
Sevdiği kadının ölümünden beş yıl sonra Nerval’in ruh sağlığı iyice bozulmaya başlar ve bir yıl boyunca akıl hastanesinde tedavi görür. Bir yılın sonunda hastaneden çıktığında, yolculuk yapmak istediğini söyler ve çok merak ettiği Doğu ülkelerini kapsayan uzun bir seyahate çıkar. Suriye, Mısır, Lübnan ve Türkiye’yi dolaşır. (Türkiye’de en fazla mezarlıkları sevdiğini söylediği bilinir.) Yolculuğu bittiğinde Paris’e dönerek ‘Doğuya Yolculuk’ adlı kitabını yazar. Kitap bir seyahatname niteliği taşıdığı gibi, şairin ruhsal yolculuğuna da ışık tutar.

Yolculuk yapmak ruh sağlığına iyi gelmiştir fakat yolculuk dönüşü yine büyük bir boşluğa düşer. Yerleşik bir hayat sürmemiştir, hareket halinde olmayı sever ve biten yolculuklar şairi derinden etkileyip, boşluğa düşmesine neden olmaktadır. Ayrıca Nerval uyuşturucu madde bağımlısıdır ve özellikle afyon kullanmaktadır.
Bir gün, yıllar sonra, Pariste ilk âşık olduğu kadını görür tesadüfen. Kadın, kocası ve çocuklarıyla birlikte piknik yapmaktadır ve Nerval tarafından görüldüğünün farkında bile değildir. Ailesiyle birlikte oldukça mutlu görünüyordur, gençliğinde âşık olduğu kadın. Bu mutluluk görüntüsü Nerval’i kıskandırarak bunalıma sokar ve hastalığını tetikler.
Tekrar akıl hastenesine yatırılır alelacele.
Daha önce üç kez hastaneye yatan Nerval’in gördüğü bu tedavi, son tedavisi olacaktır. Hastaneden çıktıktan hemen sonra, karlı bir gecede, Paris’te, bir sokak lambasına asılı olan cesedini bulurlar. 1855 yılında öldüğünde kırk-yedi yaşındadır ve arkasında tam da dilediği gibi bir edebiyat akımı ve ölümsüzleşen şiirler bırakmıştır.

Antonin Artaud, ‘Toplumun İntihar Ettirdiği Van Gogh’ adlı kitabında, Nerval’in intiharına da sık sık değinmektedir.
“Nerval de deli değildi ama öyle olmakla suçlandı.” diye yazar kitapta, Artaud.
“Yapmaya çalıştığı bazı açıklamaları değersiz kılmak için ve suçlanmaktan başka bir de kafasına vuruldu, (bir gece kafasına fiilen vuruldu) açıklayacağı korkunç olayları belleğinin kaybetmesi için… Ve onlar, bu darbenin etkisiyle onda doğaüstü düzleme geçtiler. Çünkü onun bilincine karşı gizlice birleşmiş olan toplum, o anda, belleğindeki gerçekliği ona unutturacak kadar güçlü oldu.”

Nerval sonunda ilk aşkı için intihar ederek, ölümünden sonra bile etkili olmuş ve ölümüyle ‘Modern Romantizm’ akımını yaratmıştır.
Aşkı yaşar gibi yapmayıp, gerçekten yaşamış ve okuyucusuna da sunmuştur şair. Bu sebeple de ölümünden sonra ‘Romatizmin Tanrısı’ ilan edilir.
Nerval öncesi edebiyatta, şiirler hep erkeğe duyulan aşkı anlatmaktadır. Bellini’nin, ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı tablosuyla resim alanında çığır açması gibi; edebiyat alanında bir ilki başlatır Nerval’in şiiri. Bellini ilk kez meleklere cinsiyet vermiş olan ressamdır. Resim tarihinde ilk kez meleklerden biri kız, biri erkek olarak resmedilmiştir ‘Venüs’ün Doğuşu’nda.

Nerval de edebi gelenekselliği bozarak şiirin tahtına kadını oturtmuş ve acı çeken erkeğin kadına duyduğu aşkı anlatmıştır.
Onun şiirinde âşık olunan, tapınılan, peşinden koşulan başkahraman daima kadındır. Erkek, kadını anlamaya ve kalbine girmeye çalışır Nerval şiirlerinde. Çaba sarf ederek kadının hissettiklerini anlayabilen erkek, sonunda mutlaka kadına âşık olacaktır. Ve aşkın, âşık olan kişide çoğu zaman bir sürmenaj, bir delilik hali yaratması son derece mümkündür.

Artaud’un;
“Dahası, yalnız başına intihar edilmez.
Kimse yalnız olmamıştır doğmak için.
Ve kimse yalnız değildir ölmek için.
Ve inanıyorum ki son ölüm dakikasında,
Hep başka biri vardır,
Bizi kendi hayatımızdan yoksun bırakmak için…” dizeleri, sanki özellikle Nerval için yazılmış gibidir.