AKP’nin Tükenişi

Bizimkisi bir aşk hikayesi
Siyah beyaz film gibi biraz
Hüzünlü sonbahar kapısından
Çıkmak gibi aydınlığa biraz
Kayahan

En başa yazmakta fayda var, bu tükenişin, seçim yenilgisiyle falan alakası yok. Bir seçim yenilgisiyle hiçbir parti bitmez, hatta değil yerel yönetim seçimlerindeki bir yenilgi, partinin iktidardan uzaklaşmasının, partileri toparladığı, örgütü kenetlediği, yenilginin bir sonraki başarının mayasına katıldığı birçok durum da mevcuttur.

AKP’de tükeniş, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ile Genel Başkan şapkalarını birleştirmesi ve Başbakanlık’ın lağvı ile derinleşti.  Şöyle bir hatırlayalım. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçilmesinden sonra 29 Ağustos 2014’te Başbakanlığa Ahmet Davutoğlu getirilmişti. Davutoğlu sesiz fakat derinden, kendi ekibini kurmaya, kendi boynundaki Başbakanlık davulunun tokmaklarını da Erdoğan’ın elinden almaya başlamıştı ki, 7 Haziran 2015 seçimleri devreye girdi.

Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanı ve Başbakanlık olarak girdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP oyları, bir önceki seçime göre yaklaşık 10 puan düşmüştü ama parti hâlâ birinci partiydi. Zaten 7 Haziran seçimlerini siyasal hayatımıza kazıyan da AKP oylarının düşmesi vb. değil, 1980 sonrasında sisteme dahil edilen anti-Kürt kalkanının/seçim barajının artık bir anlamının kalmadığı, HDP’nin %10’u geçtiği, hatta daha da beteri(!) bu başarısının da pek de tesadüfi olmadığının tüm siyasal aktörlerce kabul edilmesiydi.

Seçimler iptal edildi ve 1 Kasım 2015’te seçimler yenilendi. 1 Kasım 2015 Seçimleri, bir anlamda, siyasal sistemin eski ayarlarına geri döndürülmesine yönelik bir mühendislik çalışmasıydı: Seçim sonuçları açıklandığında bir baktık ki,  7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen 5 aylık sürede partiler neredeyse 2011 seçimlerindeki oylarının aynısını almışlar. Ancak bu mühendislik çalışması bir noktada yine işlemedi: Haziran ayından Kasım’a kadar Türkiye’nin yaşadığı ve her biri 1 Kasım’daki mühendislik çalışmasının birer senaryosu olarak okunabilecek onlarca olaya rağmen HDP yine %10 barajını geçti.

Davutoğlu’nun AKP’si sistemi konsolide etmekte zorlanıyordu ama asıl sorun bu da değildi: Erdoğan ile özdeşleşen AKP gittikçe Davutoğlu’nun AKP’si haline gelmeye, Erdoğan’ın “reis”liği bizzat parti içinde riskli hale gelmeye başlamıştı.

Belediye Reisliği döneminde Erdoğan’ın İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım’ın AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı işte bu kavşakta gündeme geldi. 24 Mayıs 2016’da Davutoğlu parti genel başkanlığından ve Başbakanlıktan istifa ettirildi ve yerine Yıldırım tayin edildi; yaklaşık 2 ay sonraki 15 Temmuz darbe girişimi de sistemi yeniden konsolide etmenin bir manivelası olarak kullanıldı: AKP çevrelerinin darbe girişimini “Allahın lütfu” olarak değerlendirmesi de bununla alakalıydı. Bunu 2017 Ekim’inde (Gökçek Kasım başında istifa etmişti) belediye başkanlarının istifa ettirilmesi ve normalde 3 Kasım 2019’da yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinin erkene alınarak 24 Haziran 2018’de yapılması izlendi.

Başbakanlık kurumunun da tasfiyesi ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Parti Genel Başkanlığı şapkalarını bir araya toplamasını da kolaylaştırdı. Seçimlerin erkene -24 Haziran 2018- alınması da Erdoğan’ın elini rahatlatacak, Erdoğan’ın sistemi yeniden kendi etrafında konsolide edebilmesini kolaylaştıracaktı; öyle de oldu. Bu süreçte büyük bir çoğunluk, AKP’nin ve Erdoğan’ın başarılarından, Erdoğan’ın her istediğini yapabildiğinden, liderliğinin tartışılmaz hale geldiğinden… bahsediyordu ama yukarıda ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım tüm bu gelişmelerin aslında gücün azalışı, sistemin konsolide edilemeyişi, AKP’nin tükenişi ile alakalı olduğunu göremedi; belki de görmek istemedi.  Erdoğan’ın tüm şapkaları kendi elinde toparlama çabası, gücünün artışından değil, azalışından kaynaklanıyordu. Bu süreç aynı zamanda bir parti, bir örgüt, bir siyasal organizma olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de sonunu getirdi; parti tüm mekanizmalarını kaybetmeye, bir fun club’a dönüşmeye başladı. Parti merkez ve taşra örgütleri işlevsiz hale gelmeye başladı. Tek adam yönetimi Türkiye’yi değil ama AKP’yi tüketti.

Aynı süreçlerden CHP’de 1923-1954 arasında geçmişti. Siyasi hayatına bir nevi bir kamu kurumu gibi başlayan parti, ancak İkinci dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte toparlanma sinyalleri vermeye başladı. 1946’da başlayan bu süreç, 1954 seçimlerine kadar devam etti. 1954 Seçimleri bir anlamda CHP’nin ikinci defa kuruluş tarihi oldu ve 1954’te kendine yeni bir yol aramaya başlayan CHP, ancak 1965’te Ortanın Solu tartışmalarıyla yönünü bulabildi.

AKP’nin tükenişinin seçim yenilgisiyle alakası olmadığını düşündüğümü, yazımın en başında yazmıştım. Gerçekten de 31 Mart tükenişin nedeni değil, sonucu; bu tükenişin artık medyada bile gizlenemez hale gelişinin, kralın çıplak olduğunun, Erdoğan’ın gücünün artmayıp azalmakta olduğunun teyidi; buna malumun ilamı diyebiliriz.

Erdoğansız bir AKP, CHP’nin 1954’ten sonra yapmaya başladığını yapabilir mi? Zor ama imkansız da değil.

Süleyman Demirel ne diyordu: “Siyasette bir yıl kısa, bir gün çok uzun bir süredir.”

31 Mart seçimlerinde AKP Gönül Belediyeciliği sloganıyla Kayahan Acar’ın meşhur şarkısı “Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi” şarkısıyla girmişti. 2014’te bugüne Erdoğan ve AKP arasındaki ilişkiyi de acaba yine aynı şarkının sözlerinden takip edebilir miyiz? AKP ile Erdoğan arasındaki ilişki de “Bir Aşk Hikayesi” değil miydi zaten? Biraz mizahtan kime ne zarar gelir!

Ne güzeldi değil mi yaşadıklarımız
Ne güzeldi
Artık ne sen ne de ben
Bulamayız o günleri
 
Bazen düşünüyorum da
Bende yanlış bir şeyler vardı galiba diyorum
İkimizde kıymetini bilemedik bir şeylerin

Film gibi yani
Son mektubunu dün aldım
Teşekkür ederim

Keyifli Pazarlar

Mete Kaan KAYNAR