Araçlar amaçların katilidir…

“Alem senindir de, sen alemden aciz kalmışsın. Senden daha mahrum kimseyi kim görmüştür ki!” Şebusterî

İnsansoyunun, onu diğer mahlukattan ayıran temel özelliği, umutsuz oluşudur. Umutsuz olduğunu çok erken yaşta fark eder; ölümü yani, ölümlü olduğunu…

Tüm umut arayışları, tüm tahayyülleri bu mutlak umutsuzluktan kaçış çabasıdır özünde. Katedraller, mabetler, tapınaklar, tahtlar, saraylar, insanın aklıyla akıl ettiği, eliyle yaptığı ve yarattığı hemen her şey, kendi ölümlülüğünün eseri ve mutlak umutsuzluğun abideleridir. Yücelttiği her ne varsa, ölümlü oluşa karşı hastalıklı bir direniştir.

Ve mutlak umutsuzluğun dehşeti karşısında yapabileceği şeyi yapar insan; kalıcı birşeyler tahayyül eder ve onların peşine düşer. Gilgameş’in uygarlaşmış halidir bu bakımdan. Gilgameş mutlak umutsuzluğun ölümün aşılmasıyla, ölümsüzlükle mümkün olduğunu gördü, onun için çabaladı, dolaysızca, samimi ve cesurca…

Onun torunları dolaysız, samimi ve cesur olamayacak kadar uygarlaştılar artık. Her işte olduğu gibi, mutlak umutsuzlukla başetme beyhudeliğinde de dolaylı araçlara, hilelere, aldatmaya ve aldanmaya başvuruyor, elde etmeye çalışıyorlar. Elde etmek… Oysa elde olan nasıl elde edilebilir ki! (yine Şebusterî).

Ölüm ötesi bir öteki dünya tahayyülü bu dehşet umutsuzluk karşısında hiç fena fikir değil mesela. Değil de, ihtiyaç duyacaklarından ya da çok sevdiklerinden dolayı ölenle beraber onun yanına gömdüğümüz tüm eşyalar şimdi paha biçilmez antikalar olarak müzelerin vitrinlerini süslüyor. Ölümle birlikte mutlak umutsuzluğu aşan ve sonsuzluğa kavuşan ölülerin yanına gömülen çer çöp pek bir işlerine yaramamış anlaşılan. Bu tersliği de çabucak düzeltivermiş Gilgameşin soyu. Maddi değil, manevi birikim lazım ölüm ötesi sonsuz hayata. İyi de nasıl edinilecek bu manevi servet? Maddi servetin bir kısmını bu işin sırrını bilenlere, o taraflarda neyin gerekli olup neyin olmadığının tecrübesine sahip olanlara vererek, bu dünyada öbür dünyada mutluluk vadeden liderlerin, yol göstericilerin peşine düşerek tabi… Böylece de, yaptığımız kötülükleri meşrulaştırıp, bize yapılan kötülüklere sessiz kalma terbiyesi edinmiş oluruz.

İşin bu tarafı böylelikle halledilmiş olsa bile, derinden derine farkında olunan mutlak umutsuzluğun korkunç uçurumu kendini hissettirmeye devam eder yine de. Kimi bu derin uçurumu bir anlık da olsa unutmak için mescide koşar, kimi meyhaneye, kimi zikre dalar, kimi meditasyona ama ne yaparsa yapsın umutsuzluk sinsice göz kırpmaya devam eder. İster ölüm ötesi sonsuz hayat inancını kabullenmiş olsun, ister reddetmiş ve böylece yol göstericilerin, sır erbabının tuzaklarından korunmuş olsun, ister deli ister veli olsun, her insana özgürlük yani mutluluk lazım. Lazım da, bu mutlak umutsuzluk ortamında nasıl mutlu olabilir ki insan?

Mutluluk mutlak umutsuzluktan kaçmakla, onu aramakla bulunacak şey değil belli ki. Yine de durmaksızın aradılar, arıyorlar, şeyler, insanlar, hayvanlar, sosyal aktivite ve ilişkiler, duyusal tüketim nesneleri, mabetler, meyhaneler, saraylar, savaşlar, kan ve katliamlar, fikirler, adına sevgi dedikleri tutku ve arzular, şiirler, romanlar aracılığıyla mutlu olmayı dilediler, inziva fantezilerine kapılıp çilehanelere kapandılar, ırk, ideoloji, tarikat, mezhep mezbahanelerine bekçi oldular, mevkinin, makamın, itibarın peşinde her türlü sefilliğe katlandılar ve hiç mutlu olmadılar, olamadılar, çünkü aradıkları mutluluğun aracısı kıldıkları şeyler aradıkları şeyin yerini aldı. Araçlar, amaçların katili oldu. Amaç, araçları edinme, onlara kavuşma ve onları muhafaza edebilme uğruna bir tarafa konmak zorundaydı ve öyle oldu. Peşine düşülen kalıcı şey, aracı kılınan geçicilere bedel oldu.

Cennet denilen sonsuzluk, cennet umut ve vaadiyle peşine düşülen, hepsi de ölümlü olan fikirler, inançlar, arzular, kişiler eliyle ve aracılığıyla sonsuza kadar elden çıkarıldı. Hakikat kaybedildi. Yani elde olan, başka ellerde arandı ve eldeki de kaybedildi. Ve çoktandır, amacını araçlar cehenneminde yitirmiş ruhlar olarak acı çekiyor, acı çektirmeye devam ediyoruz.

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)